Metin KARABAŞOĞLU

Metin KARABAŞOĞLU

Kur’an’ın “Sedd-i Zülkarneyn” olduğu insanlar

Kur’an-ı Kerim, hayatın tüm yönlerini kuşatıcı bir özelliğe sahiptir. Kur’an’ın bu özelliği bazı insanların hayatında daha da belirgindir. Kur’an o insanların hayatında adeta bir “Sedd-i Zülkarneyn” gibi yönlendirici olmuş, o insanlar hayatlarının akışını Kur’an-ı Kerim’e göre yönlendirmişlerdir.

Kur’an-ı Kerim’i hayatlarına “Sedd-i Zülkarneyn” yapan insanlardan biri olan zühd yolunun büyük isimlerinden Fudayl b. İyaz, evvelce, yol kesen bir eşkıya idi. Serahs ile Ebiver arasında yol alanlar, Fudayl yüzünden, korku içinde yol alırlardı.

Fudayl’ın böyle bir hayatı bırakıp zühd yoluna baş koymasının sebebi, bir gece ardı ardına yaşadığı iki olaydı. Fudayl, bir cariyeye âşık olmuştu. Gece vakti, cariyeyi görmek için efendisinin evinin duvarına tırmanırken, komşu evlerden birinde bir hafızın okuduğu ayetler kulağına geldi. Hafız “Mü’minlerin kalplerinin, Allah’ın zikri karşısında huşû duymalarının zamanı gelmedi mi?” (Hadid, 57:16) mealindeki ayeti okuyordu ki, Fudayl’ın içi huşûyla doldu ve birden: “O an geldi yâ Rabbi! O an geldi yâ Rabbi” deyip derhal geri döndü.

Derken, gece vakti yolu bir harabeye uğradı. Geceyi burada geçirirken, yakında bulunan bir insan topluluğundan birinin arkadaşlarına “Burası tekin yer değil. Buradan kalkıp gidelim” dediğini işitti. Diğerleri ise “Yol buradan daha tekin değil. Burada sabah edelim. Çünkü gecenin bu saatinde Fudayl bizim yolumuzu keser” diye itiraz ediyorlardı.
Fudayl, bu hadise üzerine bir kere daha tövbe etti ve kendisinin kim olduğunu belli etmeden “Korkmayın” dedi. “Fudayl’ın yolda size bir şey yapacağını sanmıyorum.”
Sonra da Kâbe yollarına düştü. Mekke’ye gelerek, ölünceye dek, Kâbe’ye komşu olarak zühd ve takva içinde yaşadı.
 
Köpekler ve ermişler

Büyük sufi Ahmed b. Hammad Serahsî’ye “Bu yola nasıl baş koydun?” diye sorulunca Serahsî, şöyle anlattı: “Bir zamanlar, Serahs’tan ayrılmış, develerimin başında uçsuz bucaksız bir çöle dalmıştım. Bir müddet orada kaldım. Devamlı olarak ‘Aç kalsam da, nasibimi başka birine versem’ diye arzu ederdim. Allahu Teâlâ’nın ‘Onlar, başkalarını kendi nefislerine tercih ederler...’ (Haşr, 59:9) ayeti gönlümde ve hatırımın önünde taptaze dururdu.

Bir gün, aç bir aslan sahradan çıkageldi, develerimden birini boğdu. Sonra oradaki yüksek bir tepeye çıktı, öyle bir şekilde uludu ki, sesini işiten bütün yırtıcı hayvanlar başına toplandılar. Sonra aslan geldi ve deveyi parçaladı. Fakat kendisi bir şey yemedi. Tepeye gitti, oturdu.

Kurt, çakal, tilki ve sair yırtıcı hayvanlar deveyi doyasıya yiyip oradan ayrıldıktan sonra, aslan da bir parça bir şey yemek istedi. O sırada, uzaktan bir topal tilki peydahlandı. Topal tilkiyi görünce, aslan o da ihtiyacı kadar yiyip dönsün diye tekrar tepenin başına gidip oturdu. Tilki gidince, aslan geldi ve devenin kalan etlerinden bir parça yedi. Ben ise uzaktan bu manzarayı seyrediyordum. Tekrar geri dönen aslanın bana şöyle seslendiğini işittim: ‘Ey Ahmed! Bir lokmayı başkasına tercihen takdim etmek, köpeklerin işidir. Er olan, canını ve hayatını kardeşi için feda eder.’
Bunun üzerine, bütün meşguliyetimi terk ettim ve bu îsar yoluna baş koydum. Tövbemin başlangıcı, bu olay olmuştur.”
 
Vefa makamında

Abdullah b. Mübarek, hem ilmiyle, hem takvasıyla, hem de kahramanlığıyla şöhret salmış mübarek bir insandı. Bu büyük insan, bir gün bir savaş esnasında namaz vakti geldiğinde, yenişemediği kâfirden namaz için mühlet istedi. Namazını kılacak, sonra yine vuruşacaktı. Kâfir mühlet verdi, o da namaza durdu. Namazdan sonra, yine savaşa başladılar.

Epeyce bir müddet vuruştukları halde, yine yenişemediler. Kâfirin de kendince bir ibadeti vardı; o vaktin geldiği ana kadar vuruştular. O vakit gelince de, bu kez kâfir adam Abdullah b. Mübarek’ten müsaade istedi, meydandan çekildi, tertemiz bir bucak seçti, önüne putunu dikti ve onun karşısında başını secdeye koydu!

Abdullah b. Mübarek, kâfirin başını putun karşısında secde halinde yerde görünce, galeyana geldi. Kendi kendine “İşte şimdi fırsatı buldum” diye düşündü ve hiç gecikmeden kılıcı boynuna indirmeye niyetlendi. Tam o sırada, Allahu Teâlâ’nın ona şöyle seslendiğini hissetti:
“Ey vefasız adam! Amma da sözünde duruyorsun! Önce o sana mühlet verdi, sözünde de durdu ve sana kılıç savurmaya kalkışmadı; şimdi sen ona kılıcı indirirsen, bu bilgisizliğin ve vefasızlığın ta kendisidir! Sen hiç ’Ahdinize vefa gösterin‘ ayetini okumadın mı? Okudunsa nasıl böyle düşünebiliyorsun? Kâfir sana bir iyilikte bulundu, sen ona kalleşlik yapma! O iyilik etti, sen kötülük ediyorsun. Kâfirde bile emniyet ve vefa var. Sen mü’minsen, nerede vefa ve mürüvvetin? Ey Müslüman! Görüyorum ki, ahde vefada kâfirden de aşağısın sen!”
Abdullah, bu sözleri hissedince, yerinde titremeye başladı, tepesinden tırnağına kadar terler içinde kaldı. Kâfir, ibadetini bitirip onu elinde kılıç, terler içinde ve ağlar halde görünce “Neden ağlıyorsun yahu?” diye sordu. O da, işin doğrusunu söyledi: “Şimdi Rabb’im beni senin için azarladı. Senin için bana vefasız dedi, senin yüzünden kahra uğradım; işte buna ağlıyorum” dedi.

Kâfir, Abdullah b. Mübarek’ten işin aslını duyunca önce bir nara attı, sonra hüngür hüngür ağlamaya başladı. Dedi ki: “Ayıplı bir düşmanı için, iman ederek ona vefa gösteren bir kulunu azarlayan bir Rabb’in huzurunda Hesap Günü ben nasıl hesap vereceğim? Asıl vefasız benim; O’nu bırakıp da şu putun peşine düştüm. Yazıklar olsun, gönlümde bu kadar düğümler varmış benim. Böyle bir Rab’den haberim bile yokmuş! Haydi, bana İslam’ı anlat da, şu güzel dine gireyim.”
 
Yük

Ebu Said Harraz, bir hac zamanı, namaz için Mescid-i Haram’a girdi. O sırada, üzerinde iki hırka bulunan bir dervişin halktan dilendiğini gördü. İçinden “Bunun gibi adamlar da halka yük oluyor” diye geçirdi. Tam da o anda, adam dönüp Ebu Said Harraz’a baktı ve “Allah içinizden geçenleri bilir” (Bakara, 2:235) ayetini okudu.

Ebu Said, adam hakkında ettiği suizandan dolayı üzülmüş, utanmıştı. İçinden, hemen istiğfar etti, bu suizannından dolayı Rabb’inden af diledi. O anda, dilenen derviş, şöyle haykırdı: “Kullarının tövbesini kabul eden O’dur.” (Şuarâ, 26:25)
Onlar, Kur’an’ı yaşadılar, hayatlarına rehber edindiler. İnşaallah bizler de Kur’an-ı Kerim’i hayatına “Sedd-i Zülkarneyn” yapan ve hayatını Kur’an’a göre yönlendirenlerden oluruz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum