Medrese ve tekkelerde Yeni Bediüzzaman'lar yetiştirilmeli

Medrese ve tekkelerde Yeni Bediüzzaman'lar yetiştirilmeli

Yusuf Kaplan köşesinde Medrese ve tekke modelinin yeniden diriltilmesi gerektiğini ifade etti

Risale Haber - Haber Merkezi

Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan "Müslüman toplumlar, medreseye yeniden diriltici bir ruh üfleyemezlerse, yeniden esaslı bir medeniyet hamlesi gerçekleştiremezler." dedi

"Medrese ve tekke olmadan aslâ!" başlıklı yazısında müslüman toplumların yeniden toparlanmasının Medrese ve tekke eğitim modeliyle âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerin yetiştirilmesinden geçtiğini belirtti.

"Medresenin çökmesi, medeniyetin temellerini sarstı ve çökmesiyle sonuçlandı" diyen Kaplan'ın yazısının ilgili kısmı şöyle: 

Sonuç olarak, bizim tarihte geliştirdiğimiz eğitim modeli, esas itibariyle medrese ve tekke modelidir.

Müslüman toplumlar, eğer yeniden toparlanacaklarsa ve tarihe tarihi yapacak bir aktör olarak gireceklerse, bunun öncelikli yolunun, ‘’entelektüel’’ tipinden değil, âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerinin, yeni Gazâlî’lerin, İbn Sina’ların, Mevlânâ’ların, İbn Arabî’lerin, Ebu Hanife’lerin, Itrî’lerin, Şeyh Galip’lerin, Bediüzzaman’ların yetiştirilmesinden geçtiğini iyi bilmeliler.

Başka türlü bir arpa bile yol alamayacağımızı, yalnızca bu ülkenin enerjisini su gibi harcamış olacağımızı, sürgünümüzü uzatacağımızı iyi bilelim, aklımızı başımıza devşirelim, kendimize gelelim; sözün özü, ‘’evimiz’’e dönelim önce, ‘’kendi’’mize, diyorum.


Yusuf Kaplan'ın yazısı ise şöyle:


Medrese ve tekke olmadan aslâ!

Türkiye’deki -özellikle zihin-özürlü entelijansiya tarafından- çarpık anlaşılan konulardan biri medrese konusu. 
Medrese, yaklaşık bin küsur yıl İslâm medeniyetinin temellerini atan bir eğitim kurumunun adı. Ve İslâm medeniyetinin geliştirdiği, medeniyeti yeşerten, filizlendiren ve geliştirerek yeni ufuklara eriştiren özgün bir eğitim modeli.

MEDRESENİN ÇÖKMESİ: MEDENİYETİN ÇÖKMESİ

Bugün medrese’nin -özellikle de Türkiye’de- yaşamıyor -hatta izlerinin bile silinmiş- olmasının nedeni, İslâm medeniyetinin çökmesidir. Türkiye’nin dışında İslâm dünyasında medrese -şu ya da bu şekilde de olsa- varlığını sürdürüyor ama hiçbir yaratıcı atılıma, öncü açılıma öncülük edebilecek, önayak olabilecek, kaynaklık yapabilecek bir niteliğe sahip değil.

Medeniyetin çökmesi, medresenin de çökmesini beraberinde getirdi kaçınılmaz olarak. Ya da tersi daha doğru galiba: Medresenin çökmesi, medeniyetin temellerini sarstı ve çökmesiyle sonuçlandı. 
Ulema gitti, “film koptu”: Medeniyet gökkubbemiz çöktü, üzerimize yıkıldı: “Baş’’la “gövde” birbirinden ayrıldı. Müslümanca biliş, duyuş, düşünüş, zevk ve beğeni biçimlerimiz yokoldu. Çöl’e mahkûm olduk...
Asıl yakıcı mesele şu, burada: Müslüman toplumlar, medreseye yeniden diriltici bir ruh üfleyemezlerse, yeniden esaslı bir medeniyet hamlesi gerçekleştiremezler. Müslümanca duyuş, düşünüş ve varoluş biçimini, ancak İslâmî bir eğitim modeli geliştirebildiğimiz takdirde yeşertebiliriz yeniden.

MEDRESE RUHU VE UFKU, BATI’DA YAŞIYOR!

Şimdi sıkı durun: Bugün Türkiye’de de, İslâm dünyasında da medrese ölü ama medresenin ruhu Batı’da yaşıyor aslında. Türkiye’deki entelijansiyanın ve uzantısı kapıkulu medyanın ezberini bozacak bir gerçeğe dikkat çekmek istiyorum burada.

Bugün medrese ruhu, bir şekilde, Batı’daki en yüksek eğitim kurumlarının da başvurduğu ve yaşattığı bir eğitim biçimi ve ruhu.

Medrese’de yüksek fikir, alanında zirve’yi temsil eden âlimin dizinin dibine oturarak geliştirilir.

Bir meseleye yoğunlaşan ‘’talebe’’, o meselede zirve noktayı temsil eden âlimin izini sürer ve örneğin Kurtuba’da yaşayan bu ‘’talebe’’, sözkonusu zirve âlim Bağdat’ta, Kahire’de, Basra’da ya da Tunus’da bile olsa o âlimi bulur ve onun rahle-i tedrisinden geçer.

Tabii bunun için, bir dolu imtihanı aşması, zorunlu icazetleri alması zarûrîdir.

HABITUS, KÜLTÜREL EKOLOJİ YA DA MUHİT

Ayrıca Lapidus’un -İletişim Yayınları’ndan Yasin Aktay’ın çevirisiyle yayımlanan- İslâm Toplumları Tarihi başlıklı özgün çalışmasında da enfes bir şekilde gösterdiği gibi, talebe-hoca ilişkisi, yalnızca bir bilgi alma ve bilgi aktarma ilişkisi değil; kendi terimlerimle ifade edecek olursam, bir geleneği tevarüs etme (öğrenme ve alma), temellük etme (özümseme ve kendine maletme) ve temessül etme (başkalarına sunma) ilişkisidir.

Zirve bir âlimin dizinin dibine oturan parlak bir talebe, medresede, sadece ilim tahsil etmez; o ilmi vareden ruh âlemini, hayat iklimini, zihin, davranış ve yaşayış biçimlerini de tahsil, tevarüs, temellük ve temessül eder.

Medrese, ille de Bourdieu’nun ünlü terimini kullanmam gerekirse, tastamam bir habitus’tur: Bir kültürel ekoloji kaynağıdır. Talebenin, bir medeniyetin hayatının ve hakikatinin, hassasiyet ve dikkatlerinin, idrak ve varoluş biçimlerinin geliştirdiği ve yaydığı havayı da, bu havanın ürettiği ritimleri de öğrendiği, soluduğu, duyduğu ve başkalarına da duyurma coşkusu ve heyecanıyla dolduğu bir habitus, bir ilim, irfan ve hikmet muhit’idir.

Medresede, talebe, ilim öğrenmez sadece. Karakterini, kişiliğini, duyarlıklarını da tahkim eder. Bir geleneği yaşar ve yaşatacak bir ruhla, idealle ve vecdle dolar ve kendini aşar.

Ayrıca medresede hem multi-disipliner, hem de inter-disipliner bir eğitim modeli, geçişken ve disiplinlerin birbirini karşılıklı olarak besleyen imajinatif bir eğitim programı geliştirilmiştir.

İşte bu medrese modeli, bugün Batı’da özellikle de Amerika’da doktora programlarında bir şekilde uygulanan ya da uygulanmaya çalışılan bir modeldir. Lapidus, biraz önce zikrettiğim çalışmasında bu meseleyi etraflıca anlatır. Böyle bir şeyin olması doğaldır. Çünkü Batı’daki -modern Batı’yı kuran- Paris, Oxford, Padua, Bologna, Palermo, Marburg üniversitelerinin modeli, Bağdat, Kurtuba, Ezher ve Mağrip’teki medrese modelidir.

YENİ GAZALî’LER, İBN ARABî’LER VE ITRÎ’LER OLMADAN ASLA!

Sonuç olarak, bizim tarihte geliştirdiğimiz eğitim modeli, esas itibariyle medrese ve tekke modelidir.

Müslüman toplumlar, eğer yeniden toparlanacaklarsa ve tarihe tarihi yapacak bir aktör olarak gireceklerse, bunun öncelikli yolunun, ‘’entelektüel’’ tipinden değil, âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerinin, yeni Gazâlî’lerin, İbn Sina’ların, Mevlânâ’ların, İbn Arabî’lerin, Ebu Hanife’lerin, Itrî’lerin, Şeyh Galip’lerin, Bediüzzaman’ların yetiştirilmesinden geçtiğini iyi bilmeliler.

Başka türlü bir arpa bile yol alamayacağımızı, yalnızca bu ülkenin enerjisini su gibi harcamış olacağımızı, sürgünümüzü uzatacağımızı iyi bilelim, aklımızı başımıza devşirelim, kendimize gelelim; sözün özü, ‘’evimiz’’e dönelim önce, ‘’kendi’’mize, diyorum.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum