Mehmet Görmez’in yerinde tespitleri…

Hadis ayıklanması konusunda veya belli konularda açığa düşsek ve zaman zaman bu nedenlerle hakkında olumsuz kanaatimizi yazmış olsak da Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in çalışmalarını yakından görünce biraz da kendisine karşı haksızlık ettiğim kanaatine vardım. Diyanet’e yeni bir heyecan geldi.  Ve hepsinden önemlisi, toparlayıcı ve kuşatıcı bir misyon yüklendi ve ifa ediyor.  Kucaklayıcı bir yaklaşımın içinde. Bundan dolayı da çalışmalarını heyecanla izliyoruz. Diyanet eskiden rejim açısından önemliydi ve bir kontrol mekanizması ifa ediyordu.  Dini hizmetlerin inkişafını değil, kontrolünü temine yönelik bir mekanizmayı andırıyordu.  Sanki önünü açmak için değil, kapatmak için tesis edilmişti.  Buna rağmen büyük hizmetleri olmuştur. Hizmetleri arttıkça halk ile arasındaki mesafe ve yabancılaşma da azalmakta ve kapanmaktadır. Dini hizmetlerin muayyen kalıplar içinde deruhte edilmesini koordine ediyordu. Şimdi ise toplum açısından çok önemli hala geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı kanalı iyi kullanılabilirse gevşeyen, esneyen ve çözülmeye yüz tutan toplumu bir arada tutabilir ve sosyal  erozyona karşı set vazifesi görebilir.  Bu açıdan son sıralarda sosyal dokuyu pekiştirici hizmetler ifa ediyor olması bizi sevindiriyor.

Melelerin (Mollaların) bir biçimde Diyanet bünyesine katılması önemli ve sevindirici bir gelişmedir. 1960 ve 70’lerde kadrosuz hocaların kadroya alınmaları önemli bir boşluğu doldurduğu gibi sosyal barışa da katkı sunmuştur. Dini hizmetleri  ileriye taşımıştır. Hindistanlı alleme Vahidüddin Han’ın ifade ettiği gibi, dini eğitim veya hizmetler iktisadi çarkın dışında gelişemezler.  Dolayısıyla geçmişte ulema imamet, fetva, kaza ve hadis rivayeti için para alınmasını yasaklamış olsa da zamanla bu yasak gevşemiş ve kaldırılmak zorunda kalınmıştır.  Zira halife seçildikten sonra bez toplarını eline alan ve çarşının yolunu tutan Hazreti Ebubekir’e sahabelerin ileri gelenleri sorar: Nereye ? O da ‘çoluk çocuğunun nafakasını temine gidiyorum’ diye karşılık verir.  Bu durumda ya hilafet makamı fahri bir makam olarak kalacak ve Hazreti Ebubekir (R.A.) boş vakitlerinde ümmetin işiyle ilgilenecek ya da maaşa bağlanarak bütün vaktini din ve devlet işlerine hasredecektir.  Bunun üzerine maaş takdir ederler. Dört halife de maaş alarak geçimini sürdürür.  Halifelerin maaşı yevmiye tutarı olarak yarım koyuna bedel addediliyor.  Halifenin aylığıyla o gün yaklaşık 15 koyun alınabilmektedir.

Taha Akyol, Mehmet Görmez ile bir sohbet gerçekleştirmiş ve bu sohbetinde Görmez özellikle de Türkçe’nin bilinmediği veya az bilindiği yerlerde Kürtçe vaazın imkanına da değinmiştir.  Bunlar doğru yolda atılan adımlardır. Taha Akyol bu hususa ilaveten cemevlerinin statüsüne bakışını da sormuştur. Kanaatime göre, bu hususta da Görmez Hoca doğru olan neyse onu söylemiştir: “Cemevlerinin varlıklarını sürdürmesi, inkişaf ettirmeleri, hukukî bir statü kazanmalarında herhangi bir sorun yok. Ancak bütün tarihi, bütün kültürü, bütün kaynakları, hatta nefesleri, sözleri, deyişleri dahi dikkate aldığımızda camiyle cemevini birbirine alternatif olarak asla göstermemeliyiz. O bizim inanç bütünlüğümüzü bozar.”  Aleviliğin İslam’ın içinde farklı bir yorum olduğunu ve bunun da yüz yıllardır böyle süre geldiğini anlatan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Diyanet olarak bizim, Alevi vatandaşların burasını ibadet mekanı olarak tanıyın dediği mekanı, ibadet mekanı tanımak veya tanımamak gibi bir haddimiz yok” ifadelerini kullandı.
Ancak konunun bilimselliğine dikkat çekerek şöyle devam etti; “Eğer dünyanın herhangi bir yerinde bir inanç gurubu neye taparsa tapsın, neye inanırsa inansın, ben bu mekânı kendim, kendi inancıma göre ibadethane olarak kabul ettim derse, buna hiç kimsenin bir şey diyeceği yoktur. Ama eğer bunu söyleyen insanların, Müslüman olduklarında zerre kadar şüphemiz yoksa, eğer İslam’ın farklı bir yorumu olarak varlıklarını sürdürmeyi bin yıldır iftiharla ifade ediyorlarsa, eğer bunu söyleyen topluluk Hak, Muhammed, Ali çerçevesinde bir inanç dünyası oluşturmuşlarsa, eğer bunu söyleyen topluluk ehl-i beyt yolunu takip ettiklerini ifade ediyorlarsa, Hz. Aliyyül Murtaza, Hz. Fatime’tüz-Zehra, İmam Hüseyin, Hz. Hasan, 12 İmam… Bunların yolunu takip ettiklerine inanıyorlarsa, kelimelerimi özenle seçiyorum, eğer bunu söyleyen topluluk, 4 kapı 40 makamı kendine erkan edinmişlerse, eğer bunları söyleyen topluluğun tarihi ve kültürünü ifade eden yüzlerce eser günümüze kadar gelmişse, eğer bunları söyleyen topluluğun binlerce sözü, nefesi var ise o zaman bu iddia ile karşımıza çıkan insanlara deriz ki: “Bu bir bilgi konusudur. Bu artık sizin şahsi görüşünüz olmaktan çıkmış, bilimsel bir konudur”. Dolayısıyla bir inancın 1400 yıllık tarihinde İslam’ın dışında bir mabet olarak tanımlanmamışsa bugün de böyle tanımlamak mümkün olmaz.”

Mehmet Görmez Hoca cemevlerinin camiye alternatif olamayacağını söylüyor. Bu hususta alternatif mabet düşüncesiyle cemevlerinin resmi olarak tescil edilmesinin peşinde olmak, İslam’ın cami etrafındaki birlik vurgusuna da uygun düşmez. Kilise, cami ve hatta havra sözlük anlamı olarak da, cem eden yer ve toplanma ve buluşma mekanları demektir. Cami, inanç bütünlüğünü ve tevhidi temsil etmektedir. Buna mukabil tekkeler ise renkleri, zevkleri ve meşrepleri temsil etmektedir.  Alt küme veya meşrep kümesi olarak elbette ki cemevlerini tekke statüsünde kabul etmek mümkündür. Bunun için mevzuat ve yeni düzenlemelere ihtiyaç vardır. Bu hususta Mehmet Görmez’in kaygısı yerden göğe kadar yerinde ve geçerlidir. Birileri cemevlerini caminin alternatifi olarak görebilir.  Su-i misal, misal olmadığı gibi zıtlaşma arayışına da hürriyet denilemez. Dolayısıyla cemevi-cami  zıtlaşması birilerinin istediği gibi ülkeyi kutuplaşma iklimine çekebilir. İslamı içeriden oyalamak ve enerjisini tüketmek için birileri bu planı devreye sokmak isteyebilir. Sözgelimi böyle bir vakıa aynen İsveç’te yaşanmıştır.

Zülfikar Ali Butto döneminde Pakistan’dan İsveç’e göçmen kafileleri gönderilir. Göçmenler çalışkandır ve onun ötesinde dinlerine bağlıdırlar ve açtıkları İslam merkezinde arılar gibi çalışmaktadırlar. Yaşadıklarını da çevreye aksettirmektedirler. Bundan dolayı birilerinin huzuru kaçar. Çaresini bulmak için Ahmediler olarak da anılan Kadiyanilere İslam merkezinin yakınlarında alternatif merkez kurmalarına müsaade ederler veya organize ederler ve böylece Pakistanlılar enerjilerini içlerinde tüketmiş olurlar. Alevilik İslam içindeyse bir cami yeter. Cemevleri kültürel mekanlarsa; caminin alternatifi değildir ve bu taktirde cami ayarında bir statüye kavuşturulması bahis konusu olamaz.  Cemevlerinde ibadet edilmesi başka cami benzeri statü verilmesi ise daha başkadır. Herkes her yerde ibadetini yapabilir.  Bu ayrı bir konudur.  Alevilik netice itibarıyla din olmadığı için ayrı bir statüye de muhtaç değildir. Ayrıca bir mezhep de olmadığı ve meşrep olduğu için tekke statüsü kifayet eder. Cemevleri, Hüseyniye statüsüyle bile karşılaştırılamaz. Hüseyniyeler netice itibarıyla bir mezhebin meşrebine ait mekanlardır.  Bu anlamda, Alevilikle alakası olmayan tarihi bir sürecin ürettiği kurumlarıdır. Cemevi ise en fazla bir meşrep çatısıdır. Öyle de kalmalıdır. Onu cami yerine ikame etmek bir zıtlaştırma mühendisliği ürünüdür.   Dolayısıyla Mehmet Görmez’in savunduğu tez yerinde ve isabetlidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum