Melekler bahsinin asrın idrakine arzı ve güncellenmesi

Bediüzzaman meleklerin varlığı konusunda yazdığı Yirmi Dokuzuncu Söz isimli eserinin ilk cümlesinde bahsi akli ve mantıki ve nesnel hale getirir. “Melaike ve ruhaniyatın vücudu, insan ve hayvanların vücudu kadar katidir denilebilir.“ İnsan ve hayvan gözün gördüğü iki varlık türüdür. Melekler zahiren görünmez ama ikisi arasında insan ve hayvanın fiziki katiyetinde meleklerin varlığının gerçekliğini ortaya koyar. Denilebilir kelimesi bu eşit telakkiyi ortaya koyar. Namık Kemal vatan makalesinde bir cümle kullanır insanların lemsi ve basari olmayan şeyleri kabul etmediğini söyler. Yani elle tutulmayan, gözle görülmeyen, vatan da buna dahildir o halde o da tartışılabilir.

Fen ve felsefenin ve şeytanların dokunulmayan ve görülmeyen şeyleri kabul etmemeyi telkini karşısında Bediüzzaman insan ve hayvan ille meleklerin varlığını eşitler.

İkinci bir delil olarak hakikat ve hikmeti şahid tutar. Bir evin alt katında oturanlar var ise üst katında da oturanlar vardır. Kainat evininin alt katı zemin yer yüzü ise, üst katı da semavatdır. ”Hakikat katiyeyen iktiza eder ve hikmet yakinen ister ister ki zemin gibi semavatın dahi  sekeneleri bulunsun ve zişuur sekeneleri olsun ve o sekeneler  o semavata münasib bulunsun.“ Bunlar “pek çok muhtelif ül cins“tir. Sadece çok değil pek çok, hem de çeşitli cinslerdir. ”Şeriatın lisanında pek çok muhtelif ül cins olan sekenelere melaike ve ruhaniyet tesmiye edilir.“ Bediüzzaman pek çok ve muhtelif cins konusunda birçok şey biliyor ama ayrıntı vermiyor.

Bu delili daha sonra güzel bir izahla açar: ”Evet hakikat böyle iktiza eder. Zira şu zeminimiz semaya nisbeten küçüklüğü ve hakaretiyle beraber zişuur mahluklarla doldurulması, ara sıra boşaltıp yeniden yeni zişuurlarla şenlendirilmesi işaret eder, belki tasrih eder ki, şu muhteşem burçlar sahibi olan, müzeyyen kasırlar misali olan semavat dahi, nur-u vücudun nuru olan zihayat ve zihayatın ziyası olan zişuur ve zevilidrak  mahluklarla elbette doludur.”

Meleklerin varlığı ile ilgili olarak onların seyirci, mütalaacı, dellal olduklarını belirtir. Kainat bir sinema, bir tiyatro bütün canlılar da bu büyük tiyatro ve sinemanın seyircileri. ”O mahluklar dahi ins ve cin gibi şu saray-ı alemin (alem sarayının) seyircileri ve şu kainat kitabının mütalaacıları ve şu saltanat-ı rububiyetinin (eğitilen, terbiye edilen varlıklardaki eğitilme görüntüsü yani saltanatının) dellallarıdırlar. Külli ve umumi ubudiyetleriyle kainatın büyük ve külli mevcudatın tesbihatlarını temsil ediyorlar. “

Bütün kuşlar, en küçük kuş birlikleri, bulutlar ve akışları, yağmurun yağması, karıncalar, mikroskobik canlılar, koyunlar, kuzular, inekler ve onların otlaklarda otlamaları ve sütlerinin sağılması için grup halinde ağıllara gitmeleri, sayısız mahlukun belli bir düzen dahilinde ihtiyaçlarının giderilmesi, düzen içinde yaşamaları onların hepsinin bir mektep ahalisi gibi gayelerine göre eğitildiğini gösterir. Bunu yapan Rab yani terbiye edendir. Bu terbiye faaliyeti saltanat-ı rububiyettir. Fatiha Kur’an’ın özeti, onda da hergün tekrar ettiğimiz bu surede Rab ismi nazara verilir. Bu, bu ismin azametini gösterir. Bütün bu alemdeki terbiyeye hamd etmek demektir. Çünkü bu sınırsız fiillerin asıl hedefi insanın terbiye edilmesidir, bu yüzden insan günde kırk kere elhamdülillahi Rabbil alemin der. Bu eylemleri ancak insan gibi bir varlık hamd ile tebcil edebilir.

İnsan hem seyirci hem de seyrettiği şeyi rububiyetin saltanatını temaşa ederek hamd  eder.

Melekler alem sarayının seyircileri, şu kainat kitabının mütalaacıları, şu saltanat-ı rububiyetin dellallarıdırlar.

Sonra bu seyirci ve mütaacı ve dellal kelimelerinden oluşan meleklerin varlığı delillerini daha vazıh açık hale getirir.

Bu sanat ve estetikten, seyir ve mütalaadan hareketle meleklerin varlığını anlatır. Kainat bir güzel sanatlar galerisidir, bu kadar büyük bir galerinin seyircilerini de çok çeşitli olacaktır. Bir tiyatro, sinemada ne kadar cümbüş vardır ama kainat sineması, güzel sanatlar galerisi efsane bir gösteri merkezidir, bütün varlıklar gözleri ile seyreder, neler söylerler neler. Ne kadar romantizmi güçlü ve hayret verici bir dünyada yaşıyoruz. Bu yüzden Hamid;

“Ne alemdir bu alem aklı fikri bikarar eyler / Hep mucizat-ı kudret piş-i çeşmimden güzer eyler” der.

Orhan Veli, garip adam, “deli eden insanı bu dünya bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç” der.

Büyük ressamlar, sanatçılar, nebiler, peygamberler bu seyirden ne kadar büyük zevk almışlar, kendilerinden geçmişler.

Bedri Rahmi de şöyle der;
“Yılda bir kez ağaçlar çıldırır sevincinden
Rabbim ne güzel çıldırır
Yılda bir kere uzatır avuçlarını yaprak
Sevincinden titreyerek.”

Bediüzzaman, azametli bir seyirci. Bütün ömrü, tabiatın kucağında seyirlerle geçmiş, adeta maverada yaşamış, biz dünyada onunla meşbu o sanki varlık ötesi bir alanda dolaşmış, hissetmiş, düşünmüş, yazmış.

Melekleri seyirci olduğunu başka yerde de anlatır. “Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezracılığı olan zeminin yüzünde hadsiz mucizat-ı kudret teşhir edildiğinden, semavat alemindeki melaikeler, o mucizatı ve harikaları temaşa ettikleri gibi ecram-ı semaviyenin gözleri hükmünde  olan dahi güya melaikeler gibi zemin yüzündeki nazenin masnuatı gördükçe, cennet alemine bakıyorlar. O muvakkat harikaları baki bir surette cennette dahi müşahade ediyorlar gibi, bir zemine, bir cennete bakıyorlar, yani o iki aleme nezaretleri var demektir.” (17.Söz)

Bediüzzaman bu seyirciler üzerine konuşur. Meleklerin varlığı konusunu daha açık hale getirmek için.

“Evet şu kainatın keyfiyatı onların vücutlarını gösteriyor. Çünkü kainatı had ve hesaba gelmeyen dakik sanatlı tezyinat ve manidar mehasinle ve hikmettar nukuşla süslendirip tezyin etmesi, bilbedahe ona göre mütefekkir istihsan edicilerin ve mütahayyir takdir edicilerin enzarını ister, vücutlarını taleb eder. Evet nasıl hüsün elbette bir aşık ister. Taam ise aç olana verilir. Öyle ise şu nihayetsiz hüsnü sanat içinde gıda-yı ervah ve kut-ı kulub elbette ve melaike ve ruhanilere bakar.”

Burda önemli olan seyirden alınan şeyin mahiyeti. Seyir ruhun ve kalbin gıdasıdır, tabiatı ve güzellikleri seyretmeyen insanın ruhu gıdasız bir ruhtur. Midenin gıdası olduğu gibi gözlerin de gıdası sanat eserlerini ve ilahi sanat eserlerini seyretmektir. Avrupa’dan piramitleri seyre giden insanlar onlardan ruh gıdası alıyor, büyük sanat eserlerini seyredenler binlerce kilometre yol katediyor, insanlar da her gün birazcık da olsa tabiatı seyretmeli.

Bediüzzaman, biraz daha açar bu konuyu:

“Madem bu nihayetsiz tezyinat, nihayetsiz bir vazife-i tefekkür ve ubudiyet ister. Halbuki ins ve cin şu nihayetsiz vazifeye, şu hikmetli nezarete ve şu vüsatli ubudiyete karşı, milyondan ancak birini yapabilir. Demek bu nihayetsiz çok mütenevvi olan şu vezaif ve ibadete, nihayetsiz melaike envaları, ruhaniyat ecnasları lazımdır ki şu mescid-i kebiri alemi saflarıyla doldurup şenlendirsin. (Güzellikler birileri tarafından seyredilmeli, onların ayrıntıları üzerinde düşünülmeli. İşte meleklerin varlığı bunlar içindir. Sanat eserlerindeki güzellikleri temaşa ve onlar üzerinde düşünmek.)

Alemin büyük mescidinde nihayetsiz melaike nevileri ve ruhanilerin cinslerini bir düşün. Gözümüz öteye kapalı şu dar dünyada maddenin tazyikinden kurtulmak…

Yine melekler konusunda yenin deliller öne sürer. Ruhaniyat ve melaikelerden birer taife kainatın her bir cihetinde  herbir dairesinde ubudiyet vazifesi ile bulunurlar. Bir kısım cansız varlıklar meleklerin gemisi veya binekleridirler. Yağmur damlaları ve yıldızlar gibi. Melekler bunlara biner içinde bulunduğumuz alemi gezerler ve o varlıkların tesbihatını temsil ederler.

“Evet şu kainatın her bir cihetinde, herbir dairesinde  ruhaniyat ve melaikelerden birer taife, birer vazife-i ubudiyetle muvazzaf (vazifeli) olarak bulunurlar. Bazı rivayat-ı ehadisiyenin işaretiyle (bazı hadislerin bildirdiğine göre) intizam-ı alemin hikmetiyle  denilebilir ki bir kısım ecsam-ı camide-i seyyare (seyyar cansız cisimler) yıldızlar seyyaratından tut, ta yağmur kataratına kadar, bir kısım melaikelerin sefine ve merakibidirler. O melaikeler bu seyyarelere izn-i ilahi ile binlerler, alemi şehadeti seyredip gezerler ve merkeplerinin tesbihatını temsil ederler. (Otomobille seyre çıkmak gibi.)”

Bu varlıkların seyir ve tefekkür görevi cennette de devam eder. Bu fikirleri hadislerden edinmiştir Bediüzzaman. “Hatta denilebilir ki bir kısım hayattar ecsam bir hadis-i şerifte “ehl-i cennet ruhları, berzah aleminde yeşil kuşların cevflerine girerler (ceplerine) ve cennette gezerler“ diye işaret ettiği “tuyurun hudrun” (yeşil renkli kuşlar) tesmiye edilen (isimlendirilen) cennet kuşlarından tut ta sineklere kadar bir cins ervahın teyyareleridirler. Onlar bunların içine emr-i Hak’la girerler. (Allahın emri ile) alem-i cismaniyeyeti seyredip o hayattar cisimlerdeki göz kulak gibi duygularıyla, alem-i cismanideki mucizat-ı fıtratı temaşa ediyorlar. Tesbihat-ı mahsusalarını eda ediyorlar (hususi tesbihatlarını.)”

Yeni bir delil;  topraktan ve sudan hayatlı ve idrak sahibi canlılar icad eden Allah elbette nur denizinden ve karanlık okyanusundan, havadan, elektrik gibi latif saydam maddelerden de şuurlu mahluklar yaratır.

“İşte nasıl hakikat böyle iktiza ediyor, hikmet dahi aynen öyle iktiza eyliyor. Çünkü şu kesafetli ve ruha münasebeti az olan topraktan ve kudretli ve nur-ı hayata münasebeti  pek cüzi olan sudan mütemadiyen hummalı bir faaliyetle, letafetli hayatı ve nuraniyatlı zevil idraki halkeden Fatır-ı Hakim, elbette ruha çok layık ve hayata çok münasib ve şu nur denizinden ve hatta zulmet bahrinden, şu havadan şu elektrik gibi sair madde-i latifeden bir kısım zişuur mahlukları vardır. Hem pek çok kesretli olarak vardır.”

Özetle, yeryüzünde canlılar olduğu gibi semavatta da vardır.

Yeryüzündekiler güzelliklerin karşısında nasıl ruhen gıda alırlar, tagaddi ederler,  gökyüzündekiler de aynı güzelliklerden etkilenirler, sanat eserleri galerisi olan dünyayı kainatı seyrederler.

Bu seyir işini yapan melekler yeryüzünün her yerinde farklı şekillerde bulunurlar. Çünkü her tabaka farklı sanat eserlerini teşhir eder.

Bu varlıklar binekleri olan camid cisimlerle seyrana çıkarlar. Çünkü seyir ve seyran bu kadar güzelliğin olduğu bir kainatta birileri tarafından yapılmalı, nasıl güzel sanat eserlerini seyreden insanlar gibi bunlar aynı görevi yaparlar.

Aynı seyir görevi daha farklı ve orijinal güzelliklerin olduğu cennette de devam edecek ve bu melekler orda da seyir ve temaşa yapacaklardır.

Sudan ve topraktan canlılar yaratan yaratıcı elbette ruh, karanlık ve elektrik gibi maddelerden de varlıklar yaratacaktır.

29. Sözün sadece girişi meleklerin varlığı hakkında bu kadar asrın idrakine ve fen ve felsefeden gelen şüphelere mukabele için akli ve mantıki ve gözlemlere dayanan deliller öne sürerek meleklerin varlığını insan ve hayvanların varlığı gibi zaruri hale getirir ve günceller.

İşte, “Doğrudan doğruya Kur’an dan alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı” denilen bir ölçüye göre Akif’in dediğini Bediüzzaman, Kur’an’dan hareketle melekler bahsini daha müşahhas ve nesnel hale getirir. Aklı gözüne inmiş bu asrın insanının, felsefeden ve fenden gelen şüphelerini Bediüzzaman, Kur’an’ın anlayış ve ifadedeki farklılığı ile ortaya koyduğu delillerle yok eder. Bu gün itikadın inşası için gerekli çok gerekli metinlerdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum