Konuşturulan ve konuşan kainat ve Ayet’ül Kübra

Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni

Sular dibinde mâhiyle
Sahralarda âhû ile
Abdal olup yâhû ile
Çağırayım Mevlâm seni

Gök yüzünde İsâ ile
Tûr dağında Mûsâ ile
Elimdeki asâ ile
Çağırayım Mevlâm seni

Derdi öküş Eyyûb ile
Gözü yaşlı Ya’kûb ile
Ol Muhammed mahbûb ile
Çağırayım Mevlâm seni

Bilmişim dünya halini
Terk ettim kıyl ü kâlini
Baş açık ayak yalını
Çağırayım Mevlâm seni

Yûnus okur diller ile
Ol kumru bülbüller ile
Hakkı seven kullar ile
Çağırayım Mevlâm seni.

Yunus Emre bu şiirinde Allah’ı çağırır, tabiat unsurları ve insanlar ve canlılar ile. Bediüzzaman da dağları konuşturur, onları Allah adına konuşturur. Kuşların ahvaline dikkat eder onları konuşturur. Nehirleri, denizleri, çayları, peygamberleri, velileri velhasıl kainattan Halıkını sorarak dolaşan seyyah, gördüğü her şeyden Allah’ı sorar onlar da kendi dilleri ile cevap verirler. Bilimler, konuşan kainatı lal dilsiz bir kainata çevirdi. Onların Allah’ı konuşturan ahvallerini, tavırlarını, hareketlerini Allah’tan kopardılar. Kafalarındaki şirki, inkarı, nihilizmi Allah’ın insan için hazırladığı hizmetçileri olan varlıklara yaydılar. Onları, birer harf iken müstakil bağımsız varlık haline getirdiler. Bediüzzaman bilimlerin bu şirk vaveylasına isyan etti, bütün varlıkları Allah adına konuşturdu. Kerem nasıl Aslı’yı her gördüğü şeyden sordu ise Bediüzzaman da bu büyük delil kitabında her şeyden Allah’ı sordu. Kitapta sadece sorma ve konuşturma başlı başına bir sanat resmi geçidi.

Konuşma sanatı bütün edebiyat metinlerini işgal etmiş, çünkü konuşmak bir nevi isbat demek. İnsan konuşur kendini izah eder. YÖK, Kur’an, estetik, anlatım ve konuşma diye bir ders koysun bütün ilahiyat fakültelerinde Kur’an’ın etrafında fırtınalar koparmazsam... Din sadece namaz, oruç, hac bir de başörtüsü. Koca Kur’an sendeki konuşmaları tasnif edip Allah’ın konuşmalarını peygamberlerin konuşmalarını, taşların, ağaçların konuşmalarını, daha neler neler Kur’an’daki konuşmalar… İsyan ediyorum, kızmayın beyler! Diyarbakır’da Kur’an ve estetik diye bir kitap yazdım, ilahiyatta okutmak istedim. Allem ettiler, kullem ettiler o dersi  koymadılar, sanattan habersiz adamlar. Bediüzzaman keşfedilmemiş, seksen yıl yaşamış, öleli de altmış yıl geçmiş, hala keşfedilmeyi bekliyor. Halbuki Kur’an’ın estetik düzeni ve sanatı üzerine çalışılsa daha geniş bir alana dönüşür, sanatçı da estetikçi de onunla uğraşır.

Bediüzzaman konuşan bir kainatı olayları, mekanları, insanları velhasıl her şeyi konuşturur. Küstürülmüş kainatı ve üyelerini Allah’ın etrafında Mevleviler gibi koşturur. O varlıkları Allah’la buluşturur, küsmüş ve küstürülmüş kainat onun sayesinde hem ilahı ile hem insanlar ile barışır. Yağmur yağar, sular akar, otlar yeşerir gibi öznesiz şirk cümleleri üzerlerindeki en büyük ateist yükü kaldırır. Gökyüzünden Allah’ın izni ile iner, yeryüzünden Allah’ın izni ile bitkileri çıkarır, onları insanların midesinin emrine verir, velhasıl bütün kainat onun yorumları ile konuşan ve Mevlevi gibi insanın ve Allah’ın etrafında dolaşan nesnelere aşıklara dönüşürler. Bahar olur ağaçlar çiçek açar, meyve verir insanlara. Güller insanlara güler, velhasıl bütün kainat “ben de varım biz de varız“ sadaları yayarlar.

Eserin ilk cümlesi konuşma üzerine kurulmuş. “Kainattan Halıkını soran bir seyyah.” Kainat konuşmayan bir nesneler topluluğu olduğuna göre Bediüzzaman bu nesneleri ve olayları konuşturacak demektir. Soran dediğine göre cevap verecek olan da var.  Sormak fiili seyyahın fiili. O soracak kainat da cevap verecek demek. Ayet’ül Kübra büyük fenni ve ilmi bilgiler ile zenginleştirilmiş. Bu bilgilerin marifete dönüştürülmesi ayrı bir konu. Biz konuşmalar üzerinde duralım. Hani bir adam birini arar da birisi onu görür ve “ne arıyor bu adam” der ya, işte öyle bir şey. Seyyah ararken onun arayışını gören hava boşluğu Bediüzzaman’ın tabiri ile cevv-i sema üç sesli fiille görünüyor. “Gürültü ile konuşarak bağırıyor.”

Tiyatro konuşma ve konuşturma eğitimidir. Eğer dramaturg size “şunu söyleyin” derse onu söylersiniz. Farklı bir söz sizi de oyunu da karıştırır. Bediüzzaman bir dramaturg gibi sahneyi kurmuş. “Dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire cevv-i sema denilen ve mahşer-i acaib olan feza gürültü ile konuşarak bağırıyor. ‘Bana bak merakla aradığını ve seni buraya göndereni benimle bilebilir ve bulabilirsin’ der.”

Ne harika sahne. Bir adam yeryüzünde dolaşırken hava boşluğu ona sesleniyor, bu adam sanatçı değil, ya nedir? Nasıl bir konuşturma ustası değil mi? Öyle bir şablon ve örnek bir metin ki Medresetüz Zehra’ya kitap yazmaya çalışan herkese doğuran bir metin. Hava boşluğunun yerine insanda ve yeryüzünde ve kainatta bütün nesne ve olayları koy hepsi seyyahı çağırsınlar. Hava boşluğunun bağırdığını duyan seyyah sesin geldiği tarafa yönelir ve oraya bakar. “O misafir onun ekşi fakat merhametli yüzüne bakar, müthiş fakat müjdeli gürültüsünü dinler.” İfadede o kadar çok şey yapılmış ki bunların hepsi sanatlı anlatım. Sıfata bak “ekşi fakat merhametli yüzü.” Hem konuşma, hem görme, hem bakma, hem ifade etme. Gel de bu anlatıma hayran olma. Ya neye hayran olacaksın? “Ben bana kurban ben bana hayran” diyor bir takım insanlar. Kendimize hayran olmaktan başka şeylere hayran değiliz ki arabaya hayranız çünkü bize hizmet ediyor. Neye hayran isek etrafımızda bizim etrafımızda.

Bediüzzaman ise şaşkın seyyahını hava boşluğunun çağrısı ile cevap veriyor. Böyle bir şeyi hayal etmek. Onun hayran olacak nesnesi yok. O Allah’ın nesnelerine, hizmetçilerine, figüranlarına hayran, onları konuşturuyor. Onun elinde kainat susan kainat iken konuşan kainata dönüşüyor. Yani Bediüzzaman tevhid adına kainatı konuşturan insan. Bu metinlerde hepimizin sanatçı ordusu olmamız lazım gelir. Evet sanatçı ordusu. Konuşma, konuşturma dialog ustası Bediüzzaman. Bunları görünce onun uğraştıklarına bizim uğraştıklarımıza bakıyorum hasta oluyorum, olmaz böyle şey diyorum. Başka ne diyeyim.

Hava boşluğunu konuşturdu sonra iç dialog veya monolog yapar, kendi ile konuşur. “Sonra gözünü çeker aklına bakar, kendi kendine der ki ‘gözünü çekip aklına bakmak.’ Çünkü göz perde, perdeyi çekeceksin ki dışarıyı göresin. Sadece bu kelimeyi kurgulamak ne kadar harika? Devam ediyor. “Gözünü çeker aklına bakar, kendi kendine der ki ‘atılmış bir pamuk gibi bu camid, şuursuz bulut elbette bizleri bilmez ve acıyıp imdadımıza kendi kendine koşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez.” Bulutun yerine hizmetimize tahsis edilmiş her şeye bak ifadeyi onlara uygula. Buluttan sonra  koyun de, inek de, rüzgar de, elma de, ağaç de, arı de, demir de, civa de, el de, ayak de, mide de, ıspanak de, maydanoz de, sonsuza kadar her şeyi böyle konuştur. Bir tiyatro eseri yaz: “Konuşan kainat.” “Allah adına konuşan kainat.”

Bu gariban koyun nasıl beni bilsin de süt fabrikası olsun?
Bu inek benim için nasıl protein ve süt kaynağı olsun, nasıl düşünsün?
Rüzgar nasıl sesi arkadaşın kulağına taşısın, nerden bilsin, nerden bulutu taşısın, nerden tozlaşmayı yapsın?
Elma nerden seni ihtiyacına göre şekillensin?
Ağaç nasıl şeftali ağacı olmayı tasarlasın?
Arı nerden geometri öğrensin? Işıktan matematik hesapları yapsın? Yaptıkları o kadar çok ki insana hizmet mektebinden arılık diploması aldıktan sonra senin hizmetine geliyor, sen adam olmazsan seni ısırıyor, “adam ol” diyor.
Demir senin vücut betonunu ayakta tutmak için bitkilere nasıl belli oranlarda gitsin? Fazla olsa bina gibi olacaksın, az olsa birden yere düşeceksin bu kimya dersini kimden aldı ıspanak ve demir?

Bütün nesneleri böyle cümlelerle konuşturabiliriz.
Kendi ile konuşur, rüzgar ile konuşur, aklı ile konuşur, konuşa konuşa ruhları imanları inşa eder. Hani sabahtan akşama kadar boş işler konuşan insanlar vardır ya, halbuki konuşmak ne kadar harika bir şey. 20. Mektupta insanın hitap çiçeğini açtığını söylüyor. Kime hitap? Allah’a hitap. Etten bir vücut yap ona konuşmayı yükle kendi ile konuşsun sonra namaza durup “Elhamdülillahi rabbil alemin. Yarabbi sen alemlerin Rabbisin.” Konuşsun, konuşsun, sonra konuşma bitince selam versin konuşmayı bitirsin. Namaz konuşma sanatı, konuşan kainatı dinleyen insanın onlara karşı onlar için Allah ile konuşması. Sema, ağaç, çiçek konuşurken kulum “hayyalelsala” diyor. Gel sen benimle konuş, kainatı senin için konuşturan “Ben senin de benimle konuşmanı istiyorum” der.

Haşir’de gerilimi icad eden anlayışsız adamın tutumu, Ayet’ül Kübra’da gerilim yok gibi, ama durgun suda fırtına koparan Bediüzzaman fikrin hareketine insan bedenini ve ruhun bedenini baz almış. “Sonra gözünü çeker aklına bakar görür ki…” Burada gerilim kaynağı gözün, çıplak gözün hakikate perde olduğu, aklın önüne perde olduğu, tarih boyunca bütün yanlış anlamaların ve dalaletlerin özünde gözün perdeli olması yatıyor. Gözün perdeleri ya ölürken açılır, ya kabirde açılır çok geç değil mi?

Perde kelimesi ile Bediüzzaman’ın büyük tanışıklıkları var. Perde kelimesini ne mutasavvıfin, ne aşıkan evliya ne de şair şuara onun kadar anlamamış. Gözü perdelikten azad edip aklı konuşturur, şahıs yok gibi ama insan bedeninden şahıs özelliği olan davranışlar seçmiş. Ne harika insan, ne kadar harika ince ruhlu ve kelimelere hakim bir insan.

Bütün Ayet’ül Kübra’daki konuşmaları anlatmak bir kitabın hacmini aşar. Necip Fazıl;
“Haykırsam kollarımı makas gibi açarak
Durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak” diyor ya.

Ben ne diyeyim;
“Haykırsam kollarımı makas gibi açarak
Haydi Ayet’ül Kübra okuyun koşarak
Ordaki tevhid okyanusuna dalarak
Temizlenin olun pir ü pak ü zambak

Kim bu eseri bilir de okumazsa ayrıntılı
İmanı dar, kirli ve hem çıkıntılı
Bir sanat mektebi, bir aşk okulu
Bir menekşe hem de nübüvvet kokulu

Bir seyyaha açılır tevhidin yolu
Allah adına görür semayı, ufku
Ayet’ül Kübra büyük bir delil
Onu bize ihsan etmiş Rabbi Celil.”

Bu şiir bitmez, bu yazı da bitmez. “İkra” deyip “Bize okumayı öğreten sensin Allah’ım” demek lazım. En güzel okumaları gerçekleştiren Bediüzzaman bize kainatı okumayı öğretti. Meleklere bir varlık yaratacağını söyleyince İlahımız, daha önce yaratılan bir türden dolayı itiraz ederler, “kan dökecek birini mi yaratacaksın” derler. Allah Adem’e esmayı öğretir, sonra melekler onun esma öğrenme ile kendilerine tefevvuk etmesi karşısında Onun ilmine hürmeten susarlar. Ademin şahsında her insana esmalar yüklenmiş, Bediüzzaman alemdeki esmalar ile insandaki esmalar arasında bağ kurmuş, empati imparatoru Bediüzzaman. Adem babanın mukaddes yürekli devamı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum