Kur’an, İnsan, Kurban

İnsanlık, bugün savaş, şiddet, katliam ve sefaletle pençeleşmektedir. İnsanlığın yaşadığı derin kriz, insanın insanı yok etmesinden, tüketmesinden ve yok etmesinden kaynaklanan bir krizdir. Sömürü, ekonomik çıkar, yeraltı kaynakları, materyalizm ve refah adına insan insanı kurban etmektedir.

İslam, insanın insanı kurban etmesinin Allah’a ve insanlığa karşı işlenen en büyük suç olduğunu deklare etmiştir. Bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek, bir insanı yaşatmanın bütün insanlığı yaşatmak olduğu erdemini ve gerçeğini, bütün insanlığa kavratmak, İslam mesajının olmazsa olmazıdır. İnsanlığın hidayet ve şifa kaynağı olan Kur’an, insana insanlığını öğreten kitaptır.

Tarih boyunca birçok toplumda değişik zamanlarda uygulanan kurban pratiklerine ve ritüellerine rastlanmaktadır. Pagan toplumların yaşantılarına bakıldığında kurban ritüellerinin arkasında karanlık ve kanlı bir tarih olduğu görülmektedir. Pagan toplumların çoğunda insanlar sahte tanrılara ve putlara kurban diye sunulmuştur. Sahte tanrılara insanın kurban edilmesi, paganizmin insan düşmanlığını göstermektedir. Paganizm, insanı kurban etmeyi amaçlayan sapkın inançlar bütünüdür.

Günümüzün sahte dinleri, inançları, ideolojileri ve putları, ırk, emperyalizm, sömürü, sınıf, kültür ve milliyet adına insanın kurban edilmesini istemektedir. Günümüzün savaşları ve çatışmaları, insanlığın kurban edildiği geniş mezbahalardan başka bir şey değildir. Paganizmin vahşi kurban anlayışı, küresel düzeyde insanlığı tehdit etmektedir. Paganizmin etkilediği ve kontrol ettiği Müslüman coğrafyası, ırkçılık, mezhepçilik, selefizm ve maneviyatçılık adına savaşların ve katliamların sahnesi haline gelmiştir. Milyonlarca Müslüman insan, Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Yemen’de, Mısır’da ve daha birçok ülkede hayatını kaybetmiştir ve kaybetmeye devam etmektedir. İslam dünyasının en önemli sorunu, bir an önce akan kanın durmasıdır.

Kur’an, insanlığı sapkınlıktan, vahşetten ve yozlaşmışlıktan korumak için tek yolun Allah’a kulluk olduğunu ifade etmektedir. Allah’a kul olmak için, hayatın Allah’a yakınlık ve ilişki içinde olması gerekmektedir. Allah’tan uzaklaşma, insanlığa uzaklaşmaya neden olmaktadır. Kur’an’ın tevhit mesajı, insanın hem Allah’a hem insanlığa yakın olmasını gerekli kılmaktadır. Bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah’a yabancılaşmamız, bütün kötülüklerin, kirliliklerin ve karanlıkların kaynağıdır. İnsanlığın içinde bulunduğu karanlık krizlerden çıkmasının yolu, Allah’a yakın olmaktan geçmektedir.

Kur’an, Allah’a yakınlık ve insanlığın birbirine yakın olmasını birlikte ele almaktadır. Bütün insanlığın birbiriyle yakınlaşması, tanışması ve Allah’a birlikte kulluk etmesi için Hac ibadeti emredilmiştir. Hac, insanlığın birlikte Allah’a yakınlaşmak için gerçekleştirdiği küresel bir ibadettir. İnsanlığın tek vücut olarak tek olan Allah’a kul olmak için bir araya gelmesi, Haccın yeryüzünde yapılan en büyük ortak insanlık pratiği olduğunu göstermektedir. İnsanlık, barışı, adaleti ve özgürlüğü bulmak için Haccın özünün küresel düzeyde bütün topluluklara öğretilmesi gerekmektedir. İnsanlığın, küresel bir Hac eğitimine ihtiyacı vardır. Said Nursi, hacda yaşanan derin ve dönüştürücü kulluk tecrübesini şu şekilde ifade etmektedir:

Hacc-ı şerif, bilasâle herkes için, bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta, ferik dairesinde, bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lûtfuna mazhar olur. Öyle de, bir hacı, ne kadar âmî de olsa, kat-ı merâtib etmiş bir velî gibi, umum aktâr-ı arzın Rabb-i Azîmi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir, bir ubûdiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette, hac miftâhıyla açılan merâtib-i külliye-i Rububiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfâk-ı azamet-i Ulûhiyet ve şeâiriyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devâir-i ubûdiyet ve merâtib-i kibriyâ ve ufk-u tecelliyâtın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i Rububiyet “Allahu Ekber, Allahu Ekber” ile teskin edilebilir ve onunla o merâtib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvere ilân edilebilir. ”

Kur’an, kurban ibadetini iyilik hayatının bir parçası olarak sunmaktadır. Kurban edilen hayvan, iyilik dolu bir hayat çabasını ifade etmelidir. Kurban, insana ve hayata iyilikte bulunmak demektir. Kurban bayramı, hayatı iyilik olarak yaşamanın bayramıdır. Yaptığımız her iyilik, bir kötülüğü def ettiğimiz, yani kurban ettiğimiz anlamına gelmektedir. Hayatın iyilik olarak yaşanması, her günümüzün bir iyilik bayramı olarak geçmesine vesile olacaktır.

Putperest kültürlerde kurban ritüellerinin olduğunu söylemiştik Kurbanlar ve adaklar, sahte tanrıların ve putların tatmin olmaz kaprislerini doyurmak ve insanları sahte putların şerrinden korumak için sunulmaktaydı. Kur’an, kurban konusunda radikal bir sahih paradigma değişikliği gerçekleştirmiştir. Kur’an, Allah’ın kurbanın etine ve kanına ihtiyaç olmadığını, kurbanın fiziksel parçalarının hiçbir şekilde Allah’a ulaşmadığını ifade etmektedir. Allah ve kurban edilen hayvan arasında hiçbir şekilde bir ilişki ve yakınlık kurulamaz. Kur’an, kurbanın fiziksel varlığını Allah’tan uzaklaştırırken insanın kalbinde olup bitenlerin, niyetlerin, samimiyetin ve ihlasın Allah’a ulaştığını ifade etmektedir. Kesilen hayvanın bizzat kendisine değer vermeyen Allah, insanın kalbindeki samimi kulluk tecrübesini ölçü almaktadır. Allah, insanın kalpten kendisine yakınlaşmasını istemektedir. Kurban, insanın Allah’a kalpten yakınlaşmak için gerçekleştirdiği bir manevi ve ahlaki kulluk pratiğidir.

Said Nursi, kurban ibadetinin asli manasını kapsamlı ve derinlikli bir şekilde şu şekilde ifade etmektedir:

“Hâlık-ı Rahîm ve Rezzâk-ı Kerîm ve Sâni-i Hakîm şu dünyayı, âlem-i ervah ve rûhâniyat için bir bayram, bir şehrâyin sûretinde yapıp, bütün esmâsının garâib-i nukuşuyla süslendirip, küçük büyük, ulvî süflî herbir ruha, ona münasip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesapsız mehâsin ve in’âmattan istifade etmeye muvâfık ve havas ile mücehhez bir ceset giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir.

Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı asırlara, senelere, mevsimlere, hattâ günlere, kıt’alara taksim ederek herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt’ayı, birer taife ruhlu mahlûkatına ve nebatî masnuatına birer resm-i geçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır. Ve bilhassa rû-yi zemin, hususan bahar ve yaz zamanında, masnûât-ı sağîrenin taifelerine öyle şâşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakât-ı âliyede olan ruhaniyatı ve melâikeleri ve sekene-i semavatı seyre celb edecek bir cazibedarlık görünüyor. Ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütâlâagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir.

Fakat bu ziyafet-i İlâhiye ve bayram-ı Rabbaniyedeki ism-i Rahman ve Muhyî’nin tecellilerine mukabil, ism-i Kahhar ve Mümît, firak ve mevtle karşılarına çıkıyorlar. Şu ise, “Rahmetim herşeyi kaplamıştır” (A’râf Suresi, 7:156. ) rahmetinin vüs’at-i şümûlüne zahiren muvafık düşmüyor. Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvafakati vardır. Bir ciheti şudur ki:

Sâni-i Kerîm, Fâtır-ı Rahîm, herbir taifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve o resm-i geçitten maksut olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibarıyla, dünyadan merhametkârane bir tarzla tenfîr edip usandırıyor, istirahate bir meyil ve başka bir âleme göçmeye bir şevk ihsan ediyor; ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelân-ı şevkengîz, ruhlarında uyandırıyor.

Hem o Rahman’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâkî vererek Sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor. Öyle de, sair zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbaniyelerinde ve evamir-i Sübhaniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidatlarına göre bir nevî ücret-i mâneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baid değil ki bulunmasın; dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar. Lâ ya’lemu’l-ğaybe illâllah.

Lâkin, zîruhların en eşrefi ve şu bayramlarda kemiyet ve keyfiyet cihetiyle en ziyade istifade eden insan, dünyaya pek çok meftun ve müptelâ olduğu hâlde, dünyadan nefret ve âlem-i bekàya geçmek için, eser-i rahmet olarak, iştiyâkengîz bir hâlet verir. Kendi insaniyeti dalâlette boğulmayan insan, o hâletten istifade eder, rahat-ı kalp ile gider.”

İnsanın asli görevi, Allah’ı ve insanlığı unutmamaktır. Allah’ı ve insanlığı bize unutturan, gaflete düşüren ve yabancılaştıran her türlü duygu, düşünce ve davranış, hem kulluğumuzu, hem insanlığımızı sinsi br şekilde zehirlemekte ve yozlaştırmaktadır. Yaratılış gayemizi, Allah’a karşı olan kulluk sorumluluğumuzu, insanlığa karşı olan iyilik borcumuzu unutmamak için hidayet ve rahmet rehberi olan Kur’ın asli bir şekilde idrak edilmesi gerekmektedir. Kur’an’ı asli bir şekilde idrak etmemize, Allah’a ve insanlığa fıtri bir şekilde yakınlaşmamıza vesile olması duasıyla kurban bayramının bütün insanlara hayırlar getirmesini diliyorum.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar