Namaz Gönüllüleri Plâtformu

1984 yılında Ankara’dan İstanbul’a otobüsle dönerken sabah namazını yetiştirebilmek büyük bir olay olmuştu. Şoförden namaz kılabilmek için yardım etmesini istediğimde, “Harem’de kılarsın” demişti. Ancak Harem’e geldiğimde bu sözünü unutmuştu. Ben de eşyamı bile almadan aşağıya namaz kılmak için indim.
Namazımı kısa tutarak hemen kıldım ve koşarak otobüse geldim. İçeri girmemle birlikte yolcuların sözlü saldırılarıyla karşılaştım. Aman Allah’ım, öyle bir saldırı ki dindar olduğunu, hatta namaz kıldığını söyleyenler bile bana bağırıyorlardı:

– Ne hakkın var bizi bekletmeye? Yolculukta namaz mı kılınır? Evinde niye kaza etmiyorsun? Bir de ilâhiyatçıymış! Yok canım, hoca falan değil bu.

Aynı anda konuşan on kişiye cevap vermem çok zordu. İşin acı yanı, namaz kıldığını sandığım sakallı beylerle örtülü hanımların bile beni savunmayıp başlarını önlerine eğip susmalarıydı. O anda hiçbir dini kabul etmeyen birisi otobüste olsa ve “Yahu, adamın ibadet özgürlüğüne niye saygı göstermiyorsunuz? Ne oldu iki dakika beklemekle patladınız mı?” dese bile, minnettar olacaktım.
Ama hiçbir kişi beni savunmuyordu. Öyle bir gücüme gitti, öyle bir içerledim ki “Ben de namaz için çalışmazsam, namazı en saygıdeğer bir konuma getirmek için çırpınmazsam namerdim” dedim.
Hemen iki günlük yazı yazdım. İlkinde yaşadığım problemi özetledim, ikincisinde, namaza sahip çıkmak için bir vakıf veya dernek kurulması gerektiğini anlattım. Çünkü spor, çevre, orman, kuş, çiçek gibi konularda vakıf, dernek ya da platform vardı. Ancak namaz konusunda böyle bir oluşum yoktu. Belki de namazın ülke gündemine gelmemesinin sebebi buydu.
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır? kitabını bilgiyle birlikte bir aksiyona dönüştürmek için en sonuna, “Namazı Bir Dava ve Dert Edinin” başlıklı bir bölüm koymuştum. Okuyuculara namazla ilgili başka yazarların kitaplarını da okumalarını tavsiye ediyordum. Çünkü yaramız büyüktü. Tedavi için de binlerce ilâcı birden kullanmak gerekiyordu. Ben tek başıma elbette kâfi gelemezdim.

Bu bölümde “namaz için bir vakıf, dernek veya platform kurulmasını, namaz gönüllüleri adıyla bir hareket başlatılmasını” tavsiye ediyordum. Bu tavsiyem birçok okuyucumun dikkatini çekmiş ve görev almaya hazır olduklarını belirtmişlerdi.
Namaz seferberliğine başladığımızda her derdimize deva vermesi ve hedeflerimize ulaştırması için Rabbimize hacet namazları kılarak dualar ediyordum. Bir nimete, bir başarıya kavuşunca da şükür namazı kılarak hamd ediyordum ki Rabbimiz daha fazlasını bağışlasın. Çünkü kim derdini Ona açarsa devasını bulur, kim şükrederse Allah nimetini arttırır.
Tarih 1 Şubat 2006 idi. Namaz seferberliği başlayalı yedi ay olmuştu. Çok muhteşem gelişmeler görmüştük, ama ne yazık ki hedeflerimize ulaşamamıştık. Güya altı ay içinde bir milyon kişiye ulaşacak, namazı ülkenin gündemine getirecektik. Güya bütün iletişim araçlarında namazdan bahsedilecekti. Olmadı, olamadı. Abdest alıp mescide çıktım. Ağlayarak hacet namazı kılıp uzun uzun dualar ettim. Bir nusret, bir fütuhat vermesi için Rabbime yalvarıp çalışma masama döndüm.

Akşama yakın bir saatte Ahmed Bulut Kardeşim aradı. Hacdan yeni gelmişti, sevinmesi gerekirken mahzundu. Sebebini şöyle açıkladı:
– Kâbe’yi çevreleyen Mescid-i Haram’da ezan okununca insanlar akın akın namaza koşuyor. Aynı şekilde Mescid-i Nebevî’nin minarelerinden yayılan ezanlar asumanı çınlatırken sanki hayat duruyor, herkes mescitlerde toplanıyor. Peki, bizim ülkemizde niye böyle değil, diye kutlu topraklarda çok düşündüm.
Doğru söylüyordu. Birkaç saat önce ben de aynı acıyla yanmış, yüreğimizi serinletmesi için Allah’a yalvarmıştım.
– Haklısın, dedim. Namaz neden bizim ülkemizde öksüz ve garip? Neden camilerimiz boş? Neden hakkıyla sahip çıkılmıyor?
– Hacda şuna karar verdim: Namaz panelleri yaparak topluma namaz şuuru aşılayalım, bu güzel ibadete teşvik edelim. Namaz için bütün ülkeyi ayağa kaldıralım.
Ne güzel bir teklifti bu. Namaz için proje arayan gönlüme bahar esintisi sunuyordu.
– Ben varım, dedim. Hatta sadece panellerle kalmayalım, namaz için yüreği yanan hocalarımızla platform oluşturalım. Her vesileyle namazı anlatalım.

O zamana kadar kitap yazarak, program yaparak namazla ilgili derdini toplumla paylaşan, namaz için yüreği yanan Abdullah Yıldız, Vehbi Karakaş, Hasan Hafızoğlu, Kerim Buladı, Veysel Akkaya, M. Emin Yıldırım gibi hocalarımızla irtibat kurmaya, istişareler yapıp projeler geliştirmeye karar verdik.
Bugün bütün ülkeyi saran namaz panellerinin ilkini 21 Şubat 2006’da Başakşehir’de yaptık. Büyük bir kalabalık tarafından heyecan ve ilgiyle izlenen program saatlerce sürdü. İnsanlar yer bulamamış merdivenlere oturmuş, hatta ayakta izliyor, bir kısmı da istemeyerek geri dönüyordu. Derken paneller birbirini izledi. Arkasından Moral FM, Dost TV ve Hilâl TV’de başlayan namaz programları geldi.
19 Ağustos 2006 ise, Namaz Gönüllüleri Platformu adıyla yüz ilim adamı, yazar, gazeteci, sanatçı arkadaşımızla milletimizin önüne çıktığımız gündü. O gün platformun sözcüsü Abdullah Yıldız Hocam millete yaptığımız namaz seferberliği çağrısını okudu.
O gün orada kimler yoktu ki… Birçok güzide hocamız, kardeşimiz oradaydı. Hayreddin Karaman, Ahmed Şahin, Ali Bulaç, Ali Rıza Demircan, Abdurrahman Dilipak, Vehbi Vakkasoğlu, Mehmed Akça, Engin Noyan, Haşim Akten, Mustafa Karahasanoğlu, Abdülmetin Balkanlıoğlu, Mehmed Paksu, M. Emin Ay ve daha niceleri…
Ve mazeretinden dolayı katılamayıp desteğini bildiren Mustafa İslamoğlu, Hekimoğlu İsmail, Halid Ertuğrul, Ahmed Taşgetiren, Dr. Mustafa Karataş, Mehmed Talu, Mahmut Toptaş, Dursun Ali Erzincanlı gibi nice güzel isim vardı.

Namaz Gönüllüleri Platformu’nun çalışmalarını anlatmaya bir kitap yetmez. Bu çalışmalar, www.namazladirilis.com adresinde yayınlanıyor. Ayrıca her hafta Hilâl TV’de yayınlanan Namazla Diriliş programında işleniyor. İnşallah yakında bununla ilgili kitaplar çıkacaktır. Şu kadarını söylemekle yetinelim ki farklı mektep ve meşreplerden olan yüzlerce hocamızın İslam’ın olmazsa olmazı namaz konusunda bir araya gelmeleri, halkımızın takdir ve dualarıyla karşılanmış, birçok güzel insan, gözyaşlarını tutamamış, “İşte yıllardır bugünlerin hasretini bekliyorduk” demiştir.
Platformdaki hocalarımızın, namaza gönül veren vakıf, dernek, teşekkül ve diğer vatandaşlarımızla neler yaptığını zaten gazete, dergi, radyo ve televizyonlardan öğreniyorsunuz.
Namaz hizmetini belki de birçoğu adsız halis kahramanlar gerçekleştirdi ve halen bir destan yazmaya devam ediyorlar. Bizim de bu kutlu hizmette gösterdiğimiz çabamız Rabbimizin rızasına nail olursa, kendimizi bahtiyar kabul ederiz. Zira önemli olan görüntü değil, yürektir; çok hizmet değil, ihlâstır.

Asıl kahramanlar, Bayburt’un Aydıntepe ilçesinde karlar altında soğuk salonu doldurup namaz panelini yapan ve izleyen kardeşlerimizdir. Asıl fedakârlar, Çanakkale Ezine’de şubat soğuğuna aldırmadan salonu hınca hınç doldurup battaniyelerine sarılıp dört saat bizi dinleyen minik çocuklardır. Asıl yiğitler, İzmir’de yaz günü 50 derece sıcaklıktaki salonda üç saat ter dökerek namaz panelini terk etmeyen gençler ve yaşlılardır.
Denizli’de, Van’da, Manisa’da, Isparta’da, Balıkesir’de. Diyarbakır’da, Mersin’de, Gerede’de, Alanya’da, Tekirdağ’da, Rize’de, Ankara’da, İstanbul’da ve ülkenin hemen her yerinde program yapan, sponsor arayan, el ilanı dağıtan, afiş asan ve programın başından sonuna kadar adeta diken üstünde durup, heyecanla başarılı geçmesi için çırpınan kahramanlar! Sizleri hiç unutmadık ve namazlarımızda dualarımızdasınız. İnşallah asıl ecrinizi Rabbim verecek ve sizi memnun edecektir.
Bu hizmetlerin arkasında halis gönüllerin tertemiz niyetleri ve duaları vardı. Başarının asıl sırrı da buydu. Namaz panellerinde öyle güzellikler yaşadık ki her biri bir ömre değer. Afşin’de program sonunda sahneye gelen yaşlı bir amca, tebrik ve duadan sonra, “Allah bizim ömrümüzü alıp size versin” diyerek fedakârlığın zirvesine çıkıyordu. İstanbul Kurtköy’den bir kardeşimiz, “Allah kaza ve beladan korusun diye adınıza sadakalar dağıtıyorum” demişti. Ümraniye İhyader’deki arkadaşlarımız, sanki namazla ilgili bu hizmeti kendileri projelendirmiş, kitabımızı kendileri yazmış gibi sahip çıkmışlardı. Bütün bunlar ihlâs ve samimiyetin zirvesi değil de nedir?

Burada akla gelebilecek birkaç soruya da cevap vermek istiyorum. Namaz hizmeti bizimle başlamadığı gibi, bizimle de son bulmayacak. Bizler, namaz için destansı hizmetler veren nice kahramanın peşinden giden neferleriz. Bizler olağanüstü bir hizmet de yapmadık belki. Yıllardır dinî cemaatlerin büyük fedakârlıkla yaptıkları namaz hizmetine bir rüzgâr olduk, belki bir kibrit çaktık, hatta omuz omuza verip daha ilerilere götürmeye çalıştık.
Yaptığımız bir akıncı hareketidir. Namazsızlık düşmanına, tembelliğe, ihmalkârlığa, ertelemeye saldırılar düzenledik, baskınlar yaptık. Elhamdülillah, güzel neticeler almakla birlikte nizamî ordulara fikir ve proje verdik. Çünkü asıl namaz hizmeti, camilerle, okullarla, Kur’an kurslarıyla, medyayla, iletişim araçlarıyla, san’at ve edebiyatla yapılacaktır. İnşallah bu alanda da ümit verici başlangıçlar var.
Artık Necip Fazıl gibi:
Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes,
Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es.
diyebiliriz. Bununla birlikte namaz için yapılacak hizmetlerin daha başındayız. Namaz, kadr ü kıymeti yüce öylesine muhteşem bir ibadettir ki onun için ne yaparsak yapalım, yine hakkını veremeyiz. Namaza karşı duruşumuz, tıpkı Mehmed Âkif’in Çanakkale Şehitlerine söylediği şu mısralar gibi olmalı:
“Bu, taşındır” diyerek Kâbe’yi diksem başına;
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Yani, “Ey namaz! Sen öylesine başlar tacı, öylesine ibadetlerin sultanı, gönüllerin fermanısın ki ne kadar hizmet edersek edelim, yine senin için bir şey yaptık diyemeyiz” anlayışını taşımalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum