Mekanları hissederek yaşamak

Mekan insan ruhunun ruh kadar olmasa da ondan geri kalmaz bir tamamlayıcısı. Allah kainatı yaratırken büyük mekanımız olan dünyayı biz ve varlığın bütün taifelerine göre tasarlamış. Ne kadar zor bir iş bize göre tabii, kuşun yuvası, onun mekanı, çocuğun beşiği onun mekanı ve rahat ettiği yer, ihtiyarların evdeki uzlet köşesi onun mekanı, minder üstü kedinin mekanı, deniz balığın seyeran ettiği mekan, bütün varlıkları yaratmak bir büyük hilkat olayı, bir de her varlığa uygun onun ruhunun rahat edeceği bir mekan yaratmak, ruha bedeni mekan, bedene evi mekan, sokağı mekan şehri mekan, ülkeyi mekan, kainatı mekan olarak tasarlamak.

Allah Resulü bütün alemlerin Efendisi, bütün mekanlar onun önünde eğilmişler, semavat tabakaları her peygambere göre tasarlanmış, Fahri Alem yukarı çıkarken o tantanalı mekanların kapısını çalmış, melekler onun geleceğini haber aldıkları için ibretle beklemişler, içeri girerken onlar Onu O da onları görmek için hayret etmişler. Kimseye nasip olmamış hayretler, ne hayret, paraya ve tantanaya, varlığa debdebeye hayran olan kimseler, Allah Resülü peygamberlerin mekanını görünce neler düşündü.

Acaba Hz Ömer veya Hz Ebubekir “ Ya Resulallah, hz İbrahim’i görünce ne düşündünüz diye sordular mı ? Seyir varlığın en estetik zevki, geçen bir elektirik direğine bir kuş konmuş belki beş dakika etrafı seyretti, kimbilir onun cesedinde hangi şehid veya evliya veya maveranın gaybi gözleri dünyayı seyrediyorlar.

Bediüzzaman baharda açan çiçekleri yeşillenen tabiatı ehli temaşanın semadan seyrettiğini söylüyor. Bediüzzaman temaşadan çok zevk alıyor, sürekli geziye çıkıyor, tabiat ile arkadaş gibi yaşıyor. Bediüzzaman seleften tabiatla iç içe olmakta ayrılıyor, büyük evliyanın iç dünyada dolaşmasına bedel Bediüzzaman sanatı ilahinin müzeleri sanayi-i garibenin meşherini çok seyrediyor. Onları sinemaya tiyatroya değiştirmiyor. Aylarca dağlarda kalıyor. Tabiat seyirleri eserlerini süslüyor. Tezyin ediyor.

Bediüzzaman sürgün edilmiş ama sürgün yerini sanki ruhi bir dilekçeyle maveraya göndermiş ben böyle bir yer isterim, sürgüne demiş, Barla tabiatın ona sürgün mekanı olarak vermişler. Barla’ya baktım tepeden Bediüzzaman ‘ın ruhu ile o kadar irtibatlı bir azamet ve haşmet içinde. İstanbul’u çok sever özellikle çamlıca’yı, bizim büyük üdebamız da Çamlıca’yı seviyor, ama onların sevgisi metafizik, ilahi seyirlerden ziyade dünyayı güzel gösteren fon olarak önemli.

Yahya Kemal ruhunun ancak yüksek, yerlerde nefes aldığını söylüyor, peygamberler büyük filozoflar, veliler yüksek yerleri seçmişler. Peygamberimiz Hira’da Kabe’yi görecek şekilde bakarmış etrafa, Hz Hatice bir gün dağa tırmanırken bir adam görür, birbirlerine bakarlar, Resullulahın yanına gitttiğinde ona Allah Resulü“ yolda birini gördün mü Hatice”demiş, “ Evet Ya Resullallah “ “ o Cebrail’di deyince irkilmiş Hz Hatice, ”Sana cennette bir fildişi saray yaptırmış Allah onu bana söyledi ya Hatice, “diye müjdeler. Bunu hissedelim ne diyebiliriz ki bir ceviz çuvalından dökülenler ile, varlığın kendilerine amade olduğu iki emmuzeci hilkat

Bediüzzaman mekanlara çok bağlı, yıllar sonra Barla’ya gittiğinde önündeki ağaca sarılır ve hüngür hüngür ağlar, ağacın müekkel melekleri ile arkadaş olduğu kesin, bize göre ağaç ona göre ne ? Lisede öğrenci iken Şener Abi benim hocamdı, ona sarılırdım, ona sarıldığımda hissettiklerimi anlatamam, bir de benim bir Hacı Musa abi vardı, o da müşfik bir baba gibi idi.

Üstad bir gün Zübeyir Abi’ye “ Zübeyir Van’a git benim yaşadığım mekanları benim adıma seyret gel” der. O da hasta olduğu için Kırkıncı Hoca’ya der, Hocam da gider ve o mekanları dolaşır. Onun yaşadığı mekanları sevdiği kadar biz birbirimizi sevemedik.

Bursa’ya gidince şehrin ebedi valisi Emir Sultan Hazretlerini ziyaret ettim, Üstadın duasını onun ağzına koyup dergahı ilahiye sundum, bu fakire bir sadaka der gibi. Bir mezarın cazibesi binlerce ruhu yıllardır çeker çeker herkes önünde diz çöker ruhunun ahvalini ona hikaye eder, bu ilahi avukata kendilerini savunmak için arz larda bulunur. Arzedilenler kabul görür ki insanlar tekrar tekrar gelirler. Maddenin kaydından sıyrılıp ruhun kanatlarında yaşamak, bu ölümden sonraki seyahat.

Bizim Yunus da dünya ülkesinden göçtü ebedi rahat ülkesine, demek “ yeter Yunus gel demişler” Erzurum’da benim kardeşim Hikmetle orta okulda birlikte okudular, üniversitede başarılı idi, Orta Doğuya gitti, ama orada oraya koş Yunus, buraya koş Yunus, koştu koştu, okulu bitiremeyip başkabir tercih yaptı. Partide cemaat adına çalıştı, hep hizmet adına, çabaladı, bulunduğu yerlerde göbekli mahlukat olmayacak kadar ekabire yakın yaşadı, ama hakkı olmayan şeylere el uzatmadı. Devlet adamı edası ile konuşurdu, çok kibardı, kırmaz dökmez, meleklerden karışmış insanlara sanki Partinin büyükçe adamları ile dolaştı, iş yaptı, hem iş yaptı hem Bediüzzaman’ı anlattı. İsmi ile öyle müsemma idi ki, sanki Erzurum rüzgarı ona hiç işlememişti, kimseyi kırmadan kendi erken kırılıp gitti dünyadan. Çok sıkıntılar çekti ama kimseye sıkıntı çektirmedi.

Bursa’da yüzyılların şühedası ile şehrin şahısları birbiri içinde yaşarlar. İnsan bu maneviyatlı şehirde kuş tüyü yatakta mutlu yaşar gibi, İstanbul bir, Bursa iki, azıcık da Edirne atalarımızın azade ruhları ile yaşadıkları mekanlar. Yolda bir camii ye baktım adı Duhter-i Şeref Camii, sordum gelene gidene kimsenin bildiği yok. Biraz yukarı çıktım Veled-i Vezir camii, bu kadar denk gelir mi ? Duhter kız evladı demek hemşire yani, Şeref diye bir meşhur adam varmış onun kızı bu camiiyi yaptırmış adını da Duhteri-Şeref yani şerefin kızının camisi demişler. Zannedersem bunu duyan vezirin oğlu da o kız iken bir cami yaptırır da ben yaptıramam mı demiş bu sefer Veledi Vezir Camii yapılmış, vezirin oğlunun camisi. Şeref Efendinin kızının camii ile, vezir efendinin camileri arka arkaya ebediyete sırtlarını vermiş yatıyorlar. Biraz yukarda bir camii daha bu Veziri camii. İşe bak, veziri, camii, vezirin oğlunun camii, aha aşağıda Şeref ‘in kızının camii Ne güzel ebedi ve hayırlı bir uyku. Camilerden her gün yansıyan nurları ahirette seyrediyorlardır herhalde. Cumhuriyetin uşakları camiden uzak, Osmanlının uşakları camii yaptırıyor.

Hz Peygamber etrafında dolaşan ruhlardan irkilir, Hatice’ye hikaye eder, o da akrabasına Varaka hazretlerine sorar, akrabası onun Namus-ı Ekber yani Cebrail olduğunu söyler. Hz Hatice’nin akrabası Varaka ile konuşurlar, o da “ seni vatanından da çıkaracaklar “ der. Yani beni Mekke’den de mi çıkaracaklar der. ”evet” cevabını alınca çok üzülür. Hicret’te de Mekke’ye son bir defa bakar ve ağlar, çünkü bütün ataları ve bütün o güne dek olan hatıraları o şehirde geçmiştir.

Mekanlar ile bağlı ruhu Mekke’yi fethederken, yanındaki herkesi kılıçtan geçirmeyi teklif eder, o ise “sakalından dökülen inci misal yaşları ile mahcubiyetten sakalı devesine değecek kadar eğilmiştir ve bedeni iki büklümdür, ona “ Mekke”ye ayıp olur” der. Mekke’den mahzun ayrılan büyük ruh Mekke’ye kan dökmeden girer.

Muhabbetten yaratıldı Fahri Kainat
Muhabbetsiz kalb bir zayiat

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.