Mûsâ’nın kavminden bir cemâat vardır ki insanlara...

Mûsâ’nın kavminden bir cemâat vardır ki insanlara...

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), A'râf Sûresi 159-162. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

159-Mûsâ’nın kavminden bir cemâat de vardır ki, (insanlara) hak ile doğru yolu gösterirler ve onunla adâleti tatbîk ederler.

160-Onları (İsrâiloğullarını) on iki kabîleye, ümmetlere ayırdık. (Tîh çölünde) kavmi kendisinden su isteyince Mûsâ’ya: “Asânla taşa vur!” diye vahyettik. (Taşa vurunca) hemen ondan on iki pınar fışkırdı!(1) Her kabîle (su) içeceği yeri iyice bildi! Hem üzerlerini bulutlarla gölgeledik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Sizi rızıklandırdığımız temiz şeylerden yiyin!” (dedik). Hâlbuki (onlar, nankörlük etmekle) bize zulmetmediler; fakat kendilerine zulmediyorlardı.

161-Bir zaman onlara şöyle denilmişti: “Şu şehre (Kudüs’e) yerleşin; ondan dilediğiniz yerde yiyin; ‘ حِطَّةٌ (Yâ Rab! Bizi affet!)’ deyin ve kapıdan secde eden (hürmetle eğilen) kimseler olarak girin ki sizin hatâlarınızı bağışlayalım. (Bu bağışlamadan sonra) yakında iyilik edenlere (mükâfâtlarını) daha da artıracağız.”

162-Fakat içlerinden zulmedenler, o sözü kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdi; bu sebeble (biz de) zulmetmekte olduklarından dolayı üzerlerine gökten kötü bir azab gönderdik.(2)

(1)“(Kur’ân) Benî İsrâil’e (İsrâiloğullarına) der: ‘Mûsâ Aleyhisselâm’ın asâsı gibi bir mu‘cizesine karşı, sert taş on iki gözünden çeşme gibi yaş akıttığı hâlde, size ne olmuş ki Mûsâ Aleyhisselâm’ın bütün mu‘cizâtına karşı lâkayd kalıp, gözünüz kuru, yaşsız; kalbiniz katı, ateşsiz duruyor?’ ” (Zülfikār, 25. Söz, 17)

(2)İsrâiloğullarının bir kısmı “Yâ Rab! Bizi affet!” ma‘nâsındaki حِطَّةٌ yerine, bir buğday dânesi ma‘nâsına gelen “Hınta” dediler. Onlar güyâ Hz. Mûsâ (as)’ın emrini, nazarlarında ehemmiyetsiz küçük bir şey yerine koyarak alay etmek istediler. Bu inkârları sebebiyle, birçok rivâyete göre, bir saat zarfında yirmi dört bin kişinin helâkine sebeb olan bir tâûn (vebâ) salgını ile cezâlandırıldılar. (Nesefî, c. 1, 92)