Mesnevi-i Nuriye Müzakerelerinin otuz birincisinden notlar

Bu haftaki Mesnevi-i Nuriye Müzakerelerinde üzerinde durulan konulardan biri “Mesnevi-i Nuriye’de Hukukullah ve Hukuk-u İbad” idi. 

Esasen bu konu başlı başına uzun bir müzakerenin hatta belki bir müzakereler dizisinin mevzuu olmaya lâyık bir konu. 

Mesnevi-i Nuriye’de Hubab risalesinde de yerini alan ve Bediüzzaman’ın Meclis-i Mabusan’a hitâben 1339 tarihinde kaleme aldığı hutbenin onuncu maddesinde “Hukukullah ve hukuk-u ibad” kavramları beraber yer alıyorlar. 

Bediüzzaman bu hitabında topluma örnek olan, onların idarecisi konumunda bulunan bu yüksek meclisin fiillerinin taklid edileceğine vurgu yapıyor. Bu meclisin kusurları millet tarafından ye taklid edilir ya tenkit ve ikisi de zarardır diyor. Takip eden cümlede; “Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibadı da tazammun ediyor.” Cümlesi ile bu mebus meclisinin Allah’ın kanununa uygun olarak yaşamasının milletin hukukuna riayet için şart olduğunu söylemiş oluyor. İfade i diğer ile; eğer siz Allah’ın hukukunu gözeterek, Allah’ın size emrettiği dairede kalıp, en mühimmi de Allah’ın sizin üzerinizde hakkı olan namazı ifa etmez iseniz kulların hukukunu dahi çiğnemiş olacaksınız diyor. 

Demek böyle yüksek bir meclisin hukukullah’a riayet etmesi, kulların hukukuna dahi riayetin bir şartı hükmüne geçmiş oluyor. 

Elbette günümüzdeki hukuk sistemi maalesef “hukukullah” namı altında bir hukuk tanımıyor. Fertleri de “ibad” (abdler/kullar) olarak tarif etmiyor. Bu nedenle de günümüz hukuk literatüründe “hukukullah ve hukuk u ibad kavramları yer almıyor. “Kamu hukuku ve şahsî hukuk” gibi bir ayrım yapılıyor ki bu da fert ve toplum ayrımına dayanıyor. Yani; toplumu ilgilendiren ve sadece fertleri ilgilendiren hukuki meseleler ayrımı yapılıyor.  Yaratıcının varlığı, birliği ve yarattıkları üzerindeki dâimi tasarrufu ile ilgili bir kokucuk bile yok dünyada cari olan hukuk sistemi ve bu sistemin yazılı metinleri içinde.  

Bediüzzaman ise her konuda olduğu gibi hukuk konusunda da Kur’an-ı Hakîm’in tabirlerini tariflerini tavsiflerini kullanıyor. Hukuk konusunu ela alırken Allah’ın hukuku ve kulların hukuku tabirlerini kullanıyor. 

Hukukullah tabiri Allah’ın kullar üzerindeki haklarını ifade ediyor. Şöyle ki; ademden vücuda çıkartılmış ve türlü nimetlere mazhar olmuş kulların üzerinde Allah’ın hakkıdır ki o kullar kendisini tanısınlar, bilsinler, ibadet etsinler. Allah’ın varlık ve birliğini kabul ve ilan etsinler bu kabullerinin gereği olarak da üzerlerine farz kılınmış olan ibadetleri yerine getirsinler. Bu hak, biz insanların ve cinlerin sadece yaratılmış olmamız ile üzerimize terettüp etmiş olan bir haktır. Sadece aklî melekeleri çalışmayanlar bu mükellefiyetten muaf kılınmışlardır. 

Bunu da bilmemizde fayda var ki; kulların Allah üzerinde bir hak iddia etmeleri söz konusu değildir. “Kulların da Allah üzerinde Cennet’i yaratması, nimetlendirip rızıklandırması gibi hakları var” diyecek olsak haddimizi aşmış olabiliriz. Zira Cennet Allah’ın fazlındandır, bizim hak edişimiz ile değildir. Değil yaratılması, Cennet’e girmemiz bile bir hak ediş neticesinde değildir. (Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın duası Cennetin yaratılmasına sebeb olmuştur ve bu da bir hak değil kendi yerini ve konumunu, aczini güzelce anlayıp dergah-ı İlahiyye’ye arz etmişliğin bir tezahürüdür, bir hak ediş değil.)

Mülk sahibi mülkinde dilediği gibi tasarruf eder kaidesine binaen biz yaratılmış olanlar Malik-ül mülk olan Cenab-ı Hakk’ın hem mülküyüz hem memluküyüz hem de mülkünde çalıştırılıyoruz. Netice olarak –hâşâ- Cenab-ı Hakk’a karşı bir hak iddia etmemiz veya üst mercii gibi Allah için “kulların da Allah üzerinde böyle böyle hakları vardır” dememiz mümkün görünmüyor. Yalnız ve ancak Rahmet ve Fazlı ile ve irade-i ilahiyesi ile taktir ederek lütfettikleri bizim bir hakkımız iken verilmiş olan şeyler değildiri. Hakkımız idi ki verdi düşüncesi Karun’un “Bana ilmim için bu mülk verildi” demesini ihsas ediyor. 

Evet konu uzun ve müzakere edilen noktalar ve çağrıştırdıkları da çok, fakat uzun gitmemek için burada bu konuyu bırakalım ve hukuk u ibad nedir, nasıl riayet edilir ve kimler için hukukullah hukuk u ibad anlamını taşır konularını mülataa konusu olarak müdakkik mütefekkirlere havale edelim. 

Mesnevi-i Nuriye’nin bu hafta üzerinde durulan bir parçasından sadece bir cümle üzerinde kısa bir mütalaayı paylaşarak yazıyı nihayete erdirelim. Cümle budur:

“İlm-i muhitten in'ikâs eden kader, herşeyde esmâ-i nuriyeden bir hisse tersim etmiştir.”

Bu cümle, hakiki vücud ile zıllî vücudu birbiri ile iltibas edenlerin uyanmaları için bilmeleri gereken dört esastan biri olarak zikredilmiştir. Cümleden anlayabileceğimiz malalardan bir mana budur ki; kader Cenab-ı Hakk’ın hiçbir şeyi dışında bırakmaksızın her şeyi kuşatan ilminden bir tecelli, bir yansıma ve ona bir delildir ki her şeyin esma-i nuriyeden hissesini dahi o belirler. 

Mesela bir kırmızı gülü düşünelim, hayal edelim veya hazırda var ise bakalım; bu gülün el- Mülevvin esma-i nuriyesinden hissesi ne olacak hangi renk ile boyalanacaktır, ism-i Musavvir’den hissesi ne olacak nasıl bir suret ona Cenab-ı Hakk tarafından tayin edilecektir, ism-i Hayy’dan ona taktir edilen hisse ne olacaktır (nebatî hayat mertebesinin ona taktir edilmiş olması), ism-i Cemîl’den onun için taktir edilmiş hisse ne olacak, güzellikten nasibini ne kadar alacaktır (yani ona verilecektir)… ila ahir. 

Bir şey’in esma-i nuriyeden ne kadar hissedâr olacağını, o ismin hazinesinden neleri ne derece yansıtacağını kader taktir eder, tersim eder. 

Bu haftaki müzakerelerden sadece iki noktayı paylaşmaya gayret ettik Allah daim ve mübarek eylesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum