Lemaat Risalesi, bir ‘vezin’ eleştirisi mi?

Kanaatimce, Lemaat Risalesi, Risale-i Nur külliyatında kıymeti yeterince bilinmeyen metinlerden birisi. Sıradışı tarzı ve sanatlı anlatımıyla pek çoğumuz için fazla “kural dışı” duruyor ve zor okunuyor. Zor okunduğu için de pek tercih edilmiyor. Muha­ke­mat’ın başına ne geliyorsa, onun başına da aynısı geliyor. Halbuki, bir semineri esnasında İhsan Kasım Salihî Ağabeyin de söylediği gibi; “Muhakemat’ın özü tam anlaşılmazsa, külliyat tam anlaşılmaz.” (Çünkü usulü orada öğretiliyor.)

 

Tam anlaşılmadığı için de bugün Risale-i Nur’a muhatap olanlar, onu yorumlama ve anlam mertebesindeki bütün renkleri ortaya çıkarmada zorluk çekiyorlar, tekrara düşüyorlar. Çünkü girizgâhına “girmek” istemiyorlar. Üç basamağı atlayıp dörde zıplayanlar gibi aksıyorlar, sendeliyorlar, bazen de düşüyorlar. Halbuki, müellif-i muhterem, Muhakemat’tan, Mesnevi’den, Lemaat’tan geçerek, nihayetinde Nurun İlk Kapısı’na varıyor. Onlardan edindiği tecrübelerle “İkinci Said”e ulaşıyor. Bizse; aksine, Birinci Said olmadan, yani Mekke dönemini yaşamadan, Medine dönemine varmak istiyoruz. Kendimizi nafile yere zorluyoruz. Mekke dönemindeki zahmet olmazsa, Medine dönemindeki lezzet yaşanmaz… İkinci Said, Birinci Said’in kardeşidir.

 

Bu nedenle Risale-i Nur’la ilk muhatabiyeti atlatmış, belli bir olgunluğa varmış insanların eski metinlere daha ağırlıklı olarak yönelmeleri faydalı olur kanaatindeyim. Eski Said’in Yeni Said’e varan yolculuğu, nihayetinde o satırlar arasında saklı, o cümlelerde gizleniyor, bize göz kırpıyor. Ve orada nakledilen bilgilerden her birisi, Eski Said’in ruhunda işleye işleye, onu elmaslar elmasına çeviriyor, Yeni Said kılıyor. Bu yönüyle yolculuğun adımlarına, ahirzaman müceddidi ile beraber şahit olmak, onunla beraber yürümek adına, eski eserlerinin de gerekli kıymeti alması önemli… Bu noktada Lemaat da çok önemli. Zira müellif, o eserini, yıllar sonra yine takdir ediyor, Yeni Said’in eserleri arasına koyduruyor, Sözler’in sonunda Lemaat da yer alıyor.

 

Lemaat Risalesi’nin yazılış tarihi 1920-1921 arası dönem. Müellifin, eserin yazıldığı tarihe dair şöyle bir notu var: “Ramazan’da kalb ile beraber nef­si dahi hakikatlerle meşgul etmek için böyle çocukça bir üslup ihtiyar edildi.”

 

Burada çocukça bir üsluptan kastının, üslubun basitliğine yorulması kanaatimce hatadır. Zira benzetmeyle nesnenin birbirine uymayışı, benzetme yönünün daha farklı bir nokta olduğunu gösterir gibi geliyor. Hem bugün biz, Lemaat isimli eserin, hiç de çocukça bir metin olmadığını biliyoruz. Hatta bize fazla büyükçe geliyor. İnce okumalar yaparken pek çok güzelliğine vakıf oluyoruz. O vakit müellifin bu “çocukça”dan kastı nedir veya ne olabilir? Kanaatimce bu çocukçadan kasıt, müellifin ortaya çıkardığı tarzın daha “bidayet”te oluşudur. Yani Lemaat’taki üslup daha çocuktur. İlk kez müellif tarafından kullanılmaktadır. Yeni doğmuştur ve daha önce yapılmamıştır. Gerçi müellifin, bu eseri yazarken ilham aldığı başka bir eser olduğunu yine kendi beyanlarından biliyoruz. Sahabilerin faziletine dair Kürtçe bir destandan esinlendiğini yine kendisi, beyan etmektedir. Ancak o destandaki nazmın dahi bu eserdeki nazım ve nesir karışık üsluba benzemediği malumdur. Çünkü bu eser, ne tam bir şiir gibidir, ne de tam bir nesir gibidir. İkisinin ortasında, ikisinden birdendir.

 

Ben Lemaat konusunda araştırma yaparken ilginç şeyler öğrendim. Mesela Bediüzzaman’ın o eseri telif ettiği dönemin biraz öncesi, gazetelerde ve mecmualarda süren ateşli hece vezni/aruz vezni tartışmalarıyla sürüyor. Meşhur Beş Hececiler’in de en gözde oldukları zamanlar. Beş Hececiler, malunumuz, şiirde ölçüye ve özellike hece ölçüsüne çok düşkünler. İçlerinde aruzla da yazanlar olmakla birlikte, geneli hece vezni ve şiirde Türkçeleşme tutkunu… Yine bu dönem, Nazım Hikmet gibi isimlerin de ön plana çıktığı, hatta daha genç bir şairken Alemdar gazetesinin şiir yarışmasında ilk ödülünü aldığı yılı da kapsıyor. İşgalin heyecanı, yükselen milliyetçilik ve diğer akımlar şiir dünyasını da kaynayan bir kazana çeviriyor. Şiire rağbet yükseliyor.

 

Hal böyle olunca, ister istemez, maziden beri bir kısım şiir erbabını ve sanatkârı “Safiye’yi kafiyeye feda etmekle” itham eden Bediüzzaman’ın, bu tartışmalardan ne denli uzakta kalabilmiş olabileceğini düşünüyorum. Öyle ya, o sıralar daha Eski Said ve Eski Said, Yeni Said kadar gündemi terk etmiyor. Gündemi hayra yönlendirmeye çalışıyor. Tabii şimdi söyleyeceğim kanaate de bir delil getiremiyorum, ama Bediüzzaman’ın Kur’anî bir üslup takip eden, ondaki ahenge özenen Lemaat isimli eserinde “Acaba  o zamanın bu vezne düşkün edebiyatına bir gönderme, bir ikaz var mıdır?” diye sormadan da edemiyorum. Çünkü garip bir şekilde Lemaat Risalesi, içerisinde bu tarz eleştiriler de barındırıyor. Bir örnek vereyim:

 

“Tek bir ilâcı bulmuş, o da romanlarıymış. Kitap gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat. Meyyit hayat veremez.

Hem tiyatro gibi tenasuhvâri, mazi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.

Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş, hem insanın yüzüne fâsık bir göz tak­mış, dünyaya bir âlüfte fistanını giydirmiş, hüsn-ü mücerred tanımaz.

Güneşi gösterirse, sarı saçlı güzel bir aktrisi kàrie ihtar eder. Zahiren der: ‘Se­fa­het fenadır, insanlara yakışmaz.’

Netice-i muzırrayı gösterir. Halbuki sefahete öyle müşevvikane bir tasviri ya­par ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz.”

 

Burada da görüldüğü gibi Bediüzzaman, o zamanın siyasi tartışmalarına olduğu kadar, sanatsal tartışmalarına da müdahildir. İşte Bediüzzaman’ın bu fikirleri de ancak geçmiş eserleri tetkik edilerek anlaşılabilir, görülebilir. Serbest vezne rağbetin ülkemizde ancak 1941’de Garip akımıyla gerçekleştiği düşünülürse, Bediüzzaman’ın hakikaten kendi döneminde vezne daha çok çocuk olan bir eleştiri yaptığı anlaşılabilir. Ki bu eleştiri, belki daha sonraları, Nur talebelerinin geliştirdiği başka bir edebiyat türüyle meyve verecektir. Müellifin, bu eser için ileride talebelerinin mesnevisi olacağını söylemesi de, hep ilginç bir şekilde, Mevlana’nın Mesnevi’si gibi olacağı düşünülerek anlaşılır. Halbuki, mesnevî edebî bir tarzdır. İlk yazılan mesnevi de Mevlana’nınki değildir. Ve ondan sonra da çok yazılmıştır. Belki de Bedi­üzza­man, o cümle ile, böyle bir edebî tarzın doğacağını söylemiştir. Kim bilir? Allahu’l-Âlem.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum