Küçük kurbağa

Bir gölde şirin mi şirin kurbağacıklar yaşarmış. Her gün nilüfer çiçeklerinin üzerinde güneşlenir, etraflarını seyrederlermiş. Göl, güneşin altında pırıl pırıl parlarmış. Kurbağacıklar da bu güzelliğe bayılırlarmış. Vıraklamaları bir orkestrayı andırırmış. Ah bir de taş atan şu çocuklar olmasaymış! Bu yaramaz çocuklar yüzünden keyifleri kaçar, hayalleri suya düşermiş.

Kurbağacıkların en küçük ve en şirinine, arkadaşları ‘Küçük Kurbağa’ derlermiş. Küçükmüş küçük olmasına, ama öyle bir sesi varmış ki şarkılarını başka göllerdeki kurbağalar bile duyarlarmış. Yine bir gün, Küçük Kurbağa etrafını rahatsız edeceğini düşünmeden o cırlak sesiyle vıraklaya vıraklaya şarkılarını söylemeye başlamış. Komşu kurbağalar rahatsız olmuş. Ona seslenmişler: “Yeter artık Küçük Kurbağa! Biz de vıraklıyoruz, ama senin gibi zamansız komşularımızı rahatsız etmiyoruz.”

İşin aslını yalnızca kurbağacığın annesi biliyormuş. Küçük Kurbağa ne zaman babasını hatırlasa, avazı çıktığı kadar bağırıp bu dayanılmaz şarkıları söylermiş. Suyun üzerinde güzel bir nilüfer çiçeğinin üzerinde oturduğu bir sırada, anne kurbağa yanına gelmiş. Yanağına kocaman bir öpücük kondurmuş.  Sonra sözlerine başlamış: “Bak bebeğim! Babacığından geçici olarak ayrıyız. Bir gün biz de onun yanına gideceğiz. Yaramaz çocukların attığı bir taşın kurbanı oldu babacığın. Ama bunun cezasını kendine ve çevrendekilere vermen bir çözüm değil ki. O ağıtları bırak da, mutlu şarkılar söylemeye devam et.”

Bu sırada yine uzaktan taş sesleri gelmesin mi. Sesler gittikçe daha yakından gelir olmuş.  Çocuklar yanlarına kadar gelmişler. Tabi çıkan sesler sadece taş sektirme sesleri değilmiş. “Ah kolum, ah bacağım, aman başım!” diye inleyen canı yanmış kurbağaların sesleri birbirine karışmış. Küçük Kurbağanın annesi de söylenmeye başlamış: “Bu çocukların anneleri babaları yok mu? Başkalarına rahatsız etmenin kötülüğünü neden onlara öğretmezler?” diye.

Tam bu sırada, bir de ne görsünler!  Taş atan çocuklardan birinin ayağı kaymış ve cup diye gölün içine düşmüş. Çığlıklar atarak çırpınmaya başlamış. Diğer çocuklar da yüzme bilmediğinden yardım edemiyorlarmış. Bunun üzerine kurbağalar hep bir ağızdan vıraklamaya başlamışlar. Tabi Küçük Kurbağanın cırtlak sesi hepsinin sesine baskın çıkarak yeri göğü inletmiş. Öyle güçlü bir sesmiş ki, o sırada gölün biraz ötesinden geçmekte olan bir amcayı durdurmuş. Seste bir gariplik olduğunu sezmiş. Koşarak oraya gelmiş. Boğulmak üzere olan çocuğu gölden baygın bir şekilde çıkarmış. Suni teneffüs yaparak kendine gelmesini sağlamış. Böylece çocuk boğulmaktan kurtulmuş.

Çocuklar, arkadaşlarının kurtulmasına kurbağaların sebep olduğunu anlamada gecikmemişler. Yaptıklarından çok utanmışlar. Bundan böyle, değil kurbağalara taş atmak, hiçbir canlıyı incitmemeye karar vermişler.

Böylece küçük kurbağacıklara da gün doğmuş. Mutluluk içinde şarkılarını söylemeye devam etmişler. Her gün daha da güzel açan nilüfer çiçekleriyle birlikte gölün gülen yüzü olmuşlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.