Mehmet Kayalar Ağabey

“Tevhid hakikatını, hiç bir kuvvet bu vatanın ve bu milletin sine-i pakinden silemez…” (İşaratü’l İ’caz, 276)

Selçuklu başkenti olan ve Anadolu maneviyatında mayalanma yapan Konya’dan  bereketlenen bir mazisi vardır Kayalar ailesinin. Balkanlar’ın o ceberrut ve Rumeli’de ekilen İslam tohumlarına tahammül edemeyen yeni döneminde ve Balkanlar’ı kaybettiğimiz günlerde Selanik’te dünyaya gelir.

Doğarken maddeten mağlup bir dünya serencamı ile başlamıştır hayat Balkanlar’da.

Onu Anadolu’nun bağrına hicret ettiren sırla kendini Erzincan’da bulur. Çocukluk inşası ve beslendiği İslam aşısı ile büyür.

Kaybedileni kazanma azmindedir, vatan topraklarında savaş sonrası esen maneviyatsızlık karşısında huzursuzdur, tepkiseldir.

Komutan olmak ister. Disiplini, heybeti, ciddiyeti ve cesareti bu mizaca uygun meslek arar adeta.

Pervasızdır, maneviyat kuşanmıştır askeri öğrenciliğinde ve teğmen iken hayata atıldığı yıllarda bile.

1937 senesinin Mayıs ayında Harp Okulu’nu bitirir ve subay olur. Konya, Susurluk, Kemalpaşa, Uşak, Bingöl ve Diyarbakır illerinde vazife yapar. Mehmet Kayalar 1942 yılında Risale-i Nur eserleri ile ve 1950’de Said Nursi ile tanışır. İkinci görüşmesinde emekli olmaya karar verir ve 1952 yılında emekli olur. (http://mehmetkayalar.com/kategori.asp?id=5)

Bediüzzaman’la tanıştığı 1950 yılından itibaren aradığını bulmuş, susuz çölde yüreğini serinletecek bir iman meşalesi ile sarılmıştır. Bağlanmıştır üstadına, üstadı onu alıp göğsüne, bağrına basmıştır dakikalarca belki, hatta yıllarca ve halen...

Hapis, sürgün, yalnızlaştırma, hücre hapisleri, ithamların ağır baskısı ve bitmeyen tasallutlar altında o hep dik kalmış, asla taviz vermemiş ve menhus ruhun temsiline "Dokunma" şiiri ile seslenmiştir.

Konya’dan Selanik'e oradan Erzincan ve Diyarbakır'a uzanan hayat seyrinde o dönemde Fiskaya'da Dicle Nehri’nin kenarında bütün zulüm ve baskılara rağmen nur otağını kurmuş ve yüzlerce insanla dersler ihdas etmiştir.

Üstad hayatının son aylarında Ankara’ya geldiği zaman, Mehmed Kayalar’a hitaben, “Şark’ın on binler ulema ve evliyasının yerinde sen o hizmeti yaptın. Her yerden evvel benim oraya gitmem lazımdı. O ulema ve evliyanın evlat ve torunlarına Nurları ulaştırmam icap ederdi. Fakat ben gidemiyordum. Cenab-ı Hak benim bedelime sana o hizmeti yaptırdı” diye iltifatta bulunur. (İhsan Atasoy, Üstad’ın Manevi Evladı Fena Fin’Nur Mustafa Sungur, 153-154)

Celalli ve heybetli bir asaletle iman ve irfanını konuşturmuş, kılıcını çağın delilleri olan risale olarak kullanmış ve sabırla imtihanda olduğu her demde baskı çemberlerine karşı direnmiştir.

Toplum üstüne çöken kara bulutları darbeler sonrası kırmaya çalışırken fazlasıyla işkenceye maruz kalmıştır. O direnişleri bazen hiddetin ve tepkinin dozajını yüksek tutmuştur. Ehl-i kemalin zulüm karşısında ya cemal ismi veya celal ismi tecellisi ile mücadele etmeleri ve cihat yapmaları gibi Kayalar Ağabeyimiz’in payına da celal ismi tecellisi ve celadet düşmüştür.

İşaratü’l İ'caz’ın son sayfasında Mehmet Kayalar'ın beraatla neticelenen bir müdafaası vardır. Müdafaa, "Emekli Yüzbaşı Mehmet Kayalar" imzasını taşımaktadır.

Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesi yüksek makamına:

Mahkeme-i âdilenizin huzuruna çıkmaktan fevkalâde memnunum. Âdil mahkemeler; Kâinat Hâlıkının Hak isminin, Âdil isminin ve daha çok esma-i İlahiyenin tecelligâhıdır. Hak namına hükmeden, Âdil-i Mutlak hesabına adalet eden ve hakikî, İslâmî bir adalet olan kürsî-i muallâ ne yüksektir, ne mübecceldir... Hak tanımaz mağrur zalimleri huzurunda serfüru ettiren, haksızları hakkı teslime icbar eden âdil mahkemeler, en yüksek tebcile ve en âlî ihtirama sezadırlar…" (İşaratü’l İ'caz 224) …

Üstad, canı gibi sevdiği ve etrafında pervane olan bu saff- evvel ağabeylerin her birisini bir bölgeye adeta nurun manevi komutanları gibi göndermiştir.

Diyarbakır'a gönderilen Kayalar Ağabey çok çetin şartlarda nur tohumlarını Dicle kıyılarına ekmiştir. Bugün oralara kardeşliğin müstesna temsili olan yüksek şuurla bezenmiş nur talebeleri ve risale iklimiyle medrese ve tekkeyi ve şimdilerde mektepleri de yanına katarak birer “Medresetüzzehra” çekirdeği açmışlardır.

Kayalar Ağabey, fazlasıyla rejim tarafından yalnızlaştırılmış ve  izole edilmiştir. Hakkın müdafaasında yaptığı her itiraz ve kırmaya çalıştığı o bunalımlı askeri, cebri ve keyfi baskılar karşısında metanetini asla kaybetmemiştir.

İleriki zamanlarda Kayalar Ağabey’i hem Diyarbakır’da, hem de Selanik’te birer programla anmak ve hatıralarına inmek, yakın tarihin bir sis perdesini daha kaldırmak arzusundayız.

Rabbim nasip ederse, yeni kuşakların görevi iman cephesinin bu mümtaz  maneviyat erlerinin, feragat, mahviyet ve yokluk içinde mağduriyet ve ithamlarla dışlanan bu cengaverlerin  hayatlarını topluma mal etmek olacaktır.

Çağın bencil, menfaatperest, güç merkezli ve ben merkezli yapıları ve kavgaları içinde ruhun nefes alacağı bu Anadolu Ağabeyleri’nin nura adanmış ve iman için hayatı hakir görmüş temsil ve örnek hayatlarına fazlasıyla ihtiyacımız var. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum