Korkusuz adam: Nurettin Gürsoy (1950-2017)

Necmettin Gürsoy'un yazısı
(Emekli öğretim görevlisi)

Sene 1960. Adıyaman merkezine bağlı Altıntop köyümüzdeyiz. Merkeze 15 km yakın. Çevre köyler; Çokpınar, Payamlı, Yarmakaya, Tekpınar ve Mezgirtli köyünün ortasında şirin bir köy ve 25 haneli. O zaman geçim kaynağımız; buğday, tütün, üzüm vs. Köyümüz küçük olduğu için okulumuz yoktu. En yakın Çokpınar ilkokuluna gidiyorduk. Sonra Yarmakaya köyüne gittik. Sırayla Mezgirtli ve Tekpınar köylerinde de okuduk. Sanıyorum o zaman öğretmen yoktu. Nureddin abim ve ben nerede öğretmen varsa oraya giderdik. En son Çokpınar ilkokulunda ilkokul diplomamızı aldık. Kaç sene sürdü doğrusu hatırlamıyorum. Tabiatıyla Köy yolları bugünkü gibi değildi. Patika, keçi yolu, çamur… Ayakkabılarımızı bez çanta içerisine koyar yalın ayak giderdik okulumuza. Okulun önünde yağmur suyu birikintileri vardı. Ayağımızı yıkar ve ayakkabılarımızı giyer sınıfımıza girerdik. Çorabımız varmıydı onu bile hatırlamıyorum. Yok olduğunu düşünüyorum. Öğlen yemeklerimizi annemizin (rahmetlik) ekmek arasına peynir veyahut ev ekmeğini ufaltıp içine biraz tereyağı ve pekmezi iyice karıştırır(halk arasında havrışık denırdi) onu da ev ekmeğinin arasına koyar çantamızda taşırdık.

Nureddin abimle ilkokul, ortaokul ve lise birinci sınıfa kadar beraberdik. Lise ikinci sınıfta ben fen kolunu, Nureddin abim de edebiyat kolunu seçmişti. Adıyaman Lisesini 1973’te bitirdik. Nureddin abimle Ankara’ya geldik ve üniversite sınavlarına girdik. Ben devam ettim o Adıyaman’a döndü.

Şimdi tekrar ilkokul hayatımıza dönelim. Sene 1960 Nureddin abim 12 yaşında, ben 9 yaşındayım. İlk okulun büyük bir kısmını okuduğumuz Çokpınar köyü ile bizim köyümüz ortasında bir dut ağacı vardı. Babam rahmetlik bizi cesaret sınavına tabii tuttu. Yatsı vakti… Kim bu atkıyı bu saatte dut ağacının altına bırakabilir dedi. Nureddin abim hiç tereddütsüz "ben bırakırım baba" dedi. Ve tek başına atkıyı götürüp o gece saatinde bırakıp geldi. Babam sabah onun davranışını test etti. Babamın o yaşlardaki çocuklara böyle bir cesaret sınavı yapması doğru muydu burası tartışılır. Ama Nureddin abim o yaşta ilk sınavını geçmişti ve korkusunu o zaman yenmişti. Sonraki hayatı da hep bu tarzda devam etti. 

Ortaokulu yine Adıyaman’da beraber okuduk. Köyümüz vardı. Köy sahibiydik. Ama Nureddin abimle köyde bir ırgat gibi çalışır, evin geçiminde katkımız olurdu. Üzüm dermek, tütün ekmek, dikmek, toplamak, saplamak vs. tüm aşamaları beraber yapardık. Pamuk sular, ekin biçerdik. Sanıyorum lise birinci sınıfta tarladaki anızları toplayıp, traktörle harmana taşıyıp patozla sabaha kadar çalışıp saman yaptık. O samanları da satıp kendimize birer Nacar marka saat almıştık. Kendi çabamızla aldığımız ilk ödülümüz olmuştu bu saat. Her ikimiz de okumayı severdik. Babam Cumhuriyet ve akşam gazetelerini (sol düşünceli) alır köye getirirdi. Biz cebinden çıkarıp reklamına kadar her yazısını satır satır okurduk.  Sonra Tercüman gazetesiyle tanıştık. Bir ara Bügün, İttihad ve Sabah gazetelerini’de okuduk. (Bunlar da sağ gazetelerdi.) Bu gazeteler bez afişlerle "senin gazeten, oku ve okut" yazılıydı. Diğerleri kimin gazetesiydi onuda bilmiyorduk. Daha sonra da Günaydın  ve Hürriyet gazetesiyle tanıştık. Ben gazete küpürlerini (sevdiğim yazı, resim vs.) büyük bir dosyaya koyup zamkla yapıştırır ve arşivlerdim. Bunlar köyde yaptığımız faaliyetlerdi.

Biraz’da babamdan bahsedeyim. Babam 4 yaşında annesini kaybetmiş. Analığı (üvey annesi) bakımını üstlenmiş ama o dönemde  gereken sevgi ve şefkatten yoksun olarak büyümüş evin tek erkek çocuğuydu. Kendi doğruları olan, kabına sığmayan asabi bir kişiliği vardı. Çocukları arasında hiçbir ayırım gözetmez ve ayrıcalık tanımazdı. Bizden kimi daha çok seviyordu bilmezdik. Duyguları içtendi. Sekiz-on  yaşından sonra "çocukları çok sevmeyin şımarırlar" derdi. Babam annem rahmetlik olduktan sonra evlenmedi. Yirmiiki yıl evinde tek başına kaldı. Kimseye muhtaç olmadı. Hiç bir hastalığı yoktu. Hastanede üç gün yattı. Doksan küsür yaşında rahmetli oldu. Sağlam bir vücudu vardı. "Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz" Hadisi vardır. Bu hadis tam olarak babamda gerçekleşti diyebilirim.

Dedem çocuklarına koca bir köy bırakmış. Çocukları da bunun kıymetini çok iyi bilememiş satıp şehre yerleşmişlerdi. Biz babamızdan bir ümit olmayınca annemizin rehberliğinde kendi yolumuzu çizmiş ve okumaya koyulmuştuk.

Babam dürüst bir adamdı. Kimsenin hakkını yemezdi. Hatta sattığı arazileri satın alan köylülerimiz 30 yıl sonra tapu işlemlerini gerçekleştirmek için külli miktarda bir para vermek isterler. Babam "hayır ben o zaman arazimi değerinde sattım sizin paranızı almam helal olmaz" diyerek o parayı reddetmişti. Bunu köylülerimizle her karşışaltığımızda "Ağamız doğru, cömert, sözü senet bir adamdı. Paramıza tenezzül etmedi" derlerdi.

Fahrettin abim (en büyük abimiz) Ankara’da Özel Devlet Mimarlık Fakültesi’nde okudu. (Hacı Ali Demirel’in o zamanki ilk özel üniversitesi.) O zaman Adıyaman’da 4-5 kişi özel üniversiteyi okuyabildi. Babam maddi ve manevi olarak bize yardım etmedi. Eğitimimizde annemizin çok büyük katkısı oldu. Annem okumaya çok önem verirdi. 

Annem "ben köy bucaklarında çürüdüm, çocuklarım çürümesin, okusun adam olsun" derdi. Abimin özel okul parasını kendi annesinden kalan mirasla okuttu. 

Abim Ankara’da aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı’nda gündüz çalışıyor, gece de özel okula gidiyordu. Bize kitap ve dergi gönderirdi. Kitaplar arasında Ahmet Hamdi Akseki’nin (eski diyanet işleri başkanı) Yavrularımıza Din Dersleri, Diyanet ve Kırlangıç dergisi vardı. Bunlar bize okuma alışkanlığını kazandırdı.

Biz aile olarak yazları köyde kışları şehirde geçirirdik. Sonradan da biz Nureddin abimle Adıyaman’da ev tuttuk eğitim hayatımızı bu şekilde sürdürdük. 1966-1973 yılları arası her zaman olduğu gibi ülkede siyasi krizler vardı. Sağcı-solcu kavramlarıyla büyüdük. Biz sağ grubun içerisinde yer almıştık. Bu bilinçli bir seçim değildi. Babamız bu konuda da bizi yönlendirmemişti. Annemizin okuma yazması yoktu. Dini konularda bir İhlas Suresini okurken on tane yanlış söylerdi. Annem namazını kılardı. Babam annemle bu konuda zaman zaman espri, zaman zaman da ciddi "sofu soğan yemez, yerse de kabuğunu bırakmaz" derdi. Biz altı kardeş tamamıyla annemizin yanında yer aldık ve onun öğütleri doğrultusunda büyüdük. İki ablam erken yaşta (biri 16, diğeri 22 yaşında) evlendiler. Biz erkek kardeşler hepimiz okuduk ve çok şükür belirli yerlere geldik ve birer meslek sahibi olduk.

Ortaokul dönemine tekrar geri dönüyorum. Nureddin abim o dönemde (orta iki) Risale-i Nur derslerine başlamıştı. Ben henüz bilmiyordum. O sıra ben de Ülkücü takımındaydım. Lise bire kadar bu durum böyle devam etti. Sonra yeniden Milli Mücadele dergisini tanıdım. (Mücadeleciler) neye mücadele veriyorlar orasına da bilmiyordum. Bir müddet onu okudum. Ana fikirleri Yahudileri iyi tanıyalım, onlarla mücadele edelim idi. Tüm zikir ve fikirleri Yahudi düşmanlığıydı. Sonradan ben de Nureddin abimin ekolüne katıldım.

Babam o dönemde Nureddin abimin Risale okumasına karşı çıkmış ve çok dışlamıştı. Çok hakaretler ettiğine bugünkü gibi şahidim. Ama babamın o davranışları Nureddin abimde ters etki yapmış daha çok Risaleye bağlanmasına neden olmuştu. Sonraki tüm hayatını Risale-i Nur'un Kuran ve iman davasına adamıştı. Şunu da belirtmeden geçemiyeceğim. O dönemde Nureddin abimin ağzı çok bozuktu. Risaleyi tanıdıktan sonra bu  bıçak gibi kesildi. Buna da şahidim.

Nureddin abim liseyi bitirdikten sonra Adıyaman’a bağlı Kahta ilçesinde fırıncı Hacı İbrahim amcanın (rahmetli) desteğiyle medrese dediğimiz dershane açmıştı. O dershanede öğrenciler gelir, kitap okur, sohbet eder ve giderlerdi. Nureddin abimin 42 yaşına kadar bu serüveni devam etti. Yaklaşık 30 sene hayatının en genç, verimli ve dinamik dönemini bu hizmete harcadı. Israrla usanmadan devam etti. 42 yaşında evlendi ve o dönem Köy Hizmetlerinde işe girdi. Evlendikten sonra da yine dini hizmetlerin baş aktörüydü. Ve hep ön safta karşılıksız can siperane ömrünün son dakikasına kadar sürdürdü. Bir dönem Elif kırtasiye adında bir dükkan açtı. Orada kitap satışı yaptı. Çocuklara ücretsiz "al götür, oku getir" kampanyasıyla okuma alışkanlığını kazandırmaya çalıştı.

Yurdun çeşitli yerlerinde konferanslara, panellere, sempozyumlara, toplantılara katılır; görüş ve düşüncelerini korkusuzca ifade ederdi. Mesaisi sabah namazı saatinde başlar, gider dershanedeki öğrencileri (lise ve üniversite) kaldırır, sabah namazını kılar, ders yapar ve sonra memuriyet mesaisine giderdi. Kendisi için değil, toplum için vardı. Ve ömrünü de öylece sonlandırdı. 

Sene 1970. Liseli yıllarımız. Nureddin abinin sağlık sorunu çıkmıştı. Ankara'ya gitmişti. Teyzemlerde kalmıştı. Seyranbağları’nda ikamet ediyorlardı. Ankara’daki bu teyzemin adı;  Nazlı Nihal Engin‘di. Kendisi birinci eşinden ayrılmış, babası yaşta emekli Yarbay Yusuf Ziya Engin'le evlenmişti. Bu vesileyle onları rahmetle anıyorum. Yusuf Ziya amcanın çocuğu yoktu. Çok kitap okur, haftada bir Kur'an–ı Kerimi hatmeder, silah arkadaşlarının ruhuna gönderirdi. Bana silah arkadaşlarının dua ettiği listeyi göstermişti. Tam 590 kişi. Sonradan Nureddin abi ve beni de o listeye dahil etmişti. Nur içinde yatsın. Benim doktor olmamı çok isterdi. Doktorun önemini vurgulardı. Beni hayali olarak doktor görür, "gece saat 2'de bir hasta seni ararsa gidip bakacaksın ücretsiz muayene edeceksin ve ilacını temin edeceksin evladım" derdi. "Peki amca" derdim. Sonradan doktor olmadım ama psikolog oldum. Onun düşünce ve hayalleri bana rehber oldu.

Beni bağışlayın biraz konudan konuya geçiyorum ama… Tekrar Nureddin abiye dönüyorum. Nureddin abi Ankara Numune hastanesi üroloji bölümünde ameliyat olmuştu. Bir hafta, on gün sonra taburcu olmuş  ve Adıyaman'a dönmüştü. Ben üniversitede okurken sık sık teyzemi ziyaret eder Yusuf Ziya amcayla hasbihal ederdik. Bir gün "Nuredddin nasıl, ne yapıyor" dedi. Ben de "amca Nureddin abi Adıyaman'a bağlı Kahta ilçesinde bir dershane açmış. Çocuklara dini ve fenni bilgiler veriyor. Onları aydınlatıyor ve rehberlik ediyor" dedim. "Maşallah, maşallah. Mürşid, mürşid" dedi. Sonra Hz. Peygamberimizden (asm) bir hadis nakletti. Mealen, "bir zaman olacak ümmetimden birileri gelecek, yaptığı hizmetler ben-i İsrail peygamberlerin derecesinde olacak" dedi. Devamla "çünkü bazı peygamberler gelmişler ümmeti üç kişiyi geçmemiş. Bunun için Nureddin kardeşimizin yaptığı hizmet çok büyük" derdi. Bu hadisle ilgili Hz. Paygamberimizin (asm) Hz. Musa ile ilgili bir anektodunu anlatmıştı.

Nureddin abiyle  son geceyi beraber geçirdik. Hastanede yanında refakatçiydim. Çok harareti vardı. On dakikada bir uyanıyor su istiyordu. Sabaha kadar bu durumu sürdü. Çok bitkin ve biyolojik olarak tükenmişti. Bir ara "ezan okundu mu" dedi. "Evet" dedim. Bir kabin içerisine koyduğumuz "toprağı getir" dedi. Getirdim. Toprakla teyemmüm abdesti aldı. Yatağında kıbleye dönerek sabah namazını kıldı. Bu son namazı oldu. Saat 11'e doğru ruhunu teslim etti. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

Not: Sevilmek için kan bağı şartı olmadığını Nureddin abinin cenazesinde bizzat gördüm, hissettim… Başını tabutun altına koyandan tut "ben bir annemin vefatında ağladım, bir de Nureddin abini vefatında ağlıyorum" diyen onlarca sevenlerine rastladım. Bu bakımdan Nureddin abinin cenazesi benim için muhteşemdi, ibret ve hayret vericiydi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum