Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

M. Kemal dindardı, yahut Zaman’ın takiyyesi!

Yalanı hakikatin göz kamaştırıcı ışıltısına tercih etmenin saikleri muhtelif: Çoğu zaman ya bir menfaatin temini, ya da bir şerrin def’i yalana hayat verir. Yalancı için; yalanla elde ettiği netice, kaybettiğinden büyüktür; bu zanla yalan söyler...

Beşerî düşünce ve ahlâk telakkîleri yalan karşısında diyardan diyara farklılık arzeder, bir memlekette şu veya bu ölçüde reddedilen yalan bir başka memlekette hürmet görür. Zaman ve şartlara göre de mefhumun itibarı med-cezirler yaşar. Bir devirde tel’in edilen yalan; bir başka zaman, bir başka asırda müsamahayla karşılanır. Alkışlandığı yegâne yer, savaş şartlarında düşmana karşı sarfedilmiş olması... Savaşı daimi ve herkesi düşman addedenlerin müşterek ve temel vasfı: Yalancılık...

Bir de, hususi şartlarda sırtına geçirdiği urba ile “takiyye” olur. Takiyye: Düşmana karşı inandığının aksini söylemek... Maksad, düşmanın şerrinden emin olmak, zarar görmemek... Takva değil, zayıf bir ruhsat...

İslâmiyet’in cadde-i kübrası sıdktır: Yalan söylememek... Yalana hususî şartlarda, maslahata mebni ve mahdut bir cevaz verilmiş... Zamanın büyük ismi Üstadım Bediüzzaman Said-i Nursi o cevazı da reddeder. Reddeder, zirâ maslahat’ın ölçüsü yok ve su-i istimalâta açıktır. İşte o parlak hakikat:

“Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiş. Maslahat ve zaruret için bazı âlim ‘muvakkat’ fetvâsı vermişler. Bu zamanda o fetvâ verilmez. Çünkü, o kadar su-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez.
“Meselâ seferde namazı kasretmenin sebebi, meşakkattir. Fakat illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok; su-i istimale düşebilir. Belki illet, yalnız sefer olabilir. Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok; su-i istimale müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetvâ ona bina edilmez. Öyleyse, yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir.
“İşte şimdi beşerin ortadaki dehşetli yalancılığıyla ve tezviratlarıyla emniyet-i umumiyenin ve rû-yi zemin âsâyişlerinin zîr ü zeber olması, kizble ve maslahatın su-i istimâliyle olmasından, elbette o üçüncü yolu kapatmaya beşer mecbur ediyor ve kat’î emir veriyor. Yoksa, bu yarım asırda gördükleri umumî harpler ve dehşetli inkılâplar ve sukutlar ve tahribatlar, başlarına bir kıyameti koparacak.
“Evet, her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazan zarar verse sükût etmek... Yoksa yalana hiç fetva yok.” (1)

Herkes yalan söylese bile, Nurlardan hakikat dersi alanlar yalan söylememeli... Zirâ, yalana açık duran fetva kapısını Üstãd bütünüyle kapatmış; gördük...

Sözü bu kadar dolaştırmamın sebebi, mevzuun nezãketi... Bir taraftan bütün icraatlarıyla dine hasım bir sergüzeşt-i hayatla ölüp gitmiş Mustafa Kemãl, beri taraftan onu sergüzeşt-i hayatının muhkemliğine rağmen dindar göstermeye çalışan bir kitle... M. Kemãl hakkındaki kanaatım sır değil; kitab ve yazılarım ortada... Paşa’yı ömrünü adadığı ve yaşadığı düşüncenin kuvvetli bir temsilcisi olarak görüyorum. Vazife edindiği maksat: Şeriat-ı Muhammediye’yi tahrib. İnkılâbların tamamı, bu maksada isal edecek vasıta...

Kemalizmin milleti susta tuttuğu devirlerde Kemalistlerin alamet-i farikası, dini ve dindarları tahkir etmekti. Temel istinadları, M. Kemãl ve inkılâblarıydı... Dünyada gelişen insan hak ve hürriyetleri ile demokrasi hareketleri bu zorba yapıyı zorlamaya başlayıp da kan kaybına sebeb olunca, dehşetli bir mürailikle, “Biz de müslümanız, elhamdulillah!” demeye başladılar. Kimi yedinci ceddi hoca olan ecdadından, kimi ninesinin yaşmağından dem vurur oldu. Hızlarını alamayanlar, M. Kemal’in de “özde” dindar olduğunu terennüme başladılar. Kısacası Kemalistler için yol bitmişti, bu vatanda M. Kemal’in arkasına sığınarak da olsa dinsizlikle yol alınamıyordu. Bütün tertiplere, ahlâksızlaştırmak için gösterilen asırlık gayretlere rağmen bu millet, dem ve damarlarına işlemiş olan İslâmiyet’ten vazgeçmiyordu. Kemalistler için  bu, toptan ideolojik bir kayıptı, ama menfaatlerinin devamına henüz mani teşkil etmiyordu. Tezgâhlarını korumanın yolu, M. Kemãl’i dindar göstermekten geçiyordu. Onlar da onu yaptılar...

Ne var ki, bu zahmetsiz tashihat şiddetli bir red duvarına tosluyordu: Risale-i Nur cãmiası başta olmak üzere dinî şuurun acı bedellerle hayatlandırdığı cemaatleri bu Kemalist takiyyeye inandırmak mümkün değildi... Kur’an’dan sonra en çok satan ve okunan bir eser külliyatındaki çarpıcı hakikatleri yok etmenin pratik bir yolu yoktu. Netice almak, Risale-i Nur külliyatının yeryüzüne dağılmış bütün nüshalarını toplayıp imhâ gibi, teyid kastıyla yazılmış sair müelliflerin eserleri için de benzer bir neticeyi gerektirmekle kalmıyor, mevzua muttali olmuş bütün insanların da mevtini gerektiriyor: Ayıklayarak yüz milyonlarca insanı dünyanın muhtelif yerlerinde enseleyip imha etmek... Tutmasa da bilmecburiye ihtiyar olunan yol: M. Kemâl’in dindarlığını Müslümanlar arasından birilerine söylettirmek... Bu tellallığın gönüllüsü çıkmazsa, yetiştirmek...

Hazindir ki, M. Kemal’in dindarlığını ilân eden son ses, bir zamanlar çalıştığım müesseseden geldi: Zaman Gazetesi’nden...

Çalıştığım yıllarda M. Kemãl’in dindarlığına inanmıyorlardı... O kadar ki, daha sonra “İnkılab Kurbanları” adıyla neşredilen kitabımın ana malzemesinin şekillenmesinde Abdullah Aymaz Hoca fikrî ve idarî destek vermiş, mesaime terettüb eden neticeler gazetenin birinci sayfasında sürmanşetlerle taltif edilmişti. Şimdi ise tersini söylüyorlar:

“Kim demiş 'Atatürk dinsiz' diye   
“Türkiye'de sayısı az ancak sesi çok çıkan bir azınlık sürekli Atatürk'ün 'dinsiz' olduğunu söylüyor. Atatürk'ü din karşıtı olarak göstererek kendi çıkarlarına temel oluşturmaya çalışıyor. "Atatürk ve Din" isimli kitapta Atatürk'ün dine bakışını bilimsel metotlarla inceleyen Dr. Ahmet Faruk Kılıç, ilginç belgelere ulaşmış.”(2)

Haberin devamı dudak uçuklattırıcı... Tafsilata girmeyeceğim, merak edenler linkten ulaşabilirler...

Netice mi? Zaman ve içinde yer aldığı cãmia “takiyye” yapıyor: Şüphesiz... İçinden çıkamadığım, kanaat-ı kat’iyye ile hükmedemediğim: Takiyenin kime karşı yapıldığı. Yãni, acaba ta başından beri de bu cãmiâ M. Kemal’in dindarlığına inandığı halde, aksine inanıyormuş gibi davranarak bize karşı mı takiye yapıyordu? Yoksa, bir dünya saltanatına inkılãb etmiş devasa menfaatlarını korumak ve Kemalist mihraklardan gelebilecek şerlerden emin olmak için onlara karşı mı takiyye yapıyorlar? Bilmiyorum, emin olamadım...

Hangisi olursa olsun, ahlâkî bulmam... Ama gönlüm hiç değilse takiyyeyi Kemalistlere karşı yapıyor olmalarını temenni ediyor. İnşaallah öyledir... Allah herkesi sevdikleriyle haşretsin!..

Dip Notlar:
1 - http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=HutbeiSamiye&Page=56
2 - http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=880937&title=kim-demis-ataturk-dinsiz-diye

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum