Miraç gecesi: Aklen ve naklen mi’rac

Recep ayının ikinci ve önemli bir gecesi de 27. gecesidir. Bundan 1434 yıl önce Receb ayının yine böyle bir 27. gecesinde emsali görülmemiş bir olay yaşandı. Dünyada iken insanlık âleminden birine göklerin kapıları açıldı. O zat, en büyük ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizdi. Hz. Peygamber’in yaşadığı bu olay, Onun mucizelerinden biri olan İsrâ ve Mirac Mu’cizesi idi. İsrâ gece yürüyüşü, Miraç ise, göklere yükseliş anlamına geliyordu. Peygamberimizin Mekke’deki  “Mescid-i Haram’dan alınıp, Kudüs’deki Mescid-i Aksa’ya götürülmesine İSRÂ, oradan da âdetâ manevî bir asansörle göklere çıkarılmasına da MİRAÇ denildi. Biz bu olayı iki açıdan ele alacağız:

1-Rivayet yoluyla miraç,

2-Dirayet yoluyla miraç.

Kaynaklarımız rivayet yoluyla miracı şöyle anlatmışlardır:    

Miraç Gecesi, Hicretten bir buçuk yıl önce Recep ayının yirmi yedinci gecesinde yaşanan ve Kur’an’da, adı geçmediği halde kendisinden bahsedilen mübarek bir gecedir. Bu geceden ve Peygamberimizin bu gecede gördüklerinden belli başlı iki sûrede kısa bilgiler verilmektedir. Bu iki sûreden biri, İsrâ; diğeri de Necm sûresidir.

İsrâ sûresinde:

"Her türlü noksanlıktan uzak olan  Allah’ın şanı ne yücedir!. Ki o Allah bir gece kulu (Hz. Muhammed Aleyhisselam’ı  Mekke’deki) Mescid-i Haram'dan alıp o etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya  götürdü; Biz, bunu Ona ayetlerimizden bazılarını gösterelim diye yaptık. Hakikat, O Semi'dir =her şeyi işitir; Basîr’dir =her şeyi görür."  buyurulur.

Necm sûresinde de:

“(Cebrail) kendi suretine girip doğruldu. O, o zaman en yüksek ufukta idi. Sonra yaklaştı yaklaştı yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. Allah’ın kuluna vahy ettiği neyse onu vahy etti. Gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız? Andolsun onu Sidretü’l-Münteha’nın yanında bir defa daha gördü. Ki Cennetü’l-Me’vâ onun yanındadır. Sidre’yi kaplayan kaplamıştı. (Peygamber’in) gözü kaymadı ve aşmadı. Andolsun O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.”  buyurulmuştur.

Şimdi biz, bu iki ayet-i celilenin ışığında önce İsrâ ve Mi’rac olayının nasıl cereyan ettiğini kaynaklarda geçtiği şekliyle arz edeceğiz, sonra farklı bir bakış açısıyla Mi’rac’ı ele alacağız. Daha sonra da mi’raç’la alakalı ilginç  sorulara makûl cevaplar vererek imanların vesvese kirlerinden ve inkâr hastalıklarından kurtulmasına yardımcı olacağız:

Miraç gecesi, Peygamberimiz Mekke’de bulunduğu bir sırada  uyku ile uyanıklık arası bir halde iken  Cebrail (a.s.) gelmiş, Peygamberimizin kalbini açmış, zemzem ile yıkamış, beraberinde getirdiği altın bir tasın içindeki hikmet ve imanı Hz. Peygamber’in kalbine boşaltmış, sonra da üzerini kapatmıştır.

Mirac Gecesi, Cennetten, Kâinatın Efendisi sevgili Peygamberimize, katırdan küçük, merkepten büyük, şimşek gibi çakan, yıldırım gibi uçan, adımını gözün gördüğü en uzak noktaya atan bir ak Burak getirilmiş, Peygamberimiz ona bindirilmiş,  Beytü’l-Makdis’e götürülmüş,  Peygamberimiz, Burak’ı mescidin kapısına bağlamış, içeriye girmiş,  orada hazır bulduğu bütün peygamberlere imam olup iki rek’at namaz kıldırmış, bütün peygamberlerin varisi kılınmış,   çıkınca Cebrail, kendisine birisinde süt, birisinde şarap olmak üzere iki kadeh sunmuş, Peygamberimiz onlardan sütü tercih edince Cebrail:

"Hamd olsun o Allah’a ki seni doğal olana yönlendirdi. Şayet şarabı alsaydın ümmetin azardı ve sapardı!”  demiştir.

Miraç Gecesi, Peygamberimiz, Mescid-i Aksâ'dan Miraç ile, yani manevî bir asansörle yedi kat göklere çıkarılmış, her katta gezdirilip bir peygamberle görüştürülmüştür. 

Mi’rac Gecesi, Hz. Peygamber (s.a.v), göklere doğru yükselirken birinci katta Adem, ikinci katta İsa ve Yahya, üçüncüde Yusuf, dördüncüde İdris, beşincide Harun, altıncıda Musa, yedincide İbrahim’le (aleyhimüsselam) karşılaşmış, hepsi ile ayrı ayrı görüşmüş, merhabalaşmıştır.

Mirac Gecesi, Peygamberimiz, göğün birinci katında ziyaret ettiği insanlığın babası Âdem’in (as) sağ ve solunda bir takım karaltılar görmüş; sağına bakınca güldüğüne, soluna bakınca ağladığına şahid olmuş, Cebrail’e (as):

- “Bunlar niçin ağlar, niçin güler?” diye sormuş; Cebrail’in de (a.s.):

-"Bu karaltılar çocuklarının ruhlarıdır. Sağındakiler  Cennetlik, solundakiler de cehennemliktir. Onun için sağına bakınca güler, soluna bakınca da ağlar" diye cevap vermiştir. 

Miraç Gecesi, göğün yedinci katında Peygamberimiz, yerin Kâbe'sini yapan Halil İbrahim’le (a.s.) karşılaşmış; O'nu, göğün Kâbe'si olan Beyt-i Mâmûr'un kapısında bir kürsü üzerinde otururken görmüş; Beyt-i Mâmûr'un bir nevî meleklerin mescidi olduğuna, her gün oraya ibadet için 70 bin meleğin girdiğine, her girene de kıyamete kadar geri dönme sırası gelmediğine şahid olmuştur.

Miraç Gecesi, yedinci katta Peygamberimizin karşısına "Cennetü'l-Me'vâ'nın gövdesi olan Sidre-i Münteha"  sahası açılmış; olacak şeylerin kaderini yazan Kalemin cızırtılarını işitmiş, cennetten getirilen yeşil bir Refref’e bindirilmiş, Cebrail’i asıl suretinde,  600 kanadıyla birlikte görmüş,  Cebrail'in:

-"İşte bu Sidre-i Müntehadır, ben buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım!"  demiştir.

Miraç Gecesi, Peygamberimiz, tabir caizse gövdeden öze doğru yol almış,  fena âleminden beka âlemine girmiş, Sidre-i Münteha'dan Cennet'e götürülmüştür.

Miraç Gecesi, Peygamberimizin, Cennetin inciden yapılmış köşklerini, misk kokulu topraklarını,  çağıl çağıl akan sudan, sütten, şaraptan, ve baldan ırmaklarını görmüş, kendisine Cehennem (ve cehennemlikler) gösterilmiştir.

Miraç Gecesi, Peygamberimiz, Rabbine yükseltildiğinde bakırdan tırnakları olan ve onlarla yüzlerini ve göğüslerini kazıyan bir topluma rastlamış:

-Ey Cebrail bunlar kim? diye sormuş, Cebrail de: “Onlar insanların etini yiyen, arkasından çekiştirip gıybet eden ve insanların namus ve şerefiyle oynayanlardır.”  şeklinde cevap almıştır.

Nihayet yedinci kat göğe çıkmış, ufka bakmış, gök gürültüsü, şimşek ve kulakları patlatan sayhalar, çığlıklar işitmiş, dıştan bakınca içleri görünen ve içleri yılanlarla dolu bulunan evler gibi karınları olan bir topluma rastlamış:

- Bunlar kim ey Cibril? diye sormuş; Cebrail de:

-Bunlar, faiz yiyenlerdir. Şeklinde cevap vermiştir.

Miraç gecesi, mü'minin miracı olan ve mü'mini Cennete götüren beş vakit namaz farz kılınmış, Bakara süresinin İslâm akidesini tesbit eden ve mü'minlerin Mevlâ'ya nasıl yalvarmaları gerektiğini öğreten son âyetleri indirilmiş, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin ümmetinden Allah'ı inkâr etmeyenlerin, O'na ortak koşmayanların bağışlanabilecekleri müjdesi verilmiştir.

Miraç Gecesi, Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.) uyanıkken hem ruhu ve hem de bedeniyle âlemin ve insanlığın temsilcisi olarak fizik ve metafizik âlemlerinde gezdirilmiştir.

Mirç Gecesi, Hz. Peygamber, olgunlaşma mertebelerinde yükseltilmiş, Allah’ın cemalini görmek ve sohbetine mazhar olmakla şereflendirilmiş ve bir anda dönüp gelmiştir.

Bu gece sevenle sevilenin birbirine kavuştuğu vuslat gecesidir. Muhabbet gecesidir, marifet gecesidir, saadet gecesidir. 14 asır önce fezanın füzesiz feth edildiği gecedir- Onun için şair:

“Sayıdan sonsuzluğa sınıf geçirtecek not

Bizdedir ve bizdedir Arş'a giden astronot

Ve mekandan arınmış ve zamandan ilerde,

Fezayı teslim alma sırrı bizimkilerde,”demiştir

DİRAYET YOLUYLA Mİ’RAÇ

Buraya kadar miracı naklen yani rivayet yoluyla diğer bir ifade ile muteber kaynaklarımızda geçtiği şekliyle anlatmaya çalıştık. Bundan sonra da Miracı aklen yani dirayet yoluyla anlatmaya çalışacağız.

İsra Ayetinin Başında Geçen “Sübhan” Kelimesinin Anlamı:                                                        

Allah’ın Şanı Ne Yücedir!”

Gerçekten Allah’ın şanı ne yücedir. O Allah ki, her türlü ayıptan, eksiklikten ve noksanlıktan uzak ve her türlü güzellikler ve mükemmlliklerle donanımlıdır. Gerçekten Allah’ın şanı ne yücedir ki şanına ve kudretine layık işler yapıyor.

Hz. Peygamber’in iğnesiz, kansız ve ağrısız ameliyat edilmesi akıldan uzak görülmemeli, herkesi hayrete ve hayranlığa götürmelidir. Çünkü bu işi yapan Allah, bırakın ameliyatı, her gün, her an elsiz, iğnesiz, dikişsiz, kansız ve ağrısız insan yapıyor, yaratıyor; hem de karanlık ve daracık bir alemde, anne rahminde.

Yönleri, yolları, yörüngeleri, hızları ayrı olan, rakamlara sığmayacak sayıda küreleri evirip çeviren, düşürmeden, bir trafik kazasına meydan vermeden tutan, yürüten bir kudretin sahibine sevdiği bir kulunu ağrısız ve kansız ameliyat ettirip Miraca alması ağır gelir mi? Güneşe koyduğu çekme kanunuyla, pek ağır bir cisim olan dünyayı, Mevlevî gibi güneşin çevresinde gezdiren Şems-i Ezel, rahmetinin cazibesi ve muhabbetinin cezbesiyle bir kulunu araçsız ve aracısız cismiyle beraber Arş’a çıkaramaz mı?

Uçakta, on bin metre yükseklikte, bulutların üstünde uçarken arkadaşıma döndüm: Şu Allah’ın şefkatine, hikmetine ve kudretine bak! Okyanusu yukarıya kaldırmış, bulutlara yüklemiş,  eşit katrelere bölmüş, damla damla indiriyor. Tâ ki kimse incinmesin. O bulutlardaki su, ya birden başımızdan aşağıya düşüverseydi, halimiz ne olurdu? Veya bu iş, yani okyanusu kaldırıp, bulutlara bindirip, sonra da damla damla indirme işi bize bırakılsaydı, insanoğlu nasıl bu işin üstesinden gelecekti? Hangi alet ve edevatı kullanacaktık?

Yüce Allah’ın sanat, kudret ve  icraatına bakın ki yaparken ve yaratırken ne alet, ne de edevat kullanıyor. Ne araç, ne de gerece ihtiyaç duyuyor. O’nun kullandığı bir tezgâh var: O da Kâf ve Nûn tezgâhı. Yani O, bir şeyin olmasını istediği zaman “Kün=Ol” der ve istediği şey oluverir. 

Böyle bir kudretin sahibi, “bir kulunu araçsız-gereçsiz Arşa çıkarmış” denildiği zaman inanmakta zorlanan bir insana “akıllı insan” denilir mi?       

Mi’rac Gecesinde Hz. Peygamber’in Ameliyat Edilip Kalbinin Yıkanmasının Anlamı:

Peygamberimizin, Mi’rac gecesinde uyku ile uyanıklık arası  bir halde iken  Cebrail adlı melek tarafından göğsünün açıldığını, kalbinin yıkandığını   biraz önce ifade etmiştik. Allahu a’lem bunun anlamı şu olsa gerek:  Bu ameliyatıyla Cebrail (a.s),  âdetâ Peygamberimizi uzay yolculuğuna hazırlamış fizik ve metafizik alemin ve biraz sonra gireceği beka aleminin şartlarına uygun hale getirmiştir.

Ayette Geçen “Abdihi=Kulunu” İfadesindeki İncelik Ve Güzellik

İsra ayetinde geçen “abdihi=kulunu” kelimesine de dikkatlerinizi çekmek isterim. Ne kadar sıcak, ne kadar sevgi dolu bir ifade. Allah’a kullukta sonsuz şeref ve saadet olduğundan dolayıdır ki Yüce Allah, başka isim ve ifadelere bedel,  “abd=kul” kelimesini seçmiş, onu da kendisine izafe ederek “kulunu” demiştir. Çünkü kendi katında ve İslamiyet’te en büyük makam Allah’a  kulluktur.

Onun için Mevlana: “Ben en büyük hürriyeti Allah’a kullukta buldum.” demiş, adetâ bütün cihana duyururcasına haykırmış,

“Men bende şodem bendeşodem bendeşodem...

Men bende bihizmet serafkende şodem,

Her bende ki âzâd şeved şad şeved,

Men şâd ez ânem ki türa bende şodem.”

Yani

“Ben kul oldum, kul oldum, kul oldum,

Ben sana hizmette büklüm büklüm oldum,

Köleler hürriyete kavuşunca sevinirler,

Ben sana kul olduğum için seviniyorum.”

Allah’a kul olan kullara kulluktan, nefse kulluktan ve bütün esaretlerden kurtulur ve etki alanına giren bütün köleleri ve esirleri özgürlüğüne kavuşturur. İşte Hz. Muhammed (s.a.v) böyle bir kuldu. Bütün dünyayı Allah’a kulluğa davet etti; icabet edenlere de kulluktaki sultanlığı ve gerçek hürriyeti armağan etti.

Mescid-İ Haram Ve Mescid-İ Aksâ

Mescid-i Haram, Kâbe-i Muazzama’nın etrafında olup Kâbe’yi içine alan bu günkü tavaf sahasıdır. Bu sahaya Harem-i Şerîf de denilir. Harem denilmesi, bu sahaya saygı göstermenin vacib olması sebebiyledir.

Ayette geçen Mescid-i Aksa ise, bazı karıştırıcıların dediği gibi “Mekke’nin en uzak köşesindeki bir mescid!” değildir. “En uzak mescid manasında bir tabir olup Kudüs’teki meşhur caminin adıdır. Beytü’l- Makdis de denir.”

Yeryüzünde ilk defa Kâbe, ondan sonra da Mescid-i Aksâ yapılmıştır. Mescid-i Haram’dan yaya yürüyüşüyle bir aylık uzaklıktadır.

Otoriteler, başta Buharî olmak üzere bir çok hadis kitabında geçen: “Bineklerinizi sadece şu üç mescid için harekete geçiriniz: 1- Mescid-i Haram (Mekke), 2- Benim Mescidim, (Medine), 3- Mescidü’l- Aksâ (?)”  hadisine dayanarak son olarak ismi geçen mescidin, Kudüs’deki Mescid-i Aksâ olduğunu söylemişlerdir.   

Hz. Peygamber Miraca “Velayetiyle Gitmiş, Risaletiyle Dönmüş” deniliyor Bunun Anlamı Nedir?                      

Cenab-ı Hak, yukarıda zikredilen ayette “Rasûlünü ” demedi, “kulunu”, dedi. Bunun anlamı şu olabilir: Peygamberimiz Miraca peygamberlik unvanıyla gitmedi, kulluk unvanıyla ve kulluğundaki derin muhabbet ve velayetiyle gitti. Hz. Peygamber’in Allah’a öylesine derin sevgi ve dostluğu vardı ki Onun bu sevgi ve dostluğu Onu peygamberlik makamına itmiş, Onun velâyeti, risâletine mebde' olmuştur. 

Mi'rac, Hz.Peygamber’in velâyetinin en büyük kerameti ve en yüce mertebesi olduğundan, velayeti risalete yani dostluğu peygamberlik mertebesine dönüşmüştür. Mi'racın içi, velâyettir(dostluk); halktan Hakka gitmiş; dışı, risâlettir (peygamberlik), Haktan halka gelmiştir.  Peygamberimizin Allah’a öylesine muhabbeti, velayeti=dostluğu, ve sevdası vardı ki, Onun o dostluğu ve sevdası onu yüceler yücesine atmış, hakiki ve Ezelî Sevgilisine kavuşturmuştu. İşte bunun için Peygamberimiz halktan Hakk’a giderken velayetiyle gitmiş, halkın ebedî hayat ve Allah’a kavuşma arzusunu Hakk’a takdim etmiş,. Hak’dan halka gelirken de risaletiyle gelmiş, Hakk’ın halka mesajını, talimatını ve hediyelerini getirmiştir.  İşte “velayetiyle gitmiş, risaletiyle dönmüş.”  cümlesinin bize göre bir izahı da bu olsa gerek. Doğruyu en iyi bilen Allah’dır.

BEYT-İ MA’MUR

Beyt-i Ma’mur, bakımlı, cemaatinin çokluğu ile canlı, neşeli, yedinci kat gökte bulunan, yerdeki Kâbe’ye tekabül eden, meleklerin gökte Kâbesi sayılan, her gün 70 bin meleğin girdiği, girenin bir daha çıkmadığı mesciddir. Beyt-i Ma’mur’dan sonra Sidre-i Münteha gelir.

SİDRE-İ MÜNTEHA VE REFREF

Sidre-i Münteha, Cebrail’in (a.s), Peygamberimize  asıl şekliyle göründüğü, inciden yapılmış köşkleri ve misk kokulu topraklarıyla Cennetü’l-Me’va’nın gövdesi olan ve ilahî nurlarla aydınlanmış bulunan ışıl ışıl bir alemdir. Cennetü’l- Me’va, melekler, şehitler ve müttekîlerin ruhlarının barındığı yerdir. Sidre, Arş-ı A’la’nın altındadır. Cebrail (a.s) bir müddet daha Sidre-i Münteha’da Peygamberimize arkadaşlık eder. Nihayet kaza ve kaderi yazan kalemlerin cızırtılarını işitecek noktaya gelirler. Tam bu sırada Cennetten yemyeşil bir Refref (ipek döşek) getirilir. Hz. Peygamber onun üzerine oturur. Melek Cebrail, Peygamberimize İlahî  Huzur’un Eşiğine (:Kürsî) varıncaya kadar yolu tarif eder, bundan sonrası için eşlik edemeyeceğini de: “Şayet ben bu sınırın ötesine geçecek olursam ilahî bir tecelli ile yanarım. Ancak sen bir davetlisin, ilerle.!”  diyerek mazeretini ortaya koyar. Çünkü burası, imkân aleminin, yaratıklar aleminin son noktasıdır. Bundan sonrası vücûb alemidir. Allah’ın gayb alemidir. Peygamberimizden başka hiç kimseye nasip olmamıştır. Bu noktayı Süleyman Çelebi şöyle mısralaştırır:

“Yürü kim meydan senindir bu gece

Sohbeti sultan senindir bu gece

Ermedi evvel gelen bu devlete

Kimse layık olmadı bu rif’ate!” 

Biz de bunu mısralarla söyleyecek olursak şöyle diyebiliriz:

Yürü ki meydan senindir bu gece,

Allah’la sohbet senindir bu gece

Ermedi önce gelen bu servete,

Kimse layık olmadı bu sadete

Burdan itibaren Hz. Peygamber “Kudsiyet Alanı” içine giriverir; işte burada Kur’an-i Kerime göre  aralarında iki yay veya daha az bir mesafe kalmıştır. Hz.Peygamber tahiyyat’tan ibaret şu selamını verir:

“et-Tahiyyatü lillahi v’es-Salavatü v’et-Tayyibatü” (Kudsî, saf ve gönülden selamlar Allah’a aittir.) 

Biz de Altncı Şua ve On Beşinci Şua’dan aldığımız feyizle bu selamı şöyle anlıyor ve şu şekilde takdim ediyoruz: Allahım! Senin kudsî selamın, Senin, Seni eksiksiz övgülerin, peygamberlerin ve velilerin selamları, övgüleri, hamd ve şükürleri, canlı-cansız bütün varlıklar ve o varlıkların maharetleri, hünerleri, hikmetleri ve hareketleri,  övgüleri, şükürleri ve teşekkürleri, hürmet ve muhabbetleri senindir, sana mahsustur. Çünkü eşya denilen tenteneli perdenin arkasında Sen varsın. Eşyayı yaratan, yürüten, yöneten Sensin.

Allah Tealâ buna şöyle cevap verir: “es-Selâmu aleyke eyyuhe’n-nebiyyu ve rahmetullahi ve berekatühü.” (Ey Nebi! Selam sana! Allah’ın rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun) Peygamberimiz ümmetini düşünerek şöyle bir karşılık verdi: “es-Selâmu aleyna ve ala ibadillahissalihîn” (Bizlere de ve Allah’ın iyi işler yapan salih kullarına da selam olsun.)

Burda ve Yunus’un:

“Yedi kat gökleri seyran eyleyen / Kürsünün üstünde cevlan eyleyen

Mirac’da Hak’tan ümmetini dileyen / Adı güzel Kendi güzel Muhammed”

mısralarında da görüldüğü gibi Hz. Peygamber Mirac’da ümmetini dilediğini, dünyaya gelirken de “ümmetî ümmetî” dediğini biliyoruz.  Ömür boyu ümmetinin saadet ve selameti için görülmemiş eze ve cefalara göğüs gerdiğini, ahirette ümmetinin kurtuluşu için şefaat hakkını kullanacağını tarihten öğreniyoruz.

Görüldüğü gibi her zaman ve her yerde ümmetini düşünen o şanlı ve sevgili Peygamberini acaba ümmeti olan bizler ne kadar düşünüyoruz? Günde kaç defa hatırlıyor, kaç defa salat ve selam gönderiyoruz? Onun davası gerçekleşsin diye, onun ilmi, irfanı, güzel ahlakı ve takvası herkes tarafından bilinsin, paylaşılsın ve yaşansın, bütün insanlık huzur ve adalete kavuşsun diye malımızla ve canımızla hangi fedakârlıklara katlanıyoruz? Hz. Peygamber’in emanet ettiği Kur’an- Kerimi öğrenmek ve yaşamak için ne kadar zaman ayırıyor,  bu uğurda hizmet edenlere ne kadar destek veriyoruz?  Bu sorulara, her an gelmesi muhtemel olan ölümden sonra muhatap olursak kurtulabileceğimize inanıyor muyuz? Miraç gecesini, biraz da bunları düşünmeye vesile etmenin zamanıdır.

Mi’rac’ın Teselli Ve İkram Boyutu

Mirac, Peygamberimizin velayetinin kerameti, risaletinin mücizesi, aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın Habibine bir ikramı ve tesellisidir. Peygamberimiz Allah’ın kelimesini yüceltme yani Lailaheillallah Muhammedürresûlullah ifadesini kabul ettirme uğruna çekmediği cefa, görmediği eza kalmamıştı. Bu yüzden inananları, Habeşistan’a hicret etmek mecburiyetinde kalmışlardı, sosyal boykota mahkûm edilmişlerdi, bunlardan başka bir de tutunduğu dallar birer birer kırılmış, vefalı hanımı Hatice’sini ve hiçbir zaman himayesini eksiltmeyen Ebu Talib amcasını kaybetmişti. Nihayet en sonuncu imkân, Taif’te bulunan uzak akrabaları yanında sığınılacak bir yer aramak olmuştu.

Ne yazık ki orada da aradığını bulamamış, üstelik taşlanmış, eziyet görmüş, ayakları kan içinde kalmıştı. Bütün bunlara rağmen O Şanlı Nebi’nin, Allah’a olan imanı, tevekkül ve teslimiyeti artmış; itimat ve güveni kuvvet kazanmıştı. İşte tam bu sıralarda Yüce Allah, büyük Mirac mu’cizesi ile Habib-i Edib’ini teselli etmiş, hiç kimsenin nail olamadığı bir mükafata layık görmüş, çekip yüksekliğin göğüne veya göklerin yüksekliğine  almış ve huzuruna kabul etmek gibi bir şerefle şereflendirmişti. 

Bu öyle bir şerefti ki, Mahzen-i Esrar sahibi Nizamî’nin engin ve renkli ifadeleri içinde, “Yıldızlar, yolunda kaldırım taşları gibi dizilmiş, melekler kendisine teşrifatçılık yapmış, yarım ay atının ayakları altında bir nal gibi kalmış, güneş O’nun ışık kaynağına sığınmıştı!”

Mi’rac’ın İmtihan Boyutu

Mi’rac olayı ile insanlık, imtihan içinde imtihana tabi tutulmuştur. Yüce Allah imanda samimi olanlarla samimi olmayanları, doğrularla yalancıları belirlemiştir. Bu manayı Cenab-ı Hak şöyle ifade etmektedir: “Bizim sana gösterdiğimiz “Rü’ya” yı ancak insanları imtihan için meydana getirdik.”  Buradaki “rü’ya”dan maksad, otoritelere göre Mirac’dır. Bu da uykuda değil, uyanık yaşanmış ve görülmüştür.  Bu olaydan önce mü’min oldukları halde “böyle şey olur mu?” diyenler ve olayı akıllarına sığıştıramayanlar imtihanı kaybetmişler, imandan ve dinden çıkmışlardır,

“Bunu Hz.Muhammed (s.a.v) söylüyorsa doğrudur, çünkü O hayatında asla yalan söylememiştir!.” diyenler de imtihanı kazanmış imanda sadık ve sıddîk olduklarını isbat etmişlerdir. Sıddık, hiç şüphe etmeden kabul eden, gönülden inanan ve dosdoğru olan anlamlarına gelir. Bu lakap, Hz.Ebubekir’in (r.a) lakabıdır. Mi’rac olayını terddütsüz kabul etmesi üzerine bu lakapla anılmaya başlamıştır.

Zaten mü’min olmanın gereği de budur. Akıllılık da bunu gerektirir. Çünkü olayı yaşayan, dost ve düşman tarafından güvenilirliği ile tanınmış ve kabul edilmiş bir peygamber, olayı yaşatan da kudreti sonsuz Allah’dır. Onun kudretine ne ağır gelmiştir ki, Sevgili kulunu bir anda göklere çıkarıp, beka alemini gezdirip, tekrar bulunduğu yere getirmesi ağır gelsin? Bu meseleyi yukarda izah ettiğimiz için burada kısa kesiyoruz.[1] (devam edecek)



[1] Geniş bilgi ve yazının dipnot ve kaynakları için bkz. KARAKAŞ, Vehbi, Üçaylar, Kutlu Ay ve Günler Kandil Geceleri, Ayfa Yayınları, İstanbul- 2012

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum