Selamın Hikmeti

Lügat manasıyla “kusursuz olmak, kurtulmak, rahatlamak” ifadeleriyle tanımlanan selâm kelimesinin karşı tarafa beyanıyla bir barış ortamı sağlanır. Yani sen benim kardeşimsin ve benden sana zarar gelmez, demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde “eman ve barış” manalarını ihtiva eden selam ifadesi, Peygamberimiz (SAV) tarafından teşvik edilmiştir. Biz Müslümanlar selam anlamına gelen “tahiyye” kelimesini de namazlarımızda tilavet ederek, bütün mahlukatın selamlarını onların namına, tıpkı Miraç’da yüce Peygamberimizin (SAV) Allah’a takdim ettiği gibi, Rabbimize hediye olarak takdim ederiz. İşte bu yüzden, namaz müminin miracı olduğu söylenir.

Biz Müslümanlar bir din kardeşimize “selâmün aleyküm” (es-selâmü aleyküm: Selâm sizin üzerinize olsun, Allah sizi her türlü kaza ve belâdan korusun) dememiz, karşımızdakinin de bize aynı mânada olmak üzere “aleyküm selâm” (ve aleykümü’s-selâm) demesi aynı zamanda birbirimize duada bulunmamız anlamına gelir.

İslâm âlimleri selâm vermenin sünnet, almanın farz olduğunu ve selâm verenin alana göre daha fazla sevap kazanacağını da belirterek teşvik etmişlerdir (Mevsılî, IV, 164).

İslâm’da günah işleyene, ezan veya hutbe dinleyene ve buna benzer bazı durumlarda selâm verilmesinin caiz olmadığı söylenir. Ben fetva ehli değilim; fetva da vermiyorum ancak bunları hem birçok kişiden duydum hem de okudum. Oysa Konya’nın büyük değerlerinden biri olan Hacı Veyiszâde’nin önüne gelen herkese selâm verdiğini kendi hayat hikâyesinden okumuştum. Hatta bir defasında merhum Hacı Veyiszâde akşam namazını imam olarak kıldırdıktan sonra evine doğru giderken birkaç kişinin yola yakın bir yerde çilingir sofrası kurarak demlenmeye hazırlandıklarını görmüş. Adamlar Hacı Veyiszâde’yi görünce toparlanmışlar, biraz da utanmışlar. Hacı Veyiszâde son derece hoş görülü bir insan olduğundan, yanlarından geçerken onlara selâm vermiş. Adamlar iyice kızarmışlar, mahcup olmuşlar ve birbirlerinin yüzüne baka kalmışlar. İçlerinden birisi:

“Çok ayıp oldu hoca efendiye. Bizi böyle görmemeliydi,” diyerek şişeyi fırlatmış. Şişenin kırılması, çilingir sofra ehli için de kırılma noktası olmuş. Adam arkadaşlarına hitaben, “Gelin arkadaşlar, bırakalım bu zıkkımı” demiş. Diğerleri de bu teklife hiç itiraz etmemişler ve tövbe ederek namaza başlamışlar.

Benzer bir hadiseyi Nevşehir’de Ramazan Bozkurt hocadan dinlemiştim. Ramazan hoca bir camide imamlık yapıyordu rahmetli oldu. Allah gani gani rahmet etsin. Camiden çıkıp evine giderken bir sarhoşla karşılaşmış ve selam vermiş. Sarhoş oldukça sert çıkmış:

“Sen neden bana selam veriyorsun” diye sormuş.

Ramazan hoca; “Sen adam olduğun için selam veriyorum,” demiş.

Sarhoş; “Yok, ben adam değilim” diye ısrar etmiş.

Hocam da en az onun kadar inatçı: “Yok, sen adamsın,” diye ısrar etmiş. Neyse sonunda tanışmışlar. Ziyaretler, görüşmeler olumlu sonuç vermiş ve bizim sarhoş namaza başlamış. Adamın ömrü de fazla yokmuş ki, kısa bir süre sonra vefat etmiş.

Bu hadiseleri kitaptan okuduktan ve Ramazan hocamdan dinledikten sonra Nevşehir’de başka bir dostumdan yine benzer bir olay dinledim. Dostum yolda giderken yine böyle bir çilingir sofrası ehline rast gelmiş. Adamlar dostumu görünce vaziyet almışlar ve selam vermesini beklemişler. Dostum, takva ehli ya, sarhoşa da selam verilmediğini biliyor ya, selam vermeden yanlarından geçip yürümeye başlamış. Sarhoşlardan biri arkasından:

“Hoca neden bize selam vermedin?” diye sormuş.

Dostum sert bir bakış fırlatarak: “Sizin neyinize selam vereyim, boynunuzda bir torba eksik,” deyivermiş.

Sarhoşlardan birinin tepesi atmış ve dostumun üzerine yürümüş. Yanlış hatırlamıyorsam dostumu iyi bir ıslatmışlar. Bunu bana anlattıktan sonra kendisine yukarıdaki hadiseleri aktardım. Dostum hak verdi ama iş işten geçmişti.

Geçenlerde memleketim olan Erzurum’a yeğenimin düğünü için gitmiştim. Düğün salonu yolunda yürürken kenarda park halindeki bir arabanın üzerine çilingir sofrası kurmuş bir grupla karşılaştım. Ben yanlarından geçerken dalgınlıkla selam vermedim. Sarhoşlardan biri bana çıkıştı: “Neden Allah’ın selamını vermiyorsunuz?”

Gerek iki hadise ve gerekse dostumun yediği dayak zihnimde şimşek gibi çaktı:

“Kusura bakma hemşerim, dalmışım, Selamünaleyküm” diye karşılık verdim.

Dayak yemeye hiç niyetim yoktu. Hele karşındaki Erzurumlu sarhoş olursa…

Sonuçta selamlaşma dinimizin güzel bir adeti ve ibadetidir. Yaygınlaştırmak gerekir. En azından dayak yememek için…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum