Erdoğan ÇELEBİ

Erdoğan ÇELEBİ

Münazarat akşamlarında Meyil ve Temayül

Risale Akademi tarafından Ankara’da düzenlenen ve ilki bu Çarşamba yapılan ve bundan sonra Cuma günleri periyodik olarak devam edeceğini öğrendiğimiz “Münazarat akşamlarında” akademisyen ve eğitimci dostlar ve bir kısım katılımcılarla bir araya geldik

Katılım nedeni, yeni anayasa, hürriyet, insan hakları ve etnik sorunların haklı olarak çok tartışıldığı ve gündemi sürekli meşgul etmesi nedeniyle Bediüzzaman Hazretlerinin bu konulara çözüm olarak ele aldığı Münazarat adlı eserinin anlaşılması ve anlatılmasına duyulan samimi ihtiyaçtır.

Seminer konusu, Üstad hazretlerinin Münazarat eserinde geçen ve ümitsizliğe karşı üretilen çareler bağlamında, “şeş cihetten nağme-i  “La taknatu” eyler huruş evet “zaruret, incizab, temayül, tecarüb, tecavüb ve tevatür, “katarat ve lemeatlarını musafaha ettirerek, müminlerde bulunmaması gereken ümitsizliği kırarak ümide yelken açmak konusunun işlenmesiydi. Her bir konu ayrı ayrı eğitimci ve araştırmacı arkadaşlar tarafından seminer konusu edildi ve bu altı mananın birbiriyle barışması, kucaklaşması, dayanışması, yardımlaşması, cevaplaşması ve birbirinin imdadına koşması ile ümide, kemalata, terakkiyata ve ittihad-ı islama yol açılacağı konusunda ortak kanaatler belirtildi. Ben de bu bağlamda temayül ve meyil konusunda anlatımda bulundum.

Temayül, sözlük anlamı olarak, “bir tarafa eğilme, meyletme, yönelme, bir kimseye veya bir şeye ilgi duyma, belli bir gayeye veya sonuca yönelen, faaliyete geçmeyen etki gücü, yönseme” gibi anlamlar içermektedir. Risale-i Nur’da da “eğilim, yönelme, belirti, istek” anlamlarında kullanılmıştır.

Meylin artması ve şiddetlenmesi ile birlikte meyil sırasıyla arzuya, iştiyaka ve ilahi aşka inklab etmektedir. Meyil vicdanı ve vicdanın 4 unsurundan biri olan hissi zemin olarak kullanmaktadır.

Temayül meyilden geldiği halde bulundukları konum ve kullandıkları aletler farklıdır. Temayülün mahalli akıl olup aklî bir ürün olduğu halde meylin mekânı vicdan ve kalp olup vicdanî ve kalbî bir üründür. Vicdanın ise, irade, zihin, his ve latife-i Rabbaniye’den oluşan dört unsuru bulunmaktadır ki bu aynı zamanda ruhunda dört havassını oluşturmaktadır. Vicdandaki irade ibadetle; zihin marifetullahla; his muhabbetullahla; latife-i rabbaniye ise, müşahedetullah ile vazifeli ve alakalıdır.

Cüz’i irade, meyil, iman bunlar kalbin ürünleridir. Cüz’i ihtiyari, temayül, itikad ise, aklî ürünler ve melekelerdir. Yani, meyil ile temayül; cüz’i irade ile cüz’i ihtiyari; iman ile itikad aynı şeyler olmadığı gibi bulundukları ve kullandıkları mahallerde farklıdır ama birbirinden tamamen bağımsız olmayıp öncelik sonralık ve birbirini tamamlama ilişkisi söz konusudur.

İtikad imamlarımız külli irade, cüz’i irade ve cüz’i ihtiyarı gibi kavramlarla birlikte meyil konusunda da yoğunlaşmışlar ve bu konuda içtihadda bulunmuşlardır. İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretlerinin ve Hanefi mezhebine mensup olanların itikaddaki imamı olan İmam Maturidi’ye göre, meyelanın kendisi bir emri itibaridir, nisbidir, görecelidir ve kula, insana aittir. İmam-ı Şafii Hazretlerinin ve Şafii mezhebine mensup olanların itikaddaki imamı olan İmam Eş’ari’ye göre ise, meyelan zaten mevcuttur o nedenle meyelan değil ama meyelanda tasarruf etmek yani meyelanı kullanmak kula aittir” demişlerdir. Oysa ahirzaman Mehdi-i Ali Resulü ve Müceddid Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ise, “meyelanın vücudu haricisi olmadığını, yani meyalanın vacib bir vucudu bulunmadığını, o nedenle; hem meyelanın kendisinin hem de meyelanı kullanmanın insana ait olduğunu, eğer meyelan vacib olsa idi, vicdandaki her meyelanın muhakkak fiile, eyleme dönüşeceğini yani varlık âlemine çıkacağını, bu halde de insanın elinden ihtiyar ve tercih hakkının alınmış olacağını” belirterek kendi ictihadını yaptığı gibi her iki itikad mezhebi arasındaki müansı da gidermiştir. Yani, meyelan ve meyalandaki tasarruf mevcut olmadığı gibi madum da değildir.

Bu durumda hem meyelan hem meyalandaki tasarruf varlıkla yokluk arası bir berzah olarak nitelendirilebilir.

İnsanoğlu gafletiyle,"ben yaptım,ben ettim,ben hallederim" gibi şirki işmam eden cümleleri rahatlıkla kullanmaktadır.Kul ne kadar "ben" kelimesini kullanırsa yaradanıyla arasında o kadar perde ve mesafe koymaktadır.Oysa,sadece vicdanın hissinde ve kalpte beliren bir meyile tasarruf edebilecek kadar sıfıra yakın bir cüz'i iradesinden başka bir gücü ve kudreti bulunmamaktadır.Buna karşın kibir ve gurur tuzağına düşmektedir.

Peki,meyelan konusundan bizim alacağımız ders nedir?,

Buradan biz kullar ve insanlar olarak, ne kadar aciz,fakir olduğumuzu,enaniyet ve benlikten sıyrılmamız gerektiğini,had ve sınırlarımızı bilmemiz,öğrenmemiz ve bu sınırlar dahilinde hürriyetimizi,irademizi kullanmamız gerektiğini anlıyoruz.Ayrıca meyilin ve meyilanın kullanılmasının insana ait olduğunun tesbiti ile sorumluluğumuzu ve imtihan için yaratıldığımızı,iyiyi,kötüyü,haramı,helali tercih ederken neticesinden mes'ul olacağımızın idrakine varıyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum