Mutluluğun sağlam dayanağı

Hayatın dalgalanmaları ortasında insanın ayakta kalabilmesi için ihtiyaç duyduğu en önemli şey bir dayanak noktasıdır. Bu dayanak noktası tamamen varlık algısı ile ilgilidir. Varlığın bir başlangıç noktasından bu güne gelişi ya da her an yeniden vücuda getirilişi Âlemlerin Rabbi ile irtibatlandırıldığı ölçüde kendini güvende hisseder. Bütün tedirginliklerinin, korku ve endişelerin kaynağı bu algıdan uzaklıktadır.

Psikolojide temel kavramlardan olan güven duygusu bu temele dayandırılmadıkça fert hayatının bir döneminde kendini sahipsiz, çaresiz ve dayanaksız hissetmeye mahkûm olacaktır. Aslında değişmesi gereken hayatın kendisi değil, ferdin hayata bakış tarzı ya da yorumlama şeklidir. İman, özünde kişinin kendini ve varlıkları Rabbi ile irtibatlandırmasıdır. Bu irtibat varlığın genelini kuşatmış sonsuz rahmetin kalpte yansıması ve kalbin rahmetin ışığıyla aydınlanmış bir kâinata bakan göz konumunda olması anlamına gelir. Yani kalp gözü ile görmek, varlığın genelini kuşatan sonsuz sevgiyi algılamak demektir. Bu algı kişinin olumlu ya da olumsuz bütün hadiselerde geri plandaki kudret kalemini fark edip ondan geldiğini bilmekle rahmete olan irtibatını hissedebilmesidir.

Belki de imtihanın çetinleştiği nokta burasıdır. İnsan ve psikolojisinden de bahsedildiğinde bunun sağlam bir dayanak üzerinde devam ediyor olduğundan emin olmak için ferdin Rabbi ile irtibatını kurduğu bir yapı ile olaylar içinde yer aldığından emin olmak gerektir. Öyle ki fert hayatın koşuşturmaları içerisinde yaşarken ve farklı farklı ortamlarda değişik haller yaşarken kalbi bir radar gibi Rabbine bakan, enerjisini ondan alan ve onun rahmetini hep hisseden konumda olmalıdır.

Günlük koşuşturmaca ve varlığın katı yapısı ortasında insanın hayatı anlamlandırması zaman zaman zorlaşıyor. Bu durum benlik ve varlığın asıl bağlantı noktasından kopması ve gerçek anlamını yitirmesinden kaynaklanıyor olmalıdır. Varlığı yatay düzlemde tanımlamak ve sadece maddî yönü ile anlam yüklemek, ferdi âlemi çok sığlaştırıyor. Hatta her şey anlamını yitiriyor diyebiliriz.

Hayat anlamını yaratılış gayesi ile uyumlu şekilde ele alındığında buluyor. Fert çevresindeki her şeyi Rabbi ile irtibatlandırdığında varlığa yüklenen anlam o kadar farklı bir hal alıyor ki, yaşadığınız her halin ve her saniyenin anlamlı olmasının getirdiği güzellikle yaşanan bir hayat elbette çok daha anlamlı ve yaşanmaya değer bir anlam ifade ediyor. Varlığın temel yapı taşı olduğu düşünülen zerrelere yüklenen anlam ve onların anlaşılması gerek bilimin, gerekse insanlığın en önemli problemlerinden biri olagelmiş. Belki de zerre anlamlı hale geldiğinde bütün varlıkların da anlamlı olacağı düşüncesi ile bu problem insanlığın gündeminde çok farklı bir yerde ve farklı bir önemde gözleniyor.

Tahavvülat-ı Zerrat isimli eserinde Bediüzzaman, zerrelerin titreşimini kudret kaleminin kâinat kitabının yazılması esnasındaki hareketinde zerre anlamını ifade eden kaleminin ucu şeklinde muhteşem bir tanım yapıyor. Sırf bu tanım çerçevesinde algılanan varlık tablosunda çevrenizdeki her şeyin ‘kudret kalemi’ ile çiziliyor olduğunu bilmek şeklindeki varlık algısı ferdi her an kudret kalemi ile ve rabbi ile irtibatlı hale getiriyor. Bu sadece ferdin dünyasını oluşturduğu varlık algısı ve benlik tanımı açısından bakıldığında bile çok güçlü bir hakikat.

Diğer taraftan 24. Mektupta kâinatın Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) kabul edilmiş bir duâsı olduğunu ve kâinatın yaratılış maksadının ya da sebebinin bu güçlü duâ ve o duâya amin diyen mü’minler olduğunu ifade ediyor. Bu duâ sonsuz bir mutluluğun duâsı. Bu duâ Rabbi’nin güzel isimlerini hissetme duâsı. Bu anlamda ele alındığında hayatın gerçek güzelliği ve anlamı da bu arayışlarla ortaya çıkıyor olmalı.

Bu iki mânâyı kendi hayal dünyamda birleştirdiğimde varlık âleminin tanımı ile ilgili olarak beni çok etkileyen bir tanım ortaya çıktı. Bu bir hissedişin paylaşılması olduğundan bir delil ya da mantık, bilim zemininde bir isbat arayışının çok gerekli olmadığını düşünüyorum.

Şimdi Âlemlerin Rabbi ile Âlemlere Rahmet olarak gönderdiği Zatı (a.s.m.) Mi’rac’ta kab-ı kavseyn durumunda hissetmeye çalışalım. Bu iki kavis mânâsının ortasında kâinatı ve bütün varlıkları hayal edelim. Varlığın Hazret-i Muhammed (a.s.m.) tarafından Rabbi’ne yönelik algılanışında sanki zerrelerin titreşimi o mübarek ağızdan çıkan “saadet-i ebediye” ve Âlemlerin Rabbi’nin güzel isimlerine mazhariyet duâsının titreşimine dönüşüyor. Kâinat Sultanı’ndan bu âleme doğru yönelen boyutu ile yani melekût âleminden mülk âlemine yönelen şekli ile kâinat Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ve onun duâsına çok gür bir sada ile amin diyenlerin duâsını kabul ettiğini kâinat şeklinde ya da kâinat sesi ile ifade edişinin titreşimine dönüşüyor. İşte zaman ve mekân sınırlılığının dışına çıkılabilme imkânı olsa ve varlık, Kâinat Sultanı’nın, en seçkin muhatabı (a.s.m.) ile görüşmesi esnasında karşılıklı muhabbetlerin dile getirilişindeki mukaddes mânâların maddî âlemde karşılığı olan seslerin titreşiminin zerrelerin titreşimi şeklinde algılanan bir kâinat tablosu müthiş bir varlık algısı oluşturuyor.

Bu durumda elinizde tuttuğunuz bir bardak Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) Rabbi’ne yönelttiği bir sevgi ifadesine dönüşüyor. Bedeniniz ve çevrenizdeki bütün varlıklar Rabbinizin bu muhabbet ifadesine mukabelesinin ve bunu kulların alanına mülk olanların seviyesine inmiş olarak ifade etmesi esnasında yani kevni olarak ifade esnasındaki titreşime dönüşüyor. Dokunduğunuz ve algıladığınız her şeyin gerisinde Hazret-i Muhammed’in duâsının sıcaklığını hissetmek ve Rabbiniz’in o duâya mukabelesinin kutsî sesi ile zerrelerin titreştiğini algılamak çok güçlü bir varlık algısı. Zerrelerin bu mânâda titreştiğini algılayan ve bunu ruhunda gerçekten hisseden ferdin dünyasında hayatın sıkıntılı ve anlamsız olabileceği herhangi bir an ya da varlıkla bağında olumsuz bir yön bulunabilir mi? Varlığı Rabbi’nin elçisi (a.s.m.) görüşmesine şahitlik olarak algılamak ruhları zerreler gibi titreten ve tarifi imkânsız hayat enerjisi veren bir hal olmalı.

Artık insanlık önemli bir dönüm noktasında. Duygusuz ve katı olarak algılanan hayat biraz daha sevginin yönüne ve her varlığın bir nebze ruh kazandığı boyuta geçmek durumundadır. Bu varlıkla ilişkilerinin ruhsuz ve yalnız faydalara yönelik bir anlayış yerine her şeyde rahmetin ve rahmete vesileliğin ön plana çıktığı duygu dolu ve sevgi dolu bir bakış açısını netice verecektir. Bu da ferdin dünyasında sevginin hakim olmasına ve sosyal düzende barışın hakim olmasına sebep olacaktır. Dünyanın geleceği bu duygunun hakim olmasına bağlıdır. Eğer bu gerçekleşirse muhtemelen savaşlar ortadan kalkacak, yeryüzü küresel bir köy ve huzur dolu bir mekâna dönüşecektir.
 
Yeni Asya

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.