Mahkemenin Said Nursi için beraat şerhi

Mahkemenin Said Nursi için beraat şerhi

Bediüzzaman Said Nursî’nin Vekili Avukat Bekir Berk’in 28.01.1960 gününden sonra hazırlayarak Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu itiraz dilekçesi-4

BEDİÜZZAMAN’IN SON 60 GÜNÜ

 

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ’NİN VEKİLİ AVUKAT BEKİR BERK’İN 28.01.1960 GÜNÜNDEN SONRA HAZIRLAYARAK KOCAELİ AĞIR CEZA MAHKEMESİNE SUNDUĞU İTİRAZ DİLEKÇESİ-4

 

 

Müvekkilimin bir mektubunda ifade ettiği üzere tefsir iki kısımdır:

 

Birisi: Malum tefsirlerdir ki, Kur'an’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarını izah ederler.

 

İkinci kısım tefsir ise: Kur'an’ın imanî olan hakikatlarını kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir. Malum tefsirler bu kısmı bazen mücmel bir tarzda dercediyorlar. Fakat Risale-i Nur doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş bir mânevi tefsirdir.

 

Evet «Nurculuk» diye bir tarikat ve dinî doktrin olmadığı ve Risale-i Nur Külliyatının bir Kur'an tefsirinden ibaret olduğu bizim kavl-i mücerredimizden ibaret değildir. Prof. Dr. Necati Lugal, Türk Tarih Kurumu İslâm Kitapları Derleme azalarından Yusuf Aykut ve Prof. Yusuf Ziya Yörükhan tarafından 22 Nisan 1944 tarihinde tanzim edilip, Denizli Ağır Ceza Mahkemesine verilip, mahkemenin Temyiz Birinci Ceza Dairesince tasdik edilen 16/6/944 gün ve 199/136 sayılı, müvekkilim ve yanındaki Nur talebeleri hakkındaki beraat kararına mesnet teşkil eden rapor, netice olarak şu hükmü ihtiva etmektedir:

 

«Said Nursi, kanaatlarında samimî ve kalbi dini hissiyat ile meşbû olmakla beraber, risale, kitap ve mektuplarının incelenmesinden anlaşılmasına göre; bu adamın yazdıklarında, halkın dinî hissiyatını âlet ederek devletin emniyetini teşviş etmek veya bir cemiyet kurmak maksadında olduğunu gösterir sarahat ve emare yok. Gerçi Said Nursî'de bir enerji var. Bu enerji tarikat gütmek, mezhep çıkarmak, cemiyet kurmak, tedrisat icra etmek enerjisi değil. «Benim vazifem Kur'an’ın hakikatlarını anlatmaktır. Ve ciddî arzu edenleri ilimden faydalandırmak arzusudur» demektedir.»

 

Bu raporun teyid ettiği üzere Nurculuk diye bir tarikat yoktur. Ve Risale-i Nur bir Kur'an tefsiridir.

 

İhtisas Sahibi Ehl-i Vukuflar Ne Diyor?

 

İslâmî mevzularda en yüksek otorite sahibi olan ve resmî hüviyeti de haiz bulunan Diyanet İşleri Reisliği Müşavere ve Dinî Eserleri Tetkik Heyeti tarafından 6/5/958 tarihinde verilip, birçok takipsizlik, men-i muhakeme ve beraat kararına mesnet teşkil eden 215 sayılı rapor Risale-i Nur Külliyatı hakkında şu hükmü ihtiva etmektedir:

 

«Bu kitaplar muhtevasında hiçbir tarikatın âdap, erkân ve âyinlerini beyan eden ve herkesi onlara girmeyi teşvik eyleyen bir yazı görülmemiş ve bilumum yazılarının hülasa ve neticesi, vatandaşları, İslâmi itikat ve ibadetlerin ifasına ve Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviyeye ittibaa teşvik ve terğip eden ifadelerden başka bir ifade görülmemiş olduğuna dair iş bu raporumuzun Ankara C. Müdde-i Umumiliğine sunulması için yüksek Riyasete arzına karar verildi.»

 

Yukarıda arzettiğimiz izahattan anlaşılacağı üzere, mahkemelerce, ehl-i vukuflarca, devletimizin en yüksek dinî mercii Diyanet İşleri Riyasetince, sıdk u samimiyeti, ihlâsı, Allah'a, Kur'an’a merbutiyeti, Peygamberimiz Efendimiz Hazretlerine bağlılığı ve herkesi aynı şekilde harekete teşviki, mücadelelerinin hiçbir cemiyet, tarikat kurmaya veya dinî guruplaşmaya matuf olmadığı kabul, tasdik ve teslim edilen bir şahsiyetin Müseylime-i Kezzaba ancak vurulabilecek dinde sahtekâr damgasiyle sahtekârlık ve onun ardından bütün müslümanların itirazını davet edecek şekilde küfür isnad etmek en hissî ve donmuş, fakat bîtaraf vicdanlar önünde de suçtur. Ve yukarıda arzedilen gerçeğe rağmen müvekkilim tarafından «Nurculuk» diye bir dinî mevzuun ortaya atıldığını iddia etmek ve bu iddiayı şenî bir tecavüze mazeret sebebi ve mütecavizlere kalkan yapmak, ancak adaletin çiğnenmesiyle mümkündür.

 

Hukukçu Olarak Yapılması İcabeden Hassasiyet Yapılmamıştır.

 

2— Müdde-i umumi ceza takibini istilzam edebilecek hususlarda kâfi emareler teşkil edecek vak'alar mevcut ise, lâyihamızın birinci maddesinde zikrettiğimiz mecburiyet olmasa bile hukuk-u âmme dâvasını açmakla mükelleftir. Ve delillerin takdiri, müdde-i umumiye değil, hâkimlere ait bir vazifedir. Sahtekârlık isnadının suç teşkil edip etmiyeceğinin takdirini, bu vaziyette dahi, hiç olmazsa, hâkimin takdirine tevdi etmek icabederken ammenin değil de, bu ağır tecavüzün faillerinin müdafii imiş gibi hareket eden müdde-i umuminin hareketi, bu bakımdan da kanunsuzdur. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre, müdde-i umumilik makamını işgal edenler, yani müdde-i umumiler, ceza dâvalarının taraflarındandır. Ama bu taraf oluş, dâva açıldıktan ve iş Türk Milleti adına karar vermekle mükellef olan mahkemelere intikal ettikten sonra gösterilebilir. Hadisemizde bunun aksi olmuş ve maznunlar hakkında gösterilen hassasiyet bizden esirgenmiştir. Karardan edindiğimiz intiba budur.

 

(Devam edecek)