Namazdaki iki sır: Gâibâne ve Hâzırâne

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Onbirinci Sözde der ki;
“…Âsâra bakıp, gâibâne muâmele sûretinde, saltanat-ı Rabûbiyyetin mehâsinine temâşâger makamında kendilerini gördüklerinden, tekbîr ve tesbîh vazîfesini edâ edip ‘Allahü Ekber’ dediler.”

Yâni, görünmeyen Cenâb-ı Hakk’ın, gözle görünen eserlerine bakarak, rubûbiyyetindeki saltanatının güzeliklerine kendilerini seyirci konumunda gördüklerinden, azâmet ve kibriyâsını i’lân etmek, noksan sıfatlardan tenzîh etmek görevini yerine getirerek tefekkür ve tezekkürle en yüksek mânada ta’zîmde bulundular.

Sözler Mecmûasındaki 11. Sözde; Âlemin yaratılışındaki tılsımı (Herkesin bilip çözemediği gizli sır; fevkalâde kuvvet ve tesire sahip olan şey, sihirli söz), hilkat-i insâniyenin muammasını (anlaşılmaz iş, bilinmeyen hâl, karışık şey), Namaz hakîkatının rumûzunu (İşâretler, remizler, ince nükteler, mânâsı gizli olan işâretlerini) hârika bir tarzda açıklamakta, bizlere ders vermektedir.

İnsan, bu sözdeki hakîkatleri  kavrayıp o mânaları terennüm ederek namazını ikame ederse, insanı seryr-i sülûk-i rûhâni sırrına yükselterek mi’râç halini yaşatmakta, böylece namazın her bir fiili, her bir kavli, her bir hâl ve tavrı; ef’âl, esmâ ve sıfât-ı İlâhiyeyye karşı nasıl bir remz ve işâretle karşılık verdiklerini daha iyi idrâk etmiş olur.
Kâinatta  bulunan dört unsurun  (toprak, su, hava, harâret) her biri, bir sistem dahilinde, bir program ölçüsüyle insanda yerleştirildiği gibi, on sekiz bin âlemde var olan öneklerden de birer tane insana bahşedilmiştir.

İnsanın yaratılışına yerleştirilen bu nümûnelerden “rûh”, Ruhlar âleminden; “hayâl”, Misâl âleminden; “hâfıza”, Levh-i Mahfûz’dan; “ akıl “, Kürsî’nin nümûnesi, “kalb” Arş’ın nümûnesi; “göz”, Güneş’in nümûnesi; “kulak”  seslere karşı; “burun” kokulara karşı; “kan damarları” nehir ve derelerin bir nümûnesi; “girintili ve çıkıntılı organlar” ise dağ ve tepelere misâl olsun diye Rabbimiz tarafından bu mükemmel cihazımıza yerleştirilmiştir.
Bunlar aracılığıyla da, o âlemlere birer pencere açılmış ki, sonsuz İlâhî tecellileri ve önemli sırları o pencereler vâsıtasıyla seyretsin ve sonsuz nimetleri tadarak istifâde etsin…
Kul, namzda Cenâb-ı Hakk’a iki şekilde muhatap olmaktadır. Özellikle Fatiha sûresini okurken…
Metinde geçen "muamele" kelimesinin lügat ma'nâsı, "karşılıklı iş yapma, alış-verişte bulunma" demektir. Burada kastedilen, Allah ile kul arasındaki muameledir. Bu da iki kısımdır:

Birisi: Gaibâne…Hazırda görünmeksizin, gıyabında, gaib olarak, Allah’ın marifetinde yol almak, O’na hamd ve senâmızı arz etmek…
Bir kimseyi gıyabında överek, “şöyle hizmet ehlidir, böyle cesurdur, şöyle takvâ ehlidir” dediğinizde,o kişiyi gıyabında methetmiş olursunuz. 
Cenâb-ı Hak, eserleriyle kendisini cin ve inse tanıttırır. Kul ise, namaz esnâsında, söz, fiil ve halleriyle  o hârika eserleri  tefekkür eder ve o onlar aracılığıyla sanatkârı ve eser sahibini  tavsîf ve ta'rîf eder.
Fatihanın ilk kısmı Cenab-ı Hakkı gaibâne methetmektir:
"Her türlü hamd o âlemlerin Rabbi, O Rahmân ve Rahim, O, din gününün mâliki olan Allah\'adır.."

İkincisi: Hâzırâne, yani huzurda, doğrudan kendisine hitap ederek…Yani Allah’a muhatap olup O’nunla konuşmak sûretiyle, esmâsıyla kendisini insana tanıttırmasına karşılık, kul da; “İyyâke na’budu” şeklinde şuhûdî (görür gibi) muâmelede bulunur. Yani Ma’bûd-i Bilhakk’ı görür gibi ibâdet eder.
Bu duruma göre Fatiha-i Şerîfe iki kısımdan meydana gelmiştir:

Birincisi, “ Elhamdülillah” 'tan başlayıp  “İyyâke na’büdü” ye kadar olan kısımdır. Bu kısımda gâibâne muamele vardır. Namaza duran mü'min, Fatiha'nın bu birinci kısmını okumakla, o gaybî Zâtın saltanat ve rubûbiyyetini gösteren eserlerini seyreder ve o saltanat-ı rubûbiyyetin güzelliklerini i'lân eder. Yâni, namazda iken, şu kâinatın Sâni-i  Zülcelâl'inin kendisi görünmüyor, fakat eserleri, sanatları  ile kendisini şuûr sahiplerine  bildiriyor. İşte insânın, İlâhî serlere bakıp tefekkür etmek suretiyle, bu eserlerin gerçek sâhibini  bulup tavsif ve ta'rîf etmesine "gâibâne muamele" denilir.
İşte Fâtihâ-i Şerîfe'yi okurken  “İyyâke na’büdü” ‘ ye kadar olan kısmı, insânın şu gâibâne muamele biçimindeki görevlerini açıklamaktadır. Fâtihâ'nın evvelinde okunan  besmele ve namaza ait diğer dualar, tesbîh, tekbîr, tehlîl, ezan ve kamet de bu gıyaben yapılan  muameleye dâhildir ve onun başlangıcı  hükmündedir.

“ İyyâke na’büdü ve iyyâke nesta’în” den i'tibâren ikinci kısma geçilmektedir. Bu bölümde  ise "hâ-
zırâne mükâleme"de, yâni eserlerden geçip, onları arkada bırakarak  Ma'bûd-i Zülcelâl'in huzuruna çıkıp, O 'nü görür gibi doğrudan doğruya  O'na hitâb ederek ve Ondan isteyerek  ubûdiyyet makamında karşılık vermek, kulluk görevini yerine getirmektir.
Fatiha hakkındaki şu hadîs-i kudsî bu hususa işaret etmektedir:

"Allâhü Teâlâ şöyle buyurur:
" 'Namazı (Fatiha'yi) kulumla kendi aramda ikiye böldüm. Kuluma istediği verilecektir. ' (Bir rivayette de, 'Onun yarısı Benim, yarısı da kulumundur ' şeklindedir)
Kul : “Elhamdülillahi Rabbi’l-Âlemîn”  deyince; Allah:  'Kulum Bana hamdetti ' buyurur.
Kul:  “Er-Rahmâni’r-Rahîm “  deyince; Allah:  ' Kulum Beni senâ etti' buyurur.
Kul:  “ Mâliki yevmi’d-Dîn”  deyince; Allah:  ' Kulum Beni temcîd etti (yüceltti) ' buyurur.
Kul: “İyyâke na’büdü ve iyyâke nesta’în” 
deyince; Allah:  'Bu Benimle kulumun arasındadır. Kuluma istediği verilecektir' buyurur.
Kul: “İhdinassirâtalmüstakîm Sırâtallezîne en’amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim veladdâllîn”  deyince; Allah, ' Bu kulum içindir. Kuluma istediği verilecektir' buyurur." (Sahih-i Müslim)

Yani mü’min altı mertebede gâibâne bir tarzda eserlere bakarak;
1.nci mertebede; tekbîr ve tehlîl ile Allah’ın rubûbiyyet saltanatını îlân eder.
2.nci mertebede;  İlâhî isimlerin tecellîlerinden ortaya çıkan san’at hârikalarını görerek “Subhânallah” der takdîs eder, “Elhamdülillah” diyerek medih ve senâ eder.
3.ncü mertebede; Allah’ın nimetlerini zahirî ve bâtınî duygularla tadıp, onlara karşı şükür görevini yerine getirir.
4.ncü mertebede; İlâhî hazinelerde saklı  cevherleri, antikasanatları kendisine verilen mânevî cihazlarla tartıp anlar ve “Sübhânallah, Elhamdülillah” der.
5.nci mertebede; İmâm-ı Mübîne (her şeyinilmî programı ve kanunlarına) ve Kitâb-ı Mübîne (her şeyin geometrik şekil ve mânevî kalıplarına) göre kudret kalemiyle yazılan Rabbânî mektupları tefekkür eder ve güzel görür.
6.ncı mertebede ise; Yaratılan san’at  eserlerindeki incelikleri ve güzellikleri temâşa ederek Rabbine karşı muhabbet besler ve O’na ulaşmayı arzular.
Fatiha’da geçen “Er-Rahîm”, “ İnce ve latif ni’metleri ihsan eden“ anlamına gelmektedir.

İşte kul namazda âlemin fenâ ve zevâlini görerek, Allah’a sığınmakta, kıyam, rukû ve secde hallerinde çok önemli sırlara mazhar olmaktadır.
Yüce Rabbimiz, cümlemize böyle namazlar nasip eylesin ve hakkıyla îfâya  muvaffak kılsın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum