Abdullah YILMAZ

Abdullah YILMAZ

Fîsakar, Deprem ve Levh-i Mahv ve İsbat

Onu ilk ne zaman tanıdım hatırlamıyorum. Anne tarafımızdan akrabamız idi. Doğuştan farklı bir insandı. Önceleri “Meczup” diyordum kendisine. Sonraları aklım erdikten ve bu nevi insanlarla kader yolculuğunda defaatle yolum kesiştikten sonra “Mübarek” diye isimlendirdim onu ve onun gibileri. Telefonumda “Mübarek” diye kayıtlıdır hâlâ.

Adaştık, benden 3-5 yaş büyüktü. Belli aralıklarla bahçemize gelir, çocukluk hatıramda hala canlı ve diri olan “âlem-i misâl”deki seyahatlerini anlatırdı. Öyle cehennem tasvirleri yapardı ki; hâlâ hatırladıkça ürperir ve cehennem azabından Rabbime sığınırım! Peltek s ile telaffuz ederek (ve sonradan öğreneceğim üzere yanlış isimlendirdiği) “Fisakar” ve “Zemherir” ateşlerinden bahsederdi. Yıllar sonra Nurlu külliyattan bürudeti ile yakan “Zemherir Ateşi” ile kitaplarda cehennemin 3. tabakası olarak tarif edilen ve cehennemin bir adı olarak Müddessir suresinde geçen “Sekar Ateşi”ni öğrendiğimde çok şaşırmıştım.

Gerçekten çok acayip bir insandı. Bir cihetten baktığınızda; ancak 6-7 yaşındaki bir çocuğun sür’at-i intikaline ve hayat tecrübesine sahip bir garibandı. Diğer cihetten baktığınızda ise; gözlerindeki maddî perdelerin kalkmış olduğu, “Kırklara karışmış”, ötelerden haberler getiren esrarlı bir ehl-i kalpti.

Yıllarca görüşemedik konuşamadık. Kader birbirimizden uzakta hayatlar sürmemizi takdir eyledi. Birkaç yıl önce bilinmeyen bir numaradan ulaştı bana. Dualı ağzı ve gaybdan haberler veren esrarlı ifadeleri ile yine yüreğimi titretti. Ona karşı şefkat, merhamet ve biraz ürpermeyle karışık hürmet hislerimi zirveye çıkardı.

6 Şubattaki ciğersûz depremden bir gün sonra yine aradı. Hazır adamını bulmuşken sorayım dedim: "Azizim, kader denk noktasında, öteler buudunda, levh-i mahv ve isbatta bu hadisenin izdüşümü nedir? Sırr-ı esrârı nedir?" Derin bir iç çektikten sonra konuşmaya başladı:

-Siz Risale-i Nurları okumuyor musunuz? Orada zaten eşyanın ve hadiselerin derunundaki, fizik ve madde âleminin ötesindeki esrardan haber vermiyor mu?

-Yahu biz okuyoruz okumasına da siz “Üçler, Yediler, Kırklar Meclisi” bu hadiseyi öteler buudunda nereye yerleştiriyorsunuz?” diye şakayla karışık sordum.

Ciddileşti ve uzunca bir mükâlemeye başladı:

"Levh-i Mahv ve İsbatta, Kader-i muallakta bu insanların bir harple, bir işgalle şehadetleri, musibetzede olmaları, umum memleketin şu an yaşanan sıkıntı ve zahmetlere mümasil bir zahmete harp vesilesiyle dûçar olması mukadder idi.

Âlem-i İslam’ın son karakolu ve İ’la-yı Kelimetullah bayrağının düştüğü yerden yine kalkacağı müjdesinin tahakkuk edeceği bu İslam beldesinin gâvurun ve içimizdeki gâvurperestlerin savaş uçakları, tankları, top ve tüfekleri ile pis postalları altında inlemesi ve işgal edilmesi kader-i muallakta mukadderdi.

Ancak, geceleri herkesin gaflet uykusunda olduğu vakitlerde uyanıp; Âlem-i İslam’ın ve şu mübarek Anadolu memleketinin sulh ve selameti için, İslam’ın şanlı sancağının bu toprakların semasında İ’la-yı Kelimetullah için yeniden dalgalanması için dua eden, evrad ü ezkâr okuyan, gözyaşları döken, iman ve Kur’an hakikatlerini ta’lim eden samimî, hâlis, bilinmedik, görülmedik evliyaların, kâmil insanların dualarıyla o işgal, o tasallut geri kaldı.

O mukadder eceller ise böyle bir hadise ile takdir edildi ve Rabbim deprem bölgesindeki 10 milyonu aşkın aciz, zayıf, günahkâr ve kusurlu Müslümandan on binlerce mânevî şehitler -ve İnşaallah- bu musibetin maddi yaralarının mükâfatını ebedi âlemde günahlarının affı, belki de cennet ile müşerref olmak suretiyle alacak musibetzedeler ve onların -İnşaallah- sadaka hükmüne geçecek mâlî zayiatlarının ebedi mükâfatlarıyla mükâfatlandırdı!” dedi.

Mübarek Abdullah ağabeyim bu konuşmayı benimle mi yaptı yoksa etrafını saran ve madde âlemine mahkûm gözlerin gör(e)mediği mânevî bir cemaate mi anlattı? Bilemiyorum.

Bendeniz o anlatacaklarını bitirene kadar sadece sustum. Sonrasında birbirimize sıhhat ve selamet duaları yaparak, Âlem-i İslam’ın ve Anadolu diyarının bir daha böyle bir musibete dûçar olmaması temenni, dua ve niyazıyla vedalaştık.

Bu görüşmenin üzerinden, şu dakika itibariyle yaklaşık 48 saat geçti. Şu satırları yazarken, hâlâ kendi kendime soruyorum: Ben Mübarek Abdullah abimle telefonda görüştüm mü? Yoksa başka bir boyutta mı hasbihal eyledik? Bilemiyorum.

Bu vesileyle; deprem musibetinde manevî şehid olan ehl-i iman kardeşlerime Allah’tan rahmet, geride kalan yakınlarına sabr-ı cemîl ve yaralılara acil şifalar temennî ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
15 Yorum