Müfettiş ve Nurcu öğretmenin şaşırtan Said Nursi sorgusu

Müfettiş ve Nurcu öğretmenin şaşırtan Said Nursi sorgusu

Soruşturma sırasındaki şaşırtan diyalog

Risale Haber-Haber Merkezi

Matematik/Fizik öğretmeni Mehmed Güleşçi, 1935 Senirkent doğumlu. 1957 senesinde Said Nursi hazretlerini ziyaret etmiş ve duasını almış. Mehmed Güleşçi zeki, cesur, haksızlık karşısında sözünü esirgemeyen bir öğretmen emeklisi. Zübeyir Gündüzalp ağabeyin kendisini takdir eden ses kaydı var. Halen hayatta, Isparta’da ikamet ediyor.

Öğretmen Mehmed Güleşçi, hizmet hatıralarını Ağabeyler Anlatıyor kitaplarında yayınlanmak üzere Ömer Özcan’a anlattı. Ömer Özcan, 24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesiyle ilgili hatıraların öğretmenlikle ilgili bölümünü Risale Haber okuyucuları ile paylaştı.

OKUDUĞUM FELSEFE KİTAPLARI İNANCIMI SARSMIŞTI

Genç yaşlarımda benliğimi sarmış olan ‘Metafizik’/‘Fizikötesi’ merakı, beni Dekart, Auguste Comte, Immanuel Kant gibi filozofların klasikleşmiş kitaplarını okumaya sevk etti. Ve okudum… Okuduğum felsefi eserler, Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin tabiriyle din ile, Kur’an ile barışık olan felsefe kısmından değildi. Manen derin yaralar aldım, inancım sarsıldı… Hasta oldum, uykularım kaçtı, uyuyamaz oldum... Doktora gittim, ilaçlarla ancak biraz sakinleşebildim… Nihayet Risale-i Nur imdadına yetişti. Çölde yanıp kavrulmuş adamın suyu bulduğunda yaptığına benzer şekilde elime geçen Sözler kitabını iki gecede okuyup bitirdim. Şifa bulmuştum. O gece Nur-u Kur’an’a talebe olmaya ahdettim. 1957’de Said Nursi hazretlerini ziyaret ettim, duasını aldım.

mehmet_gulesci-001.jpgSINIFLARDA BEDİÜZZAMAN’IN HAYATINI, ESERLERİNİ ANLATIRKEN...

27 Mayıs 1960 ihtilalinde Isparta/Senirkent’teyim. Yapı Sanat Enstitüsünde öğretmenim. Ali İhsan Tola ağabeyle beraber devamlı Risale-i Nur dersleri yapıyorduk. Tahsin Tola ile Ali İhsan Tola hala-dayı çocukları olarak akrabadırlar.
Okulda, sınıflarda Bediüzzaman hazretlerinin hayatı, eserleri hakkında konuşur, anlatırdım. Bir gün kapıyı açmışlar, beni dinlemişler. Sınıfın kapısı arkamda kaldığı için, farkına varmamışım. Kısa sürede bu duyulmuş, yayılmış, şikâyet edilmiş. Şikâyet edenler bazı siyasi şeyler de eklemişler tabi.

İLK TEFTİŞ İÇİN GELENİN MÜFETTİŞİ KOVDUM

Ramazan ayıydı… İkindi namazı sırası, Milli Eğitim Müdür vekili tahkikat için okula gelmiş. Baktım ağzında sigara, ben oruçluyum; “Tahkikat yapmaya geldim” dedi. “Bu vaziyetteki bir adam beni tahkik edemez, git başkası gelsin” dedim, adamı kovdum. Arkamdan müdür bağırıyordu, “Yahu bu adam senin işi kapatmaya gelmiş, sen bıraktın gidiyorsun” dedi. “O adam beni tahkik etmesin” dedim, dönmedim geriye. Bu dediğim hadise Demokrat Parti zamanında oldu, ihtilal olmamıştı daha. Hakikaten şikâyet dosyasını kapatmış adam.

İKİNCİ MÜFETTİŞ: MEHMET, NE İSTİYORLAR BUNLAR, SENİ ŞİKÂYET ETMİŞLER?

Arkadan 27 Mayıs 1960 ihtilalı olunca, “Bu adam Demokrat Parti’nin adamıdır, tahkikat yapılmadı” diye yenilemişler şikâyetlerini. Başladı yeniden bir tahkikat. Bir tahkikatçı geldi: “Mehmet, ne istiyorlar bunlar, seni şikâyet etmişler?” dedi. “Ne bileyim ben de anlayamadım bu işi, matematik-fizik hocasıyım ben” dedim. Bir çay içti bıraktı gitti. Ben zannettim ki o, bu işi kapatır...

ÜÇÜNCÜ MÜFETTİŞ: MEHMET, BENİM BABAM DA MÜFTÜ...

Aradan biraz zaman geçti, bir müfettiş daha geldi. Onun adını hatırlıyorum; Mehmet Doğanay’dı, kimyacıydı. “Mehmet, benim babam da müftü, senden ne istiyorlar bunlar, bir çay ısmarla da gideyim” dedi. İyi, herhalde bu kapatacak dedim içimden. Çayı içti, o da bıraktı gitti. Yine içimden ‘biri kapatmadı, herhalde bu kapatacak dosyayı’ dedim.

DÖRDÜNCÜ MÜFETTİŞ İNANÇSIZ OLDUĞUNU SÖYLEDİ, SONUNDA HAYRETLER İÇİNDE KALDI

Dördüncü bir müfettiş geldi. Adını hatırlayamadım, soyadı Aköz… “Otuz senelik müfettişim, sekiz sene Balıkesir Lisesi Müdürlüğü yaptım, felsefe hocasıyım” dedi. Oturdu koltuğa, ben de karşısına oturdum. “Nedir bu senin işin, hiçbir inanç sahibi değilim, felsefe hocasıyım ben” dedi.

“Senin gibi birini bekliyordum” dedim çıkıştım adama. Artık ne söylediğimi şimdi demeyeyim ağır bir kelime... Neye uğradığını anlamadı, tutuldu kaldı öylece. Konuşacak hali kalmadı.
Dedim ki, “Bu yaşa, altmışına gelmişsin, toprağa gireceksin, daha hiçbir şeyden haberin yok, sen ne biçim adamsın öyle.” Sonra ezberimde olduğu kadar “Bir harf kâtipsiz olmaz…” bölümünden biraz okudum, ezberimden. “Sor bakalım” dedim. Sükûtu ben bozdum gayrı.

Dedi, “Nasıl oluyor da yıkılan hükümet tarafında oluyorsun?” Dedim, “Ben siyasetçi değilim, partiden bana ne. Sen şimdi benden nurculuk hakkında tahkikat yapacaksın, siyasetle ilgim yok benim.”
Buna rağmen devam etti, “Mesela bir köye okul yapılması için para gelse, o parayı camiye sarf etseler, sen ne diyorsun?” dedi. “Cami lazımsa cami yapılır, okul lazımsa okul yapılır, yapacak olan ben değilim, ne ilgim var?” dedim kapattım.

BEDİÜZZAMAN’IN YEDİĞİNDEN OLAĞANÜSTÜ BİR CEVAP BEKLEDİ

Müfettiş sonra Bediüzzaman’a geçti, “Said Nursi birkaç zeytinle, bir yumurta ile idare ediyormuş?” dedi.
“Senin bu sorun da sakat. Yumurta mideyi en geç terk eden gıdadır. Bütün hayatı riyazetle geçmiş, 40-50 kiloluk bir zat bir yumurta, birkaç zeytinle idare eder. Bunun herhangi bir kerameti yok” dedim. Bundan da bir şey çıkaramadı.

DENİZLİ HAPİSHANESİNDE İKEN CAMİDE GÖRÜLMÜŞ?

Biraz durdu, “Denizli hapishanesinde iken camide görülmüş” dedi.
“Bu işte de senin mesleğinden haberin yok. Dr. Ali Sevil Atay ve İshak Lütfi Kuday diye iki kişinin ‘Spiritüalizm Ruh Ansiklopedisi’ diye kitapları var. Kitabı getirteyim görürsün” dedim. Bu kitap yakmadıklarımdandı, okul kütüphanesine vermiştim. Kitabı getirttim. Orada Adanalı bir ticaret ehli hem Adana’da alışveriş etmiş, hem de İstanbul’da alışveriş yapmış, iki yerde görülmüş. Misal olarak konulmuş kitaba. “Bak senin mesleğin de felsefe, ama haberin yok. Sürrealizmin (Gerçeküstücülük) konusudur bu. Bu iki Doktor araştırmış, bu kitabı yazmış. Sen de felsefe hocasısın. Felsefeci değil, felsefenin hocasısın” dedim.

MEHMET, BEN ŞAŞIRDIM BU İŞE, BÖYLE BULACAĞIMI ZANNETMİYORDUM

Bu arada müfettiş ne sorduysa felsefi cevaplar verdim… “Mehmet, ben şaşırdım bu işe, benden evvelki arkadaşları da düşünüp senin aleyhinde rapor verecektik, böyle bulacağımı zannetmiyordum” dedi hayretle. Sonra da, “Ama buradan seni kesin alacağız, o şartla emir geldi” dedi. “Nereye verirseniz verin mühim değil” dedim.

MÜFETTİŞİN YEMEK YİYECEK HALİ KALMAMIŞTI

Bu sorgulama üç saat sürdü. Yaz ayındayız, öğle oldu... Şikâyetçilerden biri Kız Sanat Enstitüsü müdiresiydi. O geldi, “Efendim sizi yemeğe bekliyoruz” dedi. “Yemeğiniz batsın” dedi onlara elinin tersiyle. Arkadan Ortaokul Müdürü geldi, o da aynı şeyleri söyledi. Ona da aynı şekilde çıkıştı, gönderdi. Adamın yemek yiyecek hali kalmamıştı.

BÜNYEMİN ZAYIFLIĞI DA SUÇ OLMUŞ

Müfettiş iki daktilo sayfası rapor yazmış, ama gayet güzel bir rapor. ‘Hiç ümit etmediğim felsefi cevaplar verdi falan...’ gibi. Ben kendim için öyle yazamam yani. Raporun en sonuna da, “Boynunda kravatın olmayışı, kendisinin zayıf oluşu, çevrede nurcu tanınan kimselerle konuşması din hislerinin çok kuvvetli olduğunu göstermektedir. Kars veya Ardahan gibi bir yere nakli zaruridir” diye yazmış. Bünyemin zayıflığı da suç olmuş yani.

KANUNUNDA NURCULUK DİYE BİR SUÇ YOK!

Bu raporu ben nereden öğrendim; rapor teftiş kuruluna gitmiş. Teftiş kurulu: “Memurin-i Disiplin Kanununda Nurculuk diye bir suç yoktur. Biz ancak mahkemenin vereceği karara göre bir ceza verebiliriz” deyip, bütün tahkikatları bir klasör yapmışlar, Isparta vilayetine inkılâp valisine göndermişler. Oradan da Isparta Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilmiş. İdari soruşturmadan, adli soruşturmaya geçmiş oluyor dosyam. İşte o müfettişin hakkımda yazdığı raporu, mahkeme dosyasından öğrendim sonradan.

HÂKİM, SAVCIYA SORDU: “ÖĞRETMEN KİTAP OKUMASIN DİYE YAZALIM MI KARARA?”

Isparta Adliyesinde ilk mahkemeye girdim. Savcı, “Risale-i Nur okurmuşsun, nurcularla konuşuyormuşsun…” diye sormaya başladı. “Benim mesleğim öğretmenlik, mesleğim kitap okumaktır, okuduğum kitabı güzel bulduysam talebelerime tavsiye ederim, işim bu benim” dedim. Savcıya döndü hâkim, “Ne diyorsun öğretmen kitap okumasın diye yazalım mı buraya?” dedi.

Hâkim Sıtkı Bey (*) çok antika bir adamdı hani… Kıpkırmızı kaldı savcı. İki satır bir şey yazdıramadı. Savcının adına da hâkim bey yazdırdı. Hâkime: “Benim Kars’a tayinim çıktı, mahkemeye gelemeyeceğim…” derken; Hâkim: “Git oğlum, gelme” dedi. Cezayı mahkemeden değil, idareden almış olduk. İşte böyle Kars’a tayinimiz çıkmış oldu. İhtilalın arkasından oldu bu tayin işi. (Hatıraların devamında, Güleşçi hocanın Kars’ta başlattığı ilk Risale-i Nur dersleri ve ilk hizmetler anlatılmaktadır. Ö. Özcan)

(*) Tahkik namına Mehmed Güleşçi’ye beraat veren Hâkim Sıtkı Beyi, Risale-i Nur’un unutulmaz avukatlarından Gültekin Sarıgül’e sordum. Şu bilgileri verdi: “Sıtkı Cebesoy’u iyi tanırım. Isparta Adliyesinde Ağır Ceza Mahkemesi Başkanıydı. Yaşlı, adil bir hâkimdi. Risale-i Nur davalarında aleyhte başka bir karar çıkmış; hiç dinlemiyor, lehte karar veriyordu. Vefatında Tâhirî Mutlu, Mustafa Ezener, Tenekeci Mehmed ağabeyler ve ben bulunduk. Böyle bir şerefe nail oldu... Allah rahmet etsin…

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum