M. Sami SEYDİOĞULLARI

M. Sami SEYDİOĞULLARI

Muhterem Ağabeyim Mustafa Sungur’a…

Allah için seni ve diğer saff-ı evvelleri çok seviyoruz

İhsan Atasoy’un hazırladığı “Nurun Büyük Kumandanı Zübeyir Gündüzalp” adlı eserin bir yerinde Sungur Ağabeye atfen şu manada bir değerlendirme okumuştum: Biz Zübeyir Ağabeyi bizim gibi bir şahsiyet biliyorduk. Fakat vefatından sonra, O’nun bizim gibi olmadığını, çok farklı olduğunu anladık… Sungur böyle diyordu fakat eminim ki, kendisinden sonra da kadirşinas ve hakperest birçok Nur Talebesi de aynı şeyleri onun için hissedecek ve bunu ikrar edeceklerdir…

Sadece Nurları tanıdığım otuziki yıl boyunca değil, kırkdokuz yıllık hayatım boyunca körükürüne birine bağlanmaktan, aşırı nefret ve sevgiden her zaman içtinap eden bir mizaca sahibim. Nurlardaki, baki hakikatlerin hiçbir şekilde fani şahsiyetlere bina edilmemesi gerektiği düsturuna azami nisbette dikkat etmeyi ise Nura talebe olabilmenin şartlarından birisi olarak görüyorum. Fakat şunu da gayet iyi biliyorum ki, bir dâvânın muvaffakiyeti için fedakâr, hasbî, diğerkâm ve kahraman insanlara, büyük şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Önemli olan husus, neticenin, muvaffakıyetin, hizmetin şahıslara bina edilmemesi, sadece onlardan bilinmemesi ve hakkın hatırının her daim yüce tutulmasıdır…

Bediüzzaman hazretleri “Yok mu bir talebem” dediğinde O’na Tahirî Ağabey gösterilir. Zübeyir Ağabey için “Ben Zübeyirimi dünyalara değişmem”; Hulusî bey için “Ne o ne hiçbirisi benim Hulusime yetişemiyor” der ve hakeza… Bayram’ın, Abdullah’ın, Hüsnü’nün ve diğer kahramanların, Muazzez Üstadımıza en zor bir zaman ve zeminde hizmet etmelerini, yardımına koşmalarını, arkadaş olmalarını ve çektikleri sıkıntıları ebedlere kadar unutmamak, dâima hatırlamak boynumuzun borcu olmalıdır ve öyledir de… Rabbim, bizleri bu güzide kadronun o dönemde yüklendiği misyona günümüzde sahip çıkmayı,  bir ihsan-ı ilahi bilerek bu hizmette istihdam olunmayı nasip ve ihsan eylesin. Böylesine büyük ve muhteşem bir dava hiç şüphesiz ki O’nu hakkıyla temsil edecek kuvvetli eller, omuzlar ve yüce ruhlarla hak ettiği mevki-i muallayı alacaktır.

Büyük bir zat vefat ettiğinde, hatıralar, eski günler bambaşka duygularla canlanır ve insanlar bunları diğerleriyle paylaşma ihtiyacı duyarlar. Muhterem Ağabeyim Mustafa Sungur’la ilgili bazı hatıralarımı, duygu ve düşüncelerimi Siz gönüldaşlarımla paylaşmayı, bunları ifade etmek için (Rabbim hayırlı ve uzun ömürler versin) onun ötelere pervazını beklememeyi daha uygun görerek bunları yazmayı bir görev bildim. (Fakat maatteessüf ancak vefatından sonra neşir sahasına çıkabiliyor)

Nurları tanıdığım 1979 yılından bugüne kadar camia olarak yaşananlara, yaşadıklarımıza şöyle bir baktığımızda rahatlıkla diyebiliriz ki: Bu camia ne zaman derli-toplu hareket etse, ne zaman birlik-beraberlik rüzgârı esmeye, uhuvvet şaha kalkmaya başlasa, mutlaka büyük bir sarsıntı ile karşı karşıya kalıyoruz. At izi, it izine karışıyor… Kim haklı kim haksız anlaşılamadan, atı alan Üsküdar’ı geçiyor…  dessas parmaklar karışıyor ve karıştırıyor.

Risale-i Nur’u, Bediüzzaman’ı Üstad bilen, vicdanında bunu gerçekten hisseden herkesin, hepimizin, Nurları samimiyetle, ciddiyetle, aczini-fakrını bilerek baştan okumaya, iman hizmetini herşeyden önce ve önde görerek Resul-i Ekrem’e yeniden biat etmeye ne kadar ihtiyacı var... Sungur Ağabey gibi kahraman ve fedakârların öldükten sonra değil, hayatta iken kıymetinin bilinmesi gerekir.

***

Sene 1981… Antakya’da Eğitim Enstitüsü öğrencisiyiz. Hayatını Nurlara vakfeden bir er oğlu erin vefat haberi tüm Türkiye’de duyuldu. Hüseyin Bulut geçirdiği bir trafik kazası sonrası günlerce yoğun bakımda kalarak Adana’da ötelere pervaz eder. Antakya’da o zaman sadece iki evimiz var bunlardan birisinde (Nurşen Apt. 6 numarada) kalıyoruz. Binlerce insan, günlerce Antakya’ya aktı durdu. İşte böyle bir akşamda Sungur ağabeyi bir taziye münasebetiyle görüyordum. Onu ve yanındaki hizmet erlerini dinlemek, seyretmek bile insan olan insana çok şeyler ifade ediyordu. Oradaki bir-iki saatlik zaman diliminde, nasıl bir kadro ve cemaatle birlikte olduğumu da anlamaya başlamıştım.

***

Sene 1982… Okul bitmiş, bizler Tunceli’ye öğretmen olarak atanmıştık. 4 veya 5 Aralık akşamı Gaziantep üzerinden Tunceli’ye gitmek üzere yola koyulduk. Sungur Ağabeyin Antepte olduğunu öğrendik. Hamdi beyin evinde iştirak ettiğimiz derste, Onun Nurlara, Üstada ne kadar bağlı olduğunu bir kez daha müşahede ettim. Ayrıca bilgiye nihayet derecede saygılı idi. Sahabe-i kiram arasındaki hilafet seçimi meselesini anlatan A.Akgündüz’e yeni bir şey duyduğunda “ya..” “öyle mi” deyişi hala gözlerimin önündedir. Ertesi gün, yola çıkarken, bütün cemaat adına, Nazım ağabeyle birlikte bizi kucakladı ve dualarla birlikte o zaman Tunceli müftüsü olan Turgut Özlü’ye selam gönderdi.

***

Sene 1986… Hulusî Ağabeyin vefatı münasebetiyle Elazığ’dayız. Hizmete ait mülk ve büyük dersanede bir odada Sungur Ağabeyin birkaç kişiyle birlikte oturduğunu görünce selam vererek yanlarına yaklaştım ve sadece onu tanıdığım için ellerini öptüm. Bana “Kardeşim, bak karşıda Abdullah Ağabey var, Said var ...” dedi. Sadece kendisine önem verilmesinden, diğer hizmet ehlinin görülmemesinden rahatsız olduğu anlaşılıyordu.

***

Sene 1987… Bursa Karacabey’de öğretmenim… Fakat hemen her hafta sonunu Bursa’da ya İnebey 34 numarada Sami Pala ve arkadaşlarıyla ya da Heykel civarında, büro olarak kullanılan mekânda eski gazeteleri (Arşiv) inceleyerek, Nurları tanımadan önce Yeni Asya’da neler yazılmış-çizilmiş bunları inceleyerek geçiriyorum. İşte Bursa’daki iki yıl boyunca defalarca Sungur ağabeyle birlikte olma fırsatını yakaladık. Bursa’da, Manisa’da, İzmir’de yapılan faaliyetlerde karşılaştık… Üstada ve Nurlara olan sadakatini ve engin şefkatini, ne kadar müdakkik olduğunu değişik hadiselerde, farklı zaman ve zeminlerde müşahede ettik…  

Bandırmadan Bursa’ya geldikleri bir gece var ki asla unutamam… Bir gece İnebey’de yatma hazırlığı içerisindeyiz… Saat 23.30 sıraları… Telefon çaldı ve herhalde en yakın ben olduğum için ahizeyi kaldırdım. Karşıdaki ses “Kardeş, ben Sungur” dedi. “Ağabey buyrun” deyince “Bandırma’dan geliyoruz, yeriniz var mı (ya da müsait mi) diye sordu. Kendilerini misafir etmeye hazır olduğumuzu ifade ettim… Aradan 40 dakika ya geçti ya geçmedi kapı çaldı. Açtığımız vakit Sungur ağabeyi karşımızda görünce şaşırdık… Zira Bandırma’dan Bursa’ya bu kadar kısa bir zamanda gelinmesine imkân yoktu. Bu işe şaşırmıştım. “Ağabey ne çabuk geldiniz?” dedim. Vahdet ağabeye dönerek biraz da kızgın bir şekilde “ona sor” dedi. Vahdet ağabey arabayı o kadar hızlı kullanmış ki Sungur ağabey bir ara “dur kardeşim ben ineceğim” demiş ve inmiş ve herhalde bir benzinlikte telefonla bizi aramış… Daha sonra tekrar ikna etmişler, arabaya yeniden binmiş fakat netice yine aynı: ses hızıyla giden bir araba ve 30-40 dakikada Bursa’ya varış…

***

Yukarıda zikredilen İnebey 34 numarada bir sabah namazı sonrası… Yan odadan Sungur ağabeyin sesini duyuluyor. “Aslan Muhammed! Aslan Muhammedim!” Şaşırıyoruz, zira Efendimize (asm) hitap ediyor zannediyoruz fakat bu hitap şeklini bir türlü anlayamıyoruz. Nasıl olur da Efendiler Efendisine böyle denilir, diye düşünürken mesele tavazzuh ediyor. Meğerse bir küçük radyodan, Cidde Radyosunda risaleden ders yapan, oğlu Muhammed Sungur’a hitap ediyormuş…

***

1988-1989 Ankara… Beştepede Bayram apartmanı günleri… ve bu fakir için o apartman gerçekten bayram günlerine dönmüştü: Sayısını hatırlayamadığım kadar Sungur ağabeyle paylaşılan zaman dilimleri…

İstanbul’dan gelen Sungur Ağabey’in şalvar tipi pantolon cebinden bütün parasının hırsızlarca çalındığını öğreniyorum. Sıhhiyede bir lokanta işleten merhum pideci Yusuf ağabeyin mekânına birlikte gidiyoruz. Ağabey çantanızda yedek pantolon var mı diye sordum. Ne yapacaksın dedi. Her iki pantolona da içten gizli cep açtıracağımı söyledim. Reddetmedi, sırasıyla her ikisine de yakın bir terziden gerekli tadilatları yaptırdım.

***

Yüksel Kavuştu ve Sungur ağabeyle birlikte Maltepede altı veya yedinci kat bir apartman dairesindeyiz. Akşam namazı ve yemekten sonra birlikte yine Beştepede bulunan ve Said Özdemir ağabeylerin ilgilendiği bir dersaneye gitmek üzere tam daireden çıktık ki asansörü çağırmadan elektrikler kesildi. Ben ve Yüksel Bey bekleyedururken biraz sonra ta aşağıdan Sungur ağabeyin “neredesiniz, niye gelmiyorsunuz” diye çağırdığını duyduk. “Ne yapalım ağabey, senin gibi karanlıkta da gören gözlerimiz yok ki” diye cevap verdik.

Bu hemen herkese ilginç gelebilecek bir vaziyettir. Zira cebindeki parayı bir yankesicinin çalmasına engel olamayan fakat yedi kat aşağıya karanlık merdivenlerden inebilen, çoğu zaman içinizden geçenleri adeta hassas bir alıcı-verici gibi tespit edebilen bir Sungur ağabey portresi. Burada anlatmanın doğru olmayacağını düşündüğüm birkaç ortak zaman diliminde cereyan eden hatıra var ki, Sungur ağabeyin “kâlb ve ruhun derece-i hayatına çıktığına çok açık ve zahir delalet eder” Fakat Üstadımızın bir mesele münasebetiyle zikrettiği gibi: büyük zatların hali şimşekler gibidir. Bazen ötelere dikilen nazarları bazen de ayaklarının ucunu dahi göremeyebilir.

***

Beştepe’de bir ders sonrası… Erken çıkarak hizmet için bir yere uğramaları gerekiyor. İkiyüzelli-üçyüz  kişi var. Ayakkabılıktan ne Sungur abi ne de diğer kardeşler bir türlü ayakkabısını bulamıyorlar. Üst kat penceresinden binadan çıkmalarını takip ediyorum fakat bir türlü çıkamadılar. Hızlı bir şekilde dört kat aşağı iniyorum, kapı ağzından sekiz-on kişinin yüzlerce ayakkabı içerisinde Sungur abinin ayakkabısını aradıklarını görüyor ve gülüyorum. Fakat bu tamamen samimiyetten neş’et eden ve bu kadar insan bir ayakkabıyı bulamıyor musunuz, şeklinde takılmaktan ibaret bir tavırdı. Hemen merdivenlerden iniyor ve ‘bir dakika izin verin’ diyerek dolaptan bir çift ayakkabıyı alarak Sungur abiye ‘Ağabey buyrun’ diyorum. Bir an şaşırıyor ve ‘Sen bu ayakkabıyı nasıl buldun, burada olduğunu nereden biliyorsun, veli misin’ diyor. Bendeniz de ‘Sizi karşıladığımda ayakkabınızı buraya koyduğunuzu görmüştüm” diye cevap veriyorum.

***

Yukarıdaki altı-yedi sahne O’nu anlatabilecek mahiyette değil fakat onlarca belki yüzlerce zaman dilimi var ki iman hakikatlerine, marifetullaha bakan yönleriyle burada ele alacak olsak, sadece bir tanesi için beş-on sahife yetmez. O’nun nasıl ders yaptığını, iman hakikatleriyle nasıl muhatap olup adeta trans haline geçtiğini bilenler zaten biliyorlar. Görmeyen ve bilmeyenler internet üzerinde videolarda bunlardan birkaç tanesini sabırla izleyenler dahi ne demek istediğimizi açık ve net olarak görebilecektir. Bu zaman dilimleri “zamanın altın dilimleri” olarak baki birer levhaya inkılab edecek ve inşaAllah öteler ötesinde de güzel ve mükemmel meyveler verecektir.

Muhterem ağabey! Geriye dönüp şöyle bir baktığımda onlarca hadise gözlerimin önünden şimşek hızıyla geçiyor. Hangisini arz etsem bilmem ki:

Seher vakti Bursa caddelerinde Musa, Mesut ve Rahmi ile beraber kolkola omuz omuza Ulu Camiye sabah namazını kılmaya gittiğimizi mi… Beştepede ders salonunda bu fakirle paylaşma büyüklüğünü gösterdiğiniz Üstadımızın son yıllardaki ibadet hayatı ve bir kısım sırları mı… Yoksa, adımızla değil de “millî eğitimci” diye o tatlı şivenizle çağırışınızı mı… Hacıbayram’da Sadakat Kitabevi’nde, bu fakire bir meseleden dolayı gönül koyan …. ağabeye karşı bize sarılarak tebrik edişinizi mi… fikrî anlaşmazlıklar sebebiyle gönlümüzün kırık olduğunu müşahede ederek Beştepede vakıf odasında “Senin bir derdin mi var” diyerek meseleyi bütün boyutlarıyla bildiğinizi ifade edişinizi ve gönlümü alışınızı mı… Nur dairesindeki bir başka grupla teşrik-i mesai için hem teşvik hem de desteğinizi mi…

Muhterem ağabey! Allah için, Seni ve diğer saff-ı evvelleri çok seviyoruz.

Burada ellerimizden tutuğunuz gibi, ne olur ötelerde de bizleri bırakmayınız. Efendimize, Üstadımıza, Tahirilere, Hulusilere, Zübeyirlere, Bayramlara, Hafız Alilere,  Ali Uçarlara,  Muzaffer Aslanlara, Nazımlara, Müslümlere… Selamlarımızı götürünüz.

Sizi, Rahmeti Sonsuzun hadsiz rahmet ve mağfiretine emanet ediyor;

Çok sevdiğiniz bir şey değildi ama daha şimdiden hasretle ellerinizden öpüyorum.

Abdullah, Hüsnü, Aytimur, Fırıncı, Özdemir, Badıllı Ağabeyler, Ali Sert hocam ve Ali İhsan bey kardeşim gibi ders ve dava arkadaşları başta olmak üzere umum Nur talebelerine; Muhammed Nur başta olmak üzere tüm yakınlarına da taziyetlerimi sunuyorum. Ülkemizin ve İslam âleminin başı sağolsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum