Kur’an-ı Kerim’de bireyin özgürlüğü

Kur’ân-ı Kerimin muhatabı bireydir. Kur’an bireyin özgürlüğünü esas alır. “Bir nefsi öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir” (Mâide, 5:32) ayeti “Bir masumun hakkı, bütün halk için de olsa iptal edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir” (Mektubat, 2005, s. 89) hakikatini ders verir. 
Kur’ân-ı Kerimin hedefi olan “Adalet-i mahza” “Cemaatin selameti için fert feda edilmez” prensibi ile ifadesini bulur. İşin hukukî boyutu budur.
**
İman boyutu ile meseleye bakıldığı zaman Bediüzzaman’ın ifadesi ile “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakki imanı elde eden insan kâinata meydan okuyabilir.” “İman insanı insan eder; belki insanı sultan eder.” (Sözler, 2005, s. 500, 502)

Şeriatın amaçlarından en önemlisi ferdin hürriyet hakkını korumaktır. “Şeriat âleme gelmiş tâ her nevi istibdadı ve zalimane tahakkümü mahvetsin.” (Divan-ı Harb-i Örfi, 1993, s. 22) Bu da bireyin hürriyetine ve hür iradesine saygı duyulduğu, farklı fikir ve düşüncelerinin hür bir şekilde ifade edebildiği istişareler ve şuralar ile tahakkuk eder. Yüce Allah “Mü’minlerin işleri aralarında meşveret iledir” (Şura, 42:38) buyurur. Bediüzzaman bu ayetin tefsir ve izahını yaparken “Asya kıta’sının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûrâdır. Müslümanların ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir. İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder. Tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek, zillete düşürmemek ve zâlimlere tezellül etmemek. Allah’a hakiki abd olan, başkasına abd olmaz.” (Hutbe-i Şamiye, 1996, s. 65-66)
İmana hizmetin bir boyutu da bireyin dâhil olduğu cemaatin ve hizmet grubunun içine ferdin baskı ve tahakkümlere boyun eğmeyecek bir şahsiyete ve olgunluğa kavuşması için hizmet etmektir.  
**
Hürriyet imanın hassasıdır ve ayrılmaz parçasıdır. Her namazda ve her rekatta okunan Fatiha Suresinin “Yalnız sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz” (Fâtiha, 1:5) ayeti hürriyetin en geniş sınırlarını çizmiştir. “Hürriyet imanın hassası ve “Rahman” isminin tecellisidir” buyuran Bediüzzaman Fatiha’nın bu ayetinin ifade ettiği manayı ders vermiştir. İzahını da “Rabıta-i iman ile sultan-ı kâinata hizmetkâr olan adam başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye izzet ve şehâmet-i imaniyesi bırakmadığı gibi, başkasının hukuk ve hürriyetine tecavüz etmeyi dahi şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Demek iman ne derece mükemmel olursa hürriyet o derece parlar” (Münazarat, 59) cümleleri ile yapmaktadır.
Asr-ı saadetin hürriyet ve ifade özgürlüğünü esas alanların, bireyin hürriyetini sınırlamasına imkân var mıdır?
**
Hürriyet aklın esas alınmasını ve doğru kararların verilebilmesi için ilim ve araştırma özgürlüğünün kısıtlanmamasını da gerekli kılar. Hak ve hakikat mesleğini esas alan ve “Hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir.” (Münazarat, 48)
Ne var ki herkes kendi görüşünü hak ve hakikat, doğru ve sadık olarak ifade etmektedir. Bediüzzaman, “Kimse demez aranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. Mihenge vurunuz” (Münazarat, 49) buyurur.
Nedir mihenk? Akıl ve sonuçta hayrı ve iyiliği netice vermesidir.
Bediüzzaman “Nasıl anlayacağız? Biz câhiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklit ederiz” diyenlere taklitçiliği reddeden şu keskin ve net ifadelerle cevap verir: “Gerçi cahilsiniz, fakat akıllısınız. Hangi birinizle üzümü paylaşsam, zekâveti ile bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil… Öyle ise benim ve onların fikirlerinin neticesine bakınız. İşte birisinde istirahat ve itaattir; ötekisinde ihtilaf ve zarar saklanmıştır” (Münazarat, 50) buyurur. Sonu zarar ve ihtilaf olan hususlardan kaçınmamızı; istirahat ve itaat ile bitenin hayırlı olduğunu ve onu kabul etmemizi, bunu da aklımızla bulmamızı ders verir.
Hürriyete ve akla bu derece önem veren Bediüzzaman’ı okuyan ve anlayanların her ne sebeple olursa olsun, akla uymayan ve hürriyeti kısıtlayan bir tutum içinde olmaları düşünülebilir mi?
**
Bediüzzaman kendisine “Bir büyük adama, bir veliye, bir şeyhe ve büyük bir âlime karşı nasıl hür olacağız? Biz onların faziletlerinin esiriyiz” diyenlere verdiği cevap da bireyin onlar karşısında hürriyetini koruması, onların da bireyin hürriyetine değer vermesi açısından çok anlamlı ve ders vericidir.
“Velâyetin, şeyhliğin ve büyüklüğün şe’ni tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden sabiyy-i müteşeyyihtir; siz de büyük tanımayınız.” (Münazarat, 59-60)
Bediüzzaman bu hakikatin ifadesi olan veciz cümlesi ile Kur’ânın emrettiği tevazu ve mahviyetin kulluğun gereği olarak bir başkasının hürriyetini korumak olduğunu izah etmektedir. Kur’ânın yasakladığı bireyi hakir görmenin, bireye baskı yapmanı ve zorlamanın kulluğa aykırı ve büyüklüğe yakışmayan bir durum olduğunu ifade ederek yine Fatiha Suresinin 5. ayetini tefsir etmektedir.
İmanın gereği, kişinin kendisini özgürce ifade etmesi ve imanını kâinata meydan okuyarak ifade etme olgunluğuna gelmiş olmasıdır. Dinin amacı da bireyi bu olgunluğa, kendisini ve inancını her şeye rağmen ifade etme şuuruna ulaştırmasıdır.
Böyle bir şuuru vermeye çalışan bir şahs-ı mânevi, herhangi bir baskının ve tahakkümün kaynağı olabilir mi? Veya böyle bir şahs-ı manevi bireysel baskıların âleti yapılabilir mi?
**
Sonuç:
Buraya kadar ifade etmeye çalıştığımız gerçek şudur ki, varlığın amacı bireyin kendisini gerçekleştirmesidir. Bireyin kendisini gerçekleştirmesi özgür ve hür olabilmesine bağlıdır. İnsan aklı ve kabiliyetleri hürriyet içinde, kendisine verilen değer ölçüsünde inkişaf eder. Bu inkişaf neticesinde yaratılış amacı tahakkuk eder ve fert/birey/insan “kâinata meydan okuyacak bir imana sahip” özgür bir birey olur. Yalnız Allah’a ibadet eder. Ne bir biçareye tahakküm eder, ne de herhangi birinin tahakkümüne boyun eğer.
Çünkü o “Abdullah”tır; yalnız Allah’ın kuludur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.