Mezhepler hepsi haktır, aralarında temelde hiçbir ayrılık yoktur

Mezhepler hepsi haktır, aralarında temelde hiçbir ayrılık yoktur

Mezhepler konusu üniversiteli gençlerin gündemindeydi

Risale Haber- Haber Merkezi

DKM’de gerçekleştirilen Üniversite Semineri’nde bu hafta “Mezhepler” konusu ele alındı.

Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencisi Mahfuz Esmer’in sunduğu “Mezhepler” konulu seminerde Mezhep nedir?, Mezheplerin ortaya çıkışı, Mezhepler arasında görüş ayrılıkları, İslamda dini hükümlerin kaynağı, Mezhep çeşitleri” gibi başlıklara yer verildi.

Seminerine mezhep kelimesinin tanımıyla başlayan Esmer, “Sözlükte mezhep, gidilen yol, benimsenen metot ve görüş demektir. Dinî manada mezhep ise, dinin esaslarında ve esas temel meselelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif meseleler olması sebebiyle birbirinden az farklı müçtehitlerin yolları demektir.” dedi.

Mezheplerin ortaya çıkış sebebini açıklayan Esmer şunları söyledi:

Peygamberimiz (a.s.m) hayatta iken sahabeler Hazret-i Peygamber'in Kuran’ın hükümlerini nasıl uyguladığını bizzat görüyor, ayetlerin iniş sebeplerini biliyorlardı. Peygamberimiz (a.s.m.) ebedî âleme göçtüğünde Kitap ve sünnet sahabelerin ezberinde bulunuyordu. Ancak sahabeler arasında Kur’ân-ı Kerim ile sünneti zapt etmek, onların ahkâm ve mânâlarını iyi anlamak hususunda ilmî kıfayeti olanlar fetva veriyorlardı. Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah bin Mes’ud, Abdullah bin Ömer ve Ebû Musa el-Eş’arî bunlardan en meşhur olanlarıydı. Dört Halife devrinde ve daha sonraki zamanlarda Müslümanlar karşılaştıkları meseleleri bu zatlara gelip soruyorlar, onlar da Kitap ve sünnete göre hüküm veriyorlar; bu ikisinde de bulamazlarsa kıyas yoluyla meseleyi hallediyorlardı.

Peygamber (a.s.m) vefat ettikten sonra sahabelerin çoğu farklı beldelere yerleşip ilim ve irfanlarıyla talebe yetiştirerek İslâm’a hizmet ettiler. Sahabelerin yetiştirdiği talebelere “Tâbiîn” denmektedir. Resulullah (a.s.m)'ın bıraktığı ilim mirası bu nesle intikal etti.

Bu arada İslam coğrafyası da gün geçtikçe büyüyor ve Müslümanlar yeni örf ve adetlerle beraber yeni meselelerle karşılaşıyorlardı. Bu meseleler hakkında âyet, hadis ve sahabelerin içtihatları mevcut olmadığından bu meselelerde Tâbiîn imamları içtihadda bulundular. Çevrelerinde halkalanan talebeleri yetiştirmeye gayret ettiler. Onların yetiştirdiği Bu nesle de “Tebe-i Tâbiîn” adı verilmektedir. İmam-ı Âzam, İmam-ı Malik, İmam-ı Şâfiî, Ahmed bin Hanbel bu neslin meşhurlarındandır.

İşte mezheplerin teşekkülü bu zamana rastlar. Tebe-i Tâbiîn imamları, sahabenin ve tâbiînin içtihadlarını topladılar. İhtiyaç oldukça kendileri de birçok meselede içtihadda bulundular. Müslümanların karşılaşmış olduğu binlerce meselede fikrî çalışmalar yapıp belli esaslar koydular. Tabi ki bu zatlar çeşitli şehirlerde ikamet ediyor ve ilmî çalışmalarını bulundukları beldede yapıyorlardı.

Diğer taraftan her birinin fetva metodu da farklıydı. Bazısı sadece Kur’ân ve sünneti esas alıyor, bazısı bunların yanında kıyası kabul ediyor; bir kısmı Kur’ân, sünnet ve sahabenin icmâı ışığında kendi reyiyle fetva veriyordu. Bir kısmı da bulunduğu bölgenin örf ve âdetlerini dikkate alıyordu.

Müçtehidlerin bu içtihadları İslâmın temel esaslarında olmayıp ikinci derece fer’î meseleler üzerinde yapılıyordu. Zamanla aynı meselede birtakım farklı içtihadlar ve izahlar ortaya çıktı. Müslümanlar ise kendi bölgelerinde yaşayan müçtehidin içtihadını kabul ediyor, ibadet ve muamelat hayatını ona göre yapıyordu.

Mezhepler konusuna Risale-i Nur’dan bir örnekle konuya açıklık getiren Esmer, “Meselâ, hikmet-i İlahiyenin tensibiyle İmam-ı Şafiî'ye ittiba eden, ekseriyet itibariyle Hanefîlere nisbeten köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup cemaati birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzât dergâh-ı Kadıyy-ül Hacat'ta kendi derdini söylemek ve hususî matlubunu istemek için, imam arkasında Fatiha'yı birer birer okuyorlar. Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı A'zam'a ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka itibariyle, İslâmî hükûmetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip, birtek adam umum namına söyler; umum kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî Mezhebi'ne göre imam arkasında Fatiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.” Dedi ve seminerine şöyle devam etti:

Bu tercih ve taraftarlık, zamanla yerini “gidilen yol” mânâsına gelen“mezhep”lere terk etti. O devirde Müçtehid derecesinde çok sayıda ulema mevcuttu. Her müçtehidin görüş ve fetvasını kabul eden ve tâbi olan halk bulunduğundan, neticede her imam bir mezhebin temsilcisi olarak kabul edildi. Bu durum, sonunda yüzlerce mezhebin vücut bulmasına vesile oldu. Zaman geçtikçe mezhep imamı durumunda olan âlimlerin çoğu kendilerinden daha âlim gördükleri veya aynı meselede, aynı içtihadda ittifak ettikleri imamların mezhebine girdiler. Zaten mezhep sahibi müçtehidlerden hiçbirisi, “Biz bir mezhep kurduk, bize uyunuz, bizim mezhebimizi kabul ediniz, o mezhebi benim ismimle söyleyiniz.” diye bir dâvet ve telkinde de bulunmamıştır. Onlar, sadece meclislerine gelen kimselere dinî ilimleri öğretir, kendilerine gelen meselelere hal çareleri aramaya çalışırlardı. Bir meselenin dinî hükmü kendilerinden sorulduğu zaman onu açıklarlardı. İlk başta teşekkül eden birçok mezhep, talebe ve müntesiplerinin azalması sonunda hayatiyetini devam ettiremedi, kitap sayfalarında kaldı. Bugün, Ehl-i Sünnet mezhepleri içinde dört tanesi yaşamaktadır: Hanefi mezhebi, Mâlikî mezhebi, Şâfiî mezhebi ve Hanbelî mezhebi.

Mezhepler Arasında Görüş Ayrılıkları

Mezhepler arasındaki görüş ayrılıklarına da değinen Esmer, “Mezhepler hepsi haktır ve mezhepler arasında temelde hiçbir ayrılık yoktur. Ayrılık, teferruatta, dinin özüne dokunmayan fer'î mes'elelerdedir. Bu ayrılıklar, çeşitli sebeplerden ileri gelir. Kuran’da hüküm ifade eden âyetlerdeki anlayış, hadisleri farklı yorumlamak veyahut aynı şekilde farklı ve birbirinden uzak müçtehitlerin farklı kıyaslar yapmaları. İşte bu gibi i ihtilâf ve farklı anlayış, müçtehidlerin aynı meselede farklı hükümler vermelerine sebep olmuştur. Zaten onların farklı hükümler vermeleri bu mezheplerin hak olmadığını göstermez. Zira risalede…

Eğer desen: Hak bir olur; nasıl böyle dört ve on iki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?

Elcevab: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su ilâçtır, tıbben vâcibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine, az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine, zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mubahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: "Su yalnız ilâçtır, yalnız vâcibdir, başka hükmü yoktur."

İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlahiye mezheplere hikmet-i İlah iyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir, hem hak olarak değişir veler birisi de hak olur, maslahat olur.

Fetva verilen beldenin örf ve âdetleri de, müçtehidlerin yaptıkları ictihadlara te'sir etmiştir. Dinin teferruat meselelerde bir takım mezheplere ihtiyaç kalmıştır. Hak mezheplerin imamları bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmişler ve insanoğlunun bütün ihtiyaçlarına cevap vermişlerdir

İslam mezhepleri -bir iki cüz’i mesele hariç- hiç bir zaman iç harp ve karışıklıklara yol açmamış ve bu mezheplerin imamları da birbirine daima saygılı olmuşlar, birbirlerini ret ve inkâr etmemişlerdir. Ayrıca bir mezhep tesis etmek niyetiyle ortaya iddialı bir şekilde çıkmamışlar, daha sonra bir araya toplanarak bir mezhep haline getirilen içtihatlarını zaman ve ihtiyaç anında ortaya koymuşlardır.

İslamda Dini Hükümlerin Kaynağı

Peki, bu imamlar hükümleri tam olarak neye göre verdiler.

İslâm'da dinî hükümlerin iki kaynağı vardır: Kitap ve sünnet. Bu ikisinden sonra müracaat edilecek kıyas ve icma da esas itibariyle, yine bu iki kaynağa bağlıdır. Bunların dördüne birden “dört usul, dört şer’î delil” adı verilir. Bütün dinî hükümler bu dört delilden çıkarıldığı için, bunlara dayanır. Bu dört delil sırasıyla şöyledir:

Kitap: Kitaptan maksat Kur’ân-ı Kerim’dir. İslâm dininin en esaslı kaynağı olan yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim dinî bir meselede ilk müracaat edilecek kaynaktır.

Sünnet: Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) mübarek sözleri, işleri ve görüp de men etmeyerek sükût buyurdukları halleridir.

Kıyas: Bir meselede sabit olan bir hükmün benzerini, diğer bir meselede içtihad sonunda açığa çıkarmaktır. Diğer bir ifade ile kitap, sünnet ile sabit olan bir meseledeki hükmü, aynı sebep, aynı hikmete dayanan başka benzer bir meselede tatbik etmektir. Kıyası, ancak müçtehid derecesindeki bir âlim yapabilir.

İcma: İcma, aynı asırda yaşayan İslâm müctehidlerinin, bir meseledeki dinî hüküm hakkında ittifak etmeleridir. Buna göre kitap ve sünnette, hakkında bir hüküm bulunmayan bir meselede müçtehidlerin içtihad ederek verdikleri hükümlerde ittifak meydana gelirse, bu hüküm “icma-i ümmet”le sabit olmuş demektir. Hakkında icma olan bir mesele, artık kuvvetli bir mesele haline gelmiş demektir. Bu hükme şu hadislerde de işaret edilmiştir:

“Ümmetim dalâlet üzerine ittifak etmez’’

“Müslümanların güzel gördüğü bir şey, Allah katında da güzeldir.”

Mezhep Çeşitleri

Seminerimizde bahsettiğimiz gibi birçok mezhep vardır. Bunlar Fıkhi ve İtikadi mezhepler olarak iki guruba ayrılır.

Fıkhi Mezhepler:

Hanefî Mezhebi, kurucusu İmam-ı A'zam Hazretleridir. Hanefî mezhebi, önce Irak'ta doğmuş, oradan doğuya ve batıya yayılmıştır. Anadolu ve Balkanlardaki Türkler arasında, Hanefî mezhebi yaygındır.

Mâlikî Mezhebi, önce Hicaz halkı tarafından benimsenmiş ve hacca gelenler vasıtasıyla Kuzey Afrika'ya ve o zaman Endülüs denen İspanya'ya yayılmıştır.

Şâfiî Mezhebi, önce Mısır'da yayılmış, sonra kısmen Suriye, Yemen, Irak ve Horasan taraflarına geçmiştir. Bugün Mısır'ın çoğunluğu Şâfiîdir. Anadolu'nun güney taraflarında, Suriye ve Irak'ta da Şâfiî mezhebinde olanlar mevcuttur.

Hanbelî Mezhebi, Hanbelî mezhebi daha çok Necid taraflarında tutulmuştur. Hâlen Necid'de Hanbelî mezhebi hâkimdir.

İtikâdî Mezhepler

İtikad hususunda başlıca iki mezhep vardır:

1. Ehl-i Sünnet mezhebi

2. Ehl-i Bid'a mezhebi

Ehl-i Sünnet Mezhebi, Hz. Peygamberin yolundan gidenler, o yoldan hiç sapmayanlar demektir. Ehl-i Sünnetin dayanağı Kitaba ve Sünnettir. Kitaba ve Sünnette ne buyurulmuşsa, Ehl-i Sünnet öyle inanır, öyle hareket ederler.

Ehl-i Sünnet de, Matüridiyye ve Eş'ariyye olmak üzere ikiye ayrılır.

· Mâtüridiyye Mezhebi: Genellikle Hanefiler

· Eş'ariyye Mezhebi: Genellikle Şafiiler

Ehl-i Bid'a, Hz. Peygamber ve Sahabe devrinde bulunmadığı halde, sonradan ortaya atılan ve dinin esaslarına zıd düşen, her türlü söz, düşünce ve işe denir. Bunlar Hazret-i Peygamberin getirdiği hükümleri ve Kuran’ın emirlerini kendi arzularına göre yorumlayan, az veya çok Sünnet yolundan sapan, bid'ata giren kimselerdir. Dinin îtikadî ve amelî esaslarını doğrudan doğruya ilgilendirmeyen veya bu esaslara bir zıtlık ve aykırılık taşımayan yenilikler, sonradan ortaya çıkma şeyler, bid'attan sayılmazlar.

İtikadî bir mezhep olarak ehl-i bid'a ayrıca kendi arasında birçok kollara ayrılır ki, başlıcaları şunlardır: Cebriye, Mu'tezile, Mürcie, Haricîlik, Şîa, Vehhâbîlik.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum