Mübarek olmak

Kastamonu Lâhika düsturları-5

Bu beşinci yazımızda mezkur lâhikanın ilk mektubunun üçüncü kelimesine gelmiş bulunuyoruz. “Aziz, Sıddık, Mübarek kardeşlerim…”

Mektubun devamında: “sizin ile otuz bine mukabil gelen otuz Abdurrahman’ı belki yüz otuz, belki bin yüz otuz Abdurrahman’ı Risaletin-Nur’a ihsan etti.”İfadesinden anlıyoruz ki; bir ferdin bin ve daha fazla ferd hükmünde olması içinde acib bir bereket sırrı var. Mübarek kelimesi de, bereketin olduğu mahal olarak anlaşılabilir. Bereketi gösterebilen, berekete ayinedarlık edene “mübarek” diyoruz. Yani; kendi küçük sınırları içinde kalmayıp ötelerle, beka ile, başka hayat sahipleri ile bir irtibatı olan. Altıncı Şua’da“fıtrî mübarekiyet” kavramı, mübarek olmanın ne anlama geldiğini çok açık izah ediyor. Daneler, çekirdekler, tohumlar ve yumurtalar fıtraten mübarekler. Bunların mübarek olmaları, hayatın ve hayat sahiplerinin hülasası olmaları sebebiyledir. Yani; ne ki hayatın içinde var, bunların içinde de var. Hayatın içinde ise yok yok desek yeridir.29. Söz, 30.Lem’a, 11. Söz, 4. Şua, 15. Şua gibi çok Risaleler hayatın sırrını keşf etmişler. Zât-ı Hayy-ı Kayyum-u Ezelî’nin cilve-i azamı olan hayat elbette kıymetsiz olamaz, mahdud kalamaz. Hatta hayat bir kafirde bile olsa, ebedî Cehennemde ebedî bir vücuda mazhariyet ile neticelenmesi cihetiyle yine ebediyet ile müşerref olacaktır. Ömrü boyu inkar ettiği ve bir an bile kendisine minnettar olmadığı Zât’ın onu, kendisinden çıkararak yarattığı hiçliğe ve yokluğa geri atmayıp da vücut vermesi Allah’ın yüceliğinin bir delili değil de nedir? Kendisi onu yaratmış olmasına rağmen kendisine hasım kesileni ademe atmamak ne büyük bir lütuftur. Demek hayat, o hayatın kıymetini bilmeyen ve anlayamayan beşer için bile bereket ve bir cihette saadet vesilesidir, bekaya sebeptir.

Çekirdek ve tohumların içinde öyle bir bereket var ki bir tek çekirdek binler ağacın sebebi olur, kendi gibi nice çekirdeklere menşe olabilir. Bir iken binler ve milyonlar olur. Bir araya gelen dört samimi ve hakiki müttefik kardeşlerin dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olması da buna benzer.

Kastamonu Lâhikasının ilk mektubunda otuz Abdurrahman otuz bine mukabil geldiğini okuyoruz. Ve kendilerine hitap edilen talebelere Said Nursî, ‘sizinle yüz otuz belki bin yüz otuz Abdurrahman ihsan edildi’ diyor. Yüz otuz ile bin yüz otuz arasındaki farkın bir tek “elif” den ibaret olduğunu düşündüğümüzde “bin kişi hükmünde bir kişi” olabileceği hiç de akıldan uzak değil.

Yaradılışta, bir tek ferdin bin ve milyon ferd hükmünde olması çok şahit olunan bir durumdur.

Gözümüz önündeki bir çiçeği nazara alalım. Bu (mesela) mor menekşe neyi ifade ediyor ve ne anlatıyor, ne iş görüyor?

Zamanın tümündeki bütün mor menekşeler ne iş görüyor ise, ne vazifesi var ise, neye ayine iseler, bu bir tek fert de ona ayine değil mi? ve onlar ile yanı işi görüp aynı ayinedarlığı etmiyor mu? aynı şeyi anlatmıyor mu? cevabımız “evet” ise, şimdi gözümüz önündeki bir tek çiçek kaç çiçek hükmüne geçti? Dünya kabil-i sükna oldu olalı ve bu zamandan da kıyamete kadar kaç mor menekşe göze göründü, vücut sahrasına çıkarıldı, kitab-ı mübîn’de ifade edildi ise işte o kadar mor menekşe hükmüne geçmedi mi? neticede aynı vazifeyi yapıyor “aynı vazifeyi yapanlar ise birbiri hükmündedirler”

Demek ki Üstadın, Abdurrahman yerine kabul ettikleri de Abdurrahman ile aynı hükmündeler, aynı işi görüyorlar. Otuz Abdurrahman ise, otuz bin hükmünde. Bu meselelerde matematik kuralları hükümsüz kalabiliyor. Mesela, İhlas Risalesinde “sırr-ı adediyet” ile bir araya gelmekten söz ediliyor ki bir toplama işlemi olmadığı aşikar. Matematikte sır yoktur, formüller, kurallar her kes tarafından bilinebilen ve uygulanabilendirler. Dolayısı ile ‘madem otuz Abdurrahman Otuz bin hükmünde imiş, öyle ise on Abdurrahman on bin kuvvetindedir, bir Abdurrahman da bin kuvvetindedir’ diyemeyebiliriz. Zira İşârât-ülİ’caz tefsirinde bahsi geçen in’ikas sırrı için de bir matematik formülü yok gibi görünüyor. “maddi ve manevi her şeyde yardımın ve içtimaın büyük kuvvet ve te’siri vardır. Evet, in’ikassırriyle, üç şeyin hüsnü içtima ederse beş olur. Beş içtima ederse on olur. On içtima ederse kırk olur. Çünkü: her şeyde bir nev’i in’ikas ve bir nev’i temessül vardır. Nasıl ki, birbirine mukabil tutulan iki ayinede çok ayineler görünüyor; kezalik, iki-üç nükte veya iki-üç hüsün içtima ettikleri zaman pek çok nükteler, pek çok hüsünler tevellüd eder. Bu sırra binaendir ki, her hüsün sahibinin ve her birsahib-i kemalin, emsaliyle içtima etmeye fıtrî bir meyli vardır ki, içtimaları zamanında hüsünleri, kemalleri bir iken iki olur. Hatta bir taş, taşlığiyle beraber kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşiyle birleşmeğe meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef insanlar, teavün sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa, taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar.” [i]

On şeyin hüsnü içtima edince kırk oluyor, fakat iki hüsün içtima edince sekiz olmuyor ve bu, in’ikas sırrından kaynaklanıyor.

Talebelerine her zaman onların bir ders arkadaşı olduğunu diyen Said Nursî, kendi hükmünde olan çokların bulunduğunu da sık sık ifade ediyor. “ihtiyar, zaif, aciz bir Said yerine; genç, kavî, iktidarlı çok Said’ler sizlerde vardır. Aynı ruh, aynı ifade, aynı iman…”[ii]

Gül ve Nur fabrikaları için de, bu fabrikanın elemanlarının ittihadı ve birbiri ile tam tesanüdü söz konusu. Öyle ki bu fabrikanın bir tek ferdi, tüm ferdleri hükmünde. Her biri öyle bir berekete mazhar ki, bir teki, tümü kadar bir kuvvete istinad edebilir. Bediüzzaman bu fabrikaların ve mübareklerin faaliyetlerinin, memleketi; Beka aleminin, Cennetin kokuları ile rayihalandırdıklarını diyor. Ahmed Nazif de, bu Sıddıklar, mücahitler, fedakar kahramanların, Aşere-i Mübeşşere-i Kuraniyye’den olan Ashab-ı Güzin Efendilerimizin manevi şahsiyetini küçük bir mikyasta temsil ettiklerini mektubunda yazmış. Yani; o mübarekler bu asırda olsalar ne yapacak idiyseler, bu mübarekler de aynı işi yapıyorlar, aynı vazifeyi görüyorlar. Hatta, ümmetin alimleri, hadisin ihbarı ile, benî Îsrail’in peygamberleri gibi oldukları cihetiyle bu mübarekler, tebliğ ve irşad vazifesinde peygamber mesleğinde gidiyorlar. Ecirlerini yalnız ve yalnız Allah’tan beklemeleri ve hizmetleri karşılığında bir ücret almamaları da bu meslekte gittiklerini gösteriyor.

Risale-i Nur’da 741 defa geçen mübarek kelimesinin en çok yoğunluk kazandığı risale On Dokuzuncu Mektup. Zira bu Risalede en mübarek Zât olan Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamdan bahis ediliyor. Kendisi mübarek olduğu gibi her bir cüz’ü dahi mübarek. Mübrek eli, mübarek nefesi, mübarek başı, mübarek ayağı, mübarek kanı, mübarek tükürüğü, mübarek teri, mübarek parmakları, mübarek duası… Hatta öyle mübarek ki kendisi ile dost olanlar dahî mübarek; mübarek zevceleri, mübarek evlatları, mübarek arkadaşları, mübarek mağara arkadaşı, mübarek halifeleri… ve dahî o kadar mübarek ki kendisine benzemeye çalışan, sünnetine uyanlar dahî mübarek.

Mübarek kavramının zıttı ise “ebter”. Yani; devamı olmayan, bekaya aidiyet kesb edemeyen, soyu kesik olan, verimsiz ve bereketsiz, neticesiz işler gören.

Nuranî olanlar in’ikas eder, devam eder, çok ayinelerde görünür. Kesif olan ise pek az devam eder. Mesela; bir günah sözü bir günah olarak kayıt edilirken kelimât-ı tayyibeden olan bir söz, bir “Elhamdülillah” işiten kulaklar adedince şahit olan melekler adedince vücut kazanır, hatta o kelime için bir müekkel melek yaratılır. Ve sahibi için bir Cennet meyvesi olur. Mübarektir, bereketlidir, bir silsileyi başlatmak gibi, bir fabrikanın çarklarını işletmek gibi etkisi olur.

Nurlara hizmet edenlere baktığımızda bu bereketin eseri göz ile de görülebilir. Zübeyir Ağabey, Hulusi Ağabey, Sabri Ağabey, Hafız Ali Ağabey, Hüsrev Ağabey, Sungur Ağabey, Abdullah Ağabey, Bekir Berk Ağabey, Said Özdemir Ağabey, Fırıncı Ağabey, Abdülkadir Badıllı ağabey gibi daha pek çok ferdler bir ferd kadar mı hizmet etmişler ve ediyorlar? Değil bir ömre, ömürlere sığmayacak kadar bereketli işlere mazhar olmamışlar mı?

Bediüzzaman Hazretleri kaç kişilik iş görüyor? Şu anda kaç yerde kaç kişilere ders veriyor? Maddi manevi füyuzât hislerinden ve her şeyden feragat ile safi ve halis hizmeti bu iman ve Kur’an hizmetine kaç Abdurrahmanların dahil olmasına vasıta oluyor?

Her bir talebe de kendi imanlarını kurtarmaktan başka, diğerlerin imanını da takviye etmeyi kendine vazife edinmek ile istifadesi kendisine mahsus kalmıyor ve bir kişilik hizmet etmemiş oluyor, berekete mazhar oluyor. Yani; mübarek oluyor. Elbette bu demek değil ki kaç kişiye hizmet verirse o kadar mübarek olur. Bazen bir kelime çok sevaba medar olur. Bir kişinin irşadı binlere bekli milyonlara mukabil gelir. Ümmeti az olan peygamberlerin, peygamberlik sevabı azalmaması gibi.

Bir tek talebeyi yetiştirmek, binler dostu daireye idhal etmekten efdal olabilir. Her hizmetkâr, ihlas ve takva ve salih amelleri derecesine göre şahs-ı maneviden hisse alır.

Bir Nur Talebesinin kendi sisteminde talebeleri bulması ve ittihad etmesi büyük berekete sebep olur. Her hüsün ve kemal sahibinin kendi emsali ile ittihat etmeye olan fıtrî meyli ile kolaylıkla bir vazifede ittifak edebilirler, mesailerini birleştirebilirler. Böylelikle yanyana gelen iki elifin 11 (on bir) kuvvetinde olması tahakkuk etmiş olur. Bereket olur. Nur ve Gül fabrikalarının teşekkülü de bunun misali değil mi?bu fabrikalar halen işlemekte, Üstad bu fabrikalar için “ebedî” Tabirini kullanıyor[iii] Yani; bu iki fabrika kurulmuş, işlemiş ve faaliyeti tamam olmuş değil. Evet kurulmuş ve işlemiş ve işliyor ve kıyamete kadar da işleyecek. Bir ayetin işari manası ile de bu mana tahkim edilmiş fakat bu gittikçe bereketlenen yazıda buna değinmeyelim.

Kudretin tesirini celb eden Bismillah’ın mübarek bir kelime olması içinde, tüm isimleri tazammun eden Allah lafzının bulunmasıyladır. Bir kişinin mübarek olması da şüphesiz Allah namına işlemesi ile olabilir. Madem Allah insanı kendisine halife olarak ve en cami ayine olarak yaratmış öyle ise bunun tahakkuku da o insanın fıtratının gerçekleşmesi yani; ne için yaratılmış ise onu yapması demektir. Mübarek zâtları mübarek yapan, kendilerine bakıldığında Allah’ın hatırlanması değil midir? “mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim”

Nurlu bir an-ı seyyalenin milyon sene ebtervücuddan üstün olması ve Kur’an hizmetindeki bir saatlik sürenin bir gün ibadet hükmünde olması, fani ömrü bâkiye tebdil için Bâki-i Hakiki’nin zikrine devam edilmesi gereği de ebter olmaktan kurtulup Bâki olanla irtibatlanmanın ne derece ehemmiyetli ve berekete medar olduğunu yani bir cihette mübarek olmanın yollarını gösteriyor.

Hepimiz insan olarak ruh sahibi olduğumuzdan mübarek olmaya muhtacız. Birimizin bin olmasına, yapıp ettiklerimizin ademe, yokluğa gitmediğini bilmeye, bulduğumuz hazineyi hem cinsimizle yani insanlarla paylaşmaya, Allah namına hareket etmeye muhtacız. Bunu yapmış olanlara da medyun-u şükranız. Ve onların mübarek kafilelerine katılmaya - ehemmiyetsiz  şahsımızla beraber - talibiz. Her birimiz ruh sahibi olmakla, zerre bile olsak umum mevcudatı istiyoruz. Bâki olana müştakız. Vücudumuzu Mucidimize feda etmeden rahat edeceğe de benzemiyoruz.

 


[i]İşârât-ülİ’caz s. 39  Envar N.

[ii] Kastamonu Lahikası s.27 Envar N.

[iii] Kastamonu Lahikası s.37 (“Ebedî bir Gül fabrikasına katip tayin edildiğinize kanaatim kat’iyyet peyda etti”)

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum