Miraç Sineması

Bediüzzaman ara sıra sinemayı gittiğini söyler. Eyüp Sultan’ın tepelerinde düşünürken iç diyaloglarını anlatır. “İstanbul’da binler sevdiğim dostlarımdan mufarakat gibi, çok sevdiğim İstanbul’dan da ayrılacağım. Dünyada yüz binler dostlarımdan iftirak gibi, çok sevdiğim ve müptelâ olduğum o güzel dünyadan da ayrılacağım diye düşünürken, yine kabristanın o yüksek yerine gittim. Ara sıra sinemaya ibret için gittiğimden, bana, İstanbul içindeki insanlar, o dakikada, sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi, aynen ben de, o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. Hayalim dedi ki: Madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride katiyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. Onlar da cenazelerdir, geziyorlar.”

Bediüzzaman dramatik anlatımın gereğine inanır. Dramatik roman, sahne haline getirerek anlatımdır. Tiyatroya benzer. İhtiyarlar Risalesi bir roman gibi kaleme alınmıştır. Bediüzzaman hikaye ve roman ve tiyatro ve sinema anlatımlarına uygun formlar kullanır. Ama bizim sanat muhitimiz dramatik anlatımı 18. yüzyıl sonrası batıya bağlar.

Kur’an dramatik anlatımı yüzyıllarca önce kullanmıştır. Allah herşeyi sahneye dönüştürür. Habil ve Kabil'in kavgaları, sonra kardeşini gömmek için bir kuşun toprağı kazmasından ilham alıp kendini suçlayıp, onu gömmesi. Hz. İbrahim Allah'tan nasıl dirilttiği konusunda aklını tatmin etmek için örnek ister. Hz. İbrahim dört kuşu alır dört dağın tepesine koyar, onları öldürmüştür, sonra Allah ona "git bak" der. O da gider ve onların canlandığını görür. Hz. Meryem’in kucağında Hz. İsa ile gelmesi sahnesi, dramatiktir. “Meryem senin ailen iffetli idi, nerden böyle bir işe girdin" derler. O da, “bir de çocuğa sorun" der. Hz. İsa konuşmaya başlar. Daha böyle çok sahne var, Yusuf ile Züleyha, Allah ile Resulullahın konuşmaları diğer peygamberlerin konuşmaları hep sahne gibi düzenlenmiş. Hz Adem’in melekler ile imtihan sahrnesi harika tiyatro ve sinema örnekleridir.

Cami de, imam da, köylü de, İslam düşüncesi de köylülükten çıkamadı. Miraç'da camiiye gittim, namaz kılındı bir dua yarım saat sonra tesbih namazı. Miraç nerede ara bulursun. Hocalar okul hocaları gibi hazırlanmıyor, dersine hazırlanan yok, kitapları yok. Ben Mirac’ı Mevdudi’nin üç ciltlik Hz. Muhammed (asm) kitabından üçüncü kitaptan altmış sahifeyi özetleyerek yazdım. Baktım başka çare yok, otobüse bindim okula gidiyorum, dağıttım. Bir kız hemen ismimi internetten görmüş "hocam roman üzerine çok çalışmışsınız" dedi. "Neden böyle bir konuyu ele aldınız." "İşte bizim ufkumuz" dedim. Samsun’a çıkmak ile ölüm tarihi kafamızda şartlı, neden Peygamberin miraca çıkması bizim sorunumuz olmasın. Yönetenlerin bu gibi sorunlardan haberi yok. Yanımdaki çocuk idari bilimlerde okuyor, "ne kadar bilmediğim şey varmış” dedi.

Sonra Miraç yazısının altına Nur bir şerh düşmüş benim sinema isteğimin uygulanmasını istiyor. Dedim bu yazıyı gece yarısı yazmaya başladım. Bediüzzaman Rusya’dan istanbul’a gelmiş, o dönemde sinemaya gitmiş, sonra eserlerinde sinematik bakışı esas almış. Aradan yüz yıl geçmiş talebelerinin ne tiyatro ne sinema ne doğru dürüst yayınevi, ne televizyonu var. Birkaç internet sitesi, sanat yazıları çok nadir. Onun görüşünün ve örneklerinin çok gerisinde kalmışız, bize bu kadar sinemasal düşünceyi örgütleyen insanın sineması yok. Arkadaşların parası mı yok? Var var da böyle bir konuya eğilen yok! Medreseden kopmuş yenilikçi bir anlatımı eserlerine hakim kılmış insanın talebeleri imam gibi anlatıyor konuları. Ders yapıyor molla gibi.

Bediüzzaman, kabirdeki kişiyi sinema seyreden kişi gibi anlatır: “Evet, bir mü’min, gözüne perde çekilse ve gözü kapalı kabre girse, derecesine göre, ehl-i kuburdan çok ziyade o âlem-i nuru temâşâ edebilir. Bu dünyada nasıl çok şeyleri biz görüyoruz, kör olan mü’minler görmüyorlar. Kabirde o körler, imanla gitmişse, o derece ehl-i kuburdan ziyade görür. En uzak gösteren dürbünlerle bakar nevinde, kabrinde, derecesine göre, Cennet bağlarını sinema gibi görüp temâşâ ederler. İşte böyle gayet nurlu ve toprak altında iken göklerin üstündeki Cenneti görecek ve seyredecek bir gözü, bu gözündeki perde altında, şükürle, sabırla bulabilirsin. İşte o perdeyi senin gözünden kaldıracak, o gözle seni baktıracak göz hekimi, Kur’ân-ı Hakîmdir.”

Bediüzzaman bu cümleleri kurmasaydı biz kursaydık bizi modern, monden, sapkın olarak yorumlarlardı. Bak Bediüzzaman, sinemayı altmış yerde fikrin hareket noktası haline getirir. O eski püskü üstlü adamın kafası ne kadar çağdaş, asrın harikalarından etkilenen, yeni anlatım teknikleri kullanan ve deneyen bir insan yapmış kendini.

Bir gece inad ettim Mevdudi’den bahsi özetledim Miraç konulu yazı çıktı. Altı yüz tane bastırıp hanım ile ben dağıttık, ne yapalım kim ne derse desin, zaten yapılanın hesabı yok. Bugünü böyle geçirdik. Kafamda onlarca roman var. Onlardaki sahneleri roman terminoloji ve örnekleri dersinde anlattım hala anlatıyorum. En büyük roman Kur’an onu anlatıyorum. Hocanın biri demiş ki "niye Kur’an'dan bahsediyor." Dedim; Madam Bovariy fuhuş romanı sınıfta yüz yıldır, zola Mauppasant bizim cumhuriyet romanı dünya kadar fuhuş sahnesi dolu. Kur’an‘daki ilahi roman sahnelerinden bahset seni eleştirsinler.

Bu üniversite kadrosu değişmeli bu insanların dinden haberi yok. Hala 30'lu yılların kemalist kafası ile düşünüyor. Radikal din anlatılıyor çünkü onlardan korkuyorlar. Herşeyin radikali üniversitede ama Bediüzzaman yok çünkü nurcular örgüt değil onları suçlamak kolay. Gel işin içinden çık. Süleyman Demirel Üniversitesi'nde üç yıldır sırtımda boza pişiriliyor. Dörtgen, üçgen hala serbest herşey ellerinde gel işin içinden çık.

Miracı okudum baktım açılışı var. Cebrail gelip uyuyan Peygamberi (asm) uyandırıp zemzemin başına götürüp göğsünü açıp yıkıyor, onun voltajını yükseltiyor. Çünkü seyahatının çok rastlanmadık sahneleri var onlara dayanamaz diye kalbin voltajı yükseltiliyor. Sonra Burak geliyor. Cebrail’in Burak ile sahneleri... Peygamberimiz (asm) ve Cebrail biniyorlar o kudsi bineğe ve yolculuk başlıyor. Kudüs’e varılıyor, gökyüzünde neler gördüler? Neler gördüklerini aradım bulamadım hadis kitaplarını karıştırdım. Ben bulamadım Miraç hadislerini.

Umberto Eco bir kilise babasının eski metnini Gülün adı romanına çevirmiş. Tamamen batı kültürü kilise ve manastırı bir kaynaştırmış, hayran oldum adama. Biz hala sınıfta Allah diyemiyoruz. Bu üniversite kafası bu ülkeyi böler, kime anlatayım? Sanattan anlayan bir entelektüel yok, fizikçinin fizik felsefesinden haberi yok, mametatikçinin felsefeden haberi yok felsefesinden haberi yok. Yok yok yok işte YÖK! Yeni bir müfredat, yeni bir üniversite, yeni kafalar lazım. Ara bulursun!

Kudüs’te bir merdivene biniyorlar, bu merdiven ve ona binmek iste Miraç sineması. Gökyüzüne merdivenle çıkan Hülasa-yı Kainat ve Melaikin hülasası iki varlık, merdivenlerden çıktılar yukarı. Süleyman Çelebi gördükleri için “Neler gördüler neler “diyor. Biz niye görmüyoruz Allah’ım, biz de çıkalım şu mavera ülkesine. Bediüzzaman yazarken Şamlı Hafız'a "sakın başını kaldırma" demiş. Bediüzzaman’ı yanında biliyor, merak ediyor bir bakayım yukarı, bakar Bediüzzaman yok, ses bulutlar arasından geliyor. Bediüzzaman gelince “keçeli ben sana yukarı bakma demedim mi" der.

Aşık demiş ya;
Kah çıkarım göklere ben seyrederim alemi
Kah inerim yerlere ben seyreden alem beni...

Sidre yani varlığın bittiği ağacın sonunda yeni bir dünya gelir vücub ülkesi, orda ayrılırlar yol arkadaşından, arkadaşı memur, Peygamberimiz (asm) velayeti ile ile oralara gelmiş, eğitilmiş. Bir gün Kabe’nin tamirinde eteğine taş almış, eteği yukarı kalkınca o kadar garip bir hale Allah izin vermemiş. Düşüp bayılmış. Sonra çok sonra kalkmış. Bir gün putların ihtifaline gidiliyormuş farkedince düşmüş bayılmış. Onun nübüvvet mayasını bozar bu haller. Niye biz maya tutmuyoruz, çünkü günah gayyasındayız. Ne olur bizim halimiz.

Sonra cehennemde cehennem ehlinin halini görür, namaz kılmayanlar, önemsemeyenlerin başı taş ile ezilir sürekli. Daha neler neler bütün bunlar sinema levhaları. Sonra eve döner. Akrabası eteğini tutar aynen ifade bu. “Ya Muhammed (asm) bunları anlatma, zaten sana yapmadıkları yok." O (asm) dinlemez ve "anlatacağım" der. İlk anlattığı Ebu Cehil, toplar bütün tayfasını Muhammed (asm) ile alay eder. Ne sahneler değil mi? Sinema sahneleri tiyatro sahneleri, roman sahneleri... Sanat, edebiyat, felsefe, sanat felsefesi yok. Bediüzzaman sanatının teorisini iyi biliyor. Bediüzzaman’ın sanat felsefesi yüksek, koca bir kitap. Daha fazla. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum