Kur’an’dan Hakikat Noktaları ve Hikmet Nükteleri-1

Taharet Hakikati ve Kur’an’a Muhatabiyet

Kur’anda taharet hem beden temizliği hem kalb temizliği manasında kullanılır. (Ahzab suresi, 53; Bakara suresi, 222 v.d.) O halde “Lâ yemessuhû ille’l-mutahharûn” ayeti şöyle anlaşılır: “Kur’anın lafzına ve maddesine, ancak maddeten ve kalıben temizlenenler dokunabilirler. Kur’anın manasına ve özüne de, ancak manen ve kalben temizlenenler dokunabilirler.” (Vakıa Suresi, 79)

Günahların Ceza Sistematiği

Geçmişin haram lezzetlerinin açtığı yara ve kirleri Allah, geleceğin kudsî acıları ve kederleri ile temizliyor. Haram lezzet hangi şeyden tadılmışsa kudsî elem de benzer kaynaktan yaşanılır ki, temizlik tam meydana gelsin. Günah sebebi rızık ise, elem sebebi de rızıktır; sebep kadın ise, ceza da kadın eliyledir. Rahman suresi, 60. Âyet bu meseleyi tersinden işler. el-Cezau min cinsi’l-amel kaidesi de bu sırrı ifade eder.

Hz. Yusuf (AS) ve Muhlasiyet

Yusuf (AS) gibi af ve mağfirette bulunmak ömrünü ifrat derecede “teessüf” (hayıflanma) ile geçirmek demektir. Üzülsem de üzmeyeyim mantığıyla harekettir, Yûsufiyyet… Akıbet ona gülecektir. Fakat O, ona zulmedenleri, tahkir edenleri yine de bağışlar… Muhlasiyete yani hiçbir şeye ve kimseye takılmama sırrına erişir. (Yusuf suresi, 24)

Tek Başına Ümmet Nasıl Olunur?

İbrahim (AS) “imam” konumuna çıktığı için Kur’an onu “tek başına bir ümmet” olarak gösteriyor. (Nahl suresi, 120) İmam, bir anne (ümm) gibi merhametli olursa ve takvada öne geçerse tek başına ümmet olur. İsterse kimse ona tabi olmasın. Onun vasfı, “ictiba” ve “sırat-ı müstakime hidayet” tir. (Bakara suresi, 124)

İhlas ve Hıllet Mertebeleri

Hz. Yûsuf (AS), “muhlas” tır. (Yusuf suresi, 24) Hulûsu, ona Allah vermişti. Hz. İbrahim (AS) ise, “muhlâl”dir. Hılleti ona Allah verdi. “Ve'ttehazellâhu İbrâhîme halîlâ” âyeti buna delildir. (Nisa suresi, 125) Hulusta yolculuk hâlis, muhlis ve muhlas şeklinde üç seviyedir. Hıllette ise yolculuk halîl, muhlil ve muhlal şeklinde üç seviyedir.

İlim, Nur, Ulviyet ve Kurb Bağlantısı

Alak sûresinde iki defa “İkra” emri var. Belagat ilminde, aynı emrin tekrarı gösterir ki bu emirler farklı noktalara uygulamak içindir. Hem ilk İkra’dan sonra “hilkat-ı insan” ın mertebeleri nazara sunulması, ikinci İkra’dan sonra “kalemle ilim tahsili” ne vurgu yapılması gösterir ki ilk İkra, enfüsî tefekküre emirdir. İkinci İkra ise, âfâkî tefekküre emirdir. Bu iki okuma ile iç ve dış dünyada İlahî hâkimiyet bilinebilir ve görülebilir. Surenin son ayeti, “Secde etmekle Allah’a yakınlaş” der. Secde ile enfüs ve âfaka ait ilimler, hislere aktarılır. Hislere geçen ilim, kişiye ulviyet kazandırır. Hem İlahî ulviyetin sonsuz mertebelerini idrak edebilme kapısını aralar. Cevşen 81. Bab der ki: “Yâ men denâ fi uluvvihi * Yâ men alâ fi dunuvvihi” ( Ey yüceliği ve ulviyeti içinde insana ve her şeye yakın olan Zât * Ey yakınlığı içinde ulvi ve yüce olan Zât ) Zaten bundan önceki sure “İman ve amel-i salih ile insanın ulvileşmesi ve âlâ-yı illiyyîne çıkmasından” bahsediyor. Hem insanın hilkatinin ahsen oluşunu bildiriyor. Ayrıca secdede söylenen “Sübhane Rabbiye’l-A’lâ” tesbihi insanın secde ile Allah’a kurbiyet kazandığına ve ulvileştiğine remz ediyor.

Mecazî Nefs-i Emmare

Hz. Yûsuf (AS) için: “Hakikaten O, muhlas kullarımızdandı” denilmesi; hem İblis’in “Ben Senin muhlas kulların üzerinde güç sahibi olamam” itirafı bununla beraber Hz. Yusuf’un (AS) “Ben nefsimi temize çıkarmam. Nefis, daima kötülüğe emreder. Ancak Rabbimin rahmetiyle kurtuldum” ifadesi gösterir ki: “Hz. Yusuf’un (AS) şikâyet ettiği nefis, hakiki nefs-i emmâre değildir. İmam-ı Rabbâni’nin de şikâyetçi olduğu, Üstad Bediüzzaman’ın tarif ettiği, mecâzî nefs-i emmâredir.”

Nefsin Allah’a Yakınlık Mertebeleri

Yâ eyyetühe’n-nefsü’l-mutmainneh * İrcıî ilâ Rabbiki râdiyeten mardiyyeh * Fedhulî fî ibâdî * Vedhulî cennetî” (Fecr suresi, 27-29) ayetleri gösterir ki, nefs-i mutmainne, iman etmiş mümine nefistir. Cenâb-ı Hak, ona “Kulum” diyor. Hem ona “İrcıî ilâ Rabbiki” demekle, Onun beka ve devam kazanması için tavsiyede bulunuyor. ‘Râzı olursan, râzı olunursun. Razı olunursan, beka ve devam kazanırsın. O zaman cennete layık hale gelirsin’ diyor. Nefs-i râdıyye, Allah rızasını kazanmak isteyen, nafileler yapan nefistir. Kurbiyet kazanmaya çalışır. Nefs-i mardiyye ise, Allah rızasını kazanan nefistir. Akrebiyete mazhar olur. Bu iki aşamasıyla nefis, islam olmuş müslime nefistir. Nefis, şükür-minnet-medyuniyet-secde ile Allah’ın rızasını kazanır. Nefs-i zekiyye ise, kurbete mazhardır. Bu seviyesiyle ihsana yükselmiş muhsine nefistir.

Kur’an Kıssalarının Külliyeti ve Asr-ı Saadet

Ebu Cehil, asrî Firavun’du. (Taberâni, İbn-i Mes’ud’dan naklen) Ebu Leheb, asrının Karun’uydu. Nasıl Karun, kavm-i Musa’dan (AS) idiyse Ebu Leheb de, kavm-i Muhammed (ASM) olan Haşim oğullarındandı. Leheb suresi der ki: “Ona malı ve ticari kazanma kabiliyeti bir fayda vermedi. Karısı ise, Onun ateşini körükleyen odun taşıyıcısıydı.

Arş ve Kürsi Farkı

Halifenin, Kürsî’si olur; melikin (kralın) Arş’ı olur. Hz. Süleyman’ın (AS), Kürsî’si vardı. (Sad suresi, 34) Sebe Melikesi Belkıs’ın ise, Arş’ı vardı. (Neml suresi, 38) Halifeler, ilim denilen Kürsî ile ülkelerini idare ederler. Krallar ve kraliçeler ise ülkelerini, kudret denilen Arş ile idare sergilerler. İlâhî saltanat ise aynı anda hem arş, hem kürsîdir. Fakat hususi dairede, “vücûd âlemi” arş-ı kudret tir; “hayat âlemi” ise kürsi-i ilimdir.

Âfâkî Şerler

Felak suresi, âfâkî şerlerden Allah’a sığındırıyor. O şer merkezlerini bildiriyor. Nas suresi ise, enfüsî şerlerden Allah’a sığındırıyor. Bu şerrin boyutlarını ve merkezlerini söylüyor. Kur’an bu şekilde enfüsî ve âfâkî şer merkezlerini ve çeşitlerini bildirerek Allah’ın kullarını dünyevi ve uhrevi zararlardan kurtarıyor. Bu iki sure o kadar kıymetlidir ki, Hz. Ahyâr-ı Mürselîn (ASM) şöyle der: Bana bazı âyetler indirildi ki benzerleri görülmemiştir: el-Muavvizeteyn” demiştir (Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 264, 265).

Salat ve Selam

İnnallâhe ve melâiketuhu yusallûne ale’n-nebiyyi” (Ahzab suresi, 56) ayeti ve “Ve selâmun ale’l-mürselîn” (Saffat suresi, 181) ayetleri “Yâ eyyühellezîne âmenu sallu aleyhi ve sellimu teslîma” (Ahzab suresi, 56) ayetinin nasıl anlaşılması gerektiğini gösterirler. Yani “Ey iman erbabı! Hz. Muhammed’e (ASM) nebiolduğu için salâtta bulunun; resûl olduğu için selâm da bulunun. Nübüvvetine karşı salâtınız, enâniyet yapmamanızdır. Risâletine karşı selâmınız, nefsinize uymamanızdır. O Mekke’nin nebisidir, müşriklerle boğuştu. Hem O, Medine’nin resulüdür, münafıklarla çarpıştı. Siz de enâniyet-i müşrikâneden ve nefsâniyet-i münâfıkâneden uzak durun! Daima O nebiyy-i ekbere, sıddıkıyet-i mü’minâneyi ve o resul-u a’zâma, sâdakat-i müslimâneyi sergileyin!” Hem bu âyet gösterir ki Onun ismi anıldığında: “Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim” demek veya en azından “Aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm” demek farzdır. Farzı unutan veyahut yapmayan sonra kaza edebilmesi sırrınca bu salat u selam borçları da velev ki “Aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm” şeklinde denilmekle kaza edilebilir ve edilmeli!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
17 Yorum