Kayıp Kuşağa Mektuplar- 23

Kayıp Kuşağa Mektuplar- 23

Yusuf Tosun'un yazısı...

“Kımıldanır mahallemin daralan ruhu
Basma perdelerimde gün batarken
Atıp saatler süren uykusunu
Odama uzanır akasyam pencereden
Kırmızı uzak damlarda bir serinleme
Uyanır gündüz uykusundan evler
Kapılarda işleri ellerinde
Kadınlar giyinip kocalarını bekler
İyi insanların ruhudur yakınlaşır
Takunya sesleri gelir evlerden
Yalnız bu dem rahat bir dünya taşır
Bin mihnet dolu kafasında yorgun beden
Her şeyin geliş saatidir akşam
Mahallede ömürler akşamüstü başlar
Hepsi burda buluşmaya gelir akşam
Başka dünyalardan ayaklar, başlar..”
ORHAN VELİ KANIK

Sevgili dost,
Her sabah uyandığımda yaşadıklarımın rüya, feryatlarımın ise berhava olduğunu fark etmenin derin acısını yaşıyorum. Yüreğim burkularak mahalle esamisinin bile okunmadığı çürümüş beton binalar arasında o metropol şehrin zehirli havasını soluyorum. Otobüsten metrobüse, tramvaydan metroya geçişlerle bir ömrü tüketmenin ızdırabı var yüreğimde. Anlıyorum ki; modern şehir, mahallelerimizle birlikte tüm kadim mahallerimizi de alıp götürmüş. Dostlukların, komşuluk ilişkilerinin, yardımlaşmaların, dayanışmaların güzel örneklerinin sergilendiği “o mahalle” kaybolup gitmiş. Geride yeme-içme, eğlenme ve üreme dışında önemli bir fonksiyon göremeyen yalnız bireylerden oluşan kocaman kalabalıklar kalmış sadece.

Sevgili Dost,
“Mahalle Baskısı” diyorlar. Mahalle baskısı için önce “Mahalle” gerekmez mi? O baskıyı uygulayacak, ya da o baskıya maruz kalacak mahalle lazım değil mi? Duygu, düşünce ve inancımızın tabii olarak yaşandığı mahalle göremiyorum doğrusu. Komşuluk ve dostluk ilişkilerinin samimice yaşandığı, çocukların çelik-çomak oynadığı kaç sokak var? Her geçen gün çok katlı binaların çoğaldığı modern şehirlerde yaşıyoruz. Şehirleşme oranı her geçen gün artıyor ve mahalle kültürü tarihe karıştı neredeyse. Böyle bir durumda Mahalle Baskısı “saldırının savunma taktiğinden”  öteye geçmiyor. İnsanları farklı kategorilere ayırarak kutuplaşma oluşturmanın da bir anlamı yok artık. Hal böyle iken “Mahalle Baskısı” oyunu yapay gündem oluşturup hedef saptırmaktan başka bir şey değil.

Sevgili dost,
Bir bayram sabahı seher vaktinde seninle -sensiz- yazışmamın buruk tadı var üzerimde. Rahmet ikliminin bedenimizle birlikte ruhumuzu da sarmaladığı bir hazan mevsiminde, yüreğimdeki varlıkta yokluk boşluğu bu buruk sevinci bir kat daha derinleştiriyor. Kendi kuşağımın boy attığı mahallede  sokaklar ölü sessizliğine bürünmüş vaziyette. Bir zamanlar kırmızı çarpıların atıldığı kapıları kimseler yüzüme açmıyor. Pencereler güneşten sararmış tüllerle kaplı… Bacalar tütmüyor. Alaca karanlığın hakim olduğu bu izbe sokaklarda gezinip duruyorum karanlık çökünceye kadar. Öteki şehir, ışıklardan bir kordon oluştururken, bu mahallenin sokak lambaları da yanmıyor. Zifiri karanlıkta el yordamıyla harabe sokaklardan geçerken duvardibinde kümeleşmiş gölgelere takılı kalıyor yüreğim. Bilge bir oturuşun derin deryalarında kulaç atarken kendime gelebiliyorum ancak. Anlıyorum ki; Oblomovcu bir oturuşun sergilendiği duvardibine gömülmüş bütün hayallerim. Sabahçı kahvesinin farklı bir lezzeti kalıyor damaklarımda anlamlı susuşların hakim olduğu bu diyarda. Burada gömülü bütün hayallerimi sırtlanıp fişekliyorum oralardan. Kendi mahallemde bir yabancı gibi dolaşmanın sersemliğiyle öteki baskılara maruz kalıyor bütün hücrelerim.

Sevgili dost,
Aslında sana, fark edilemeyen ama sürekli  baskısını üzerimizde hissettiğimiz bir mahallenin varlığından söz açmak istiyordum. Bazı özel duyguları ifade için kelimeler o kadar aciz kalıyor ki… Biraz önce tespih taneleri gibi boğazınızdan tane tane  akan kelimeler, bir anda kramplaşarak midenize iniveriyor. Neyi, nasıl anlatacağınızı bir türlü beceremiyorsunuz. Dahası, hafızanız sizi bu alemden koparıp ötelere seyahat ettirirken, gözyaşları da gözden kalbe akıyor çipil çipil. Bazı şeylerin kelimelerle ifade edilememesinin anlamı bu olsa gerek. Ruhunu kaybetmiş kocaman bir mahalle var ama, içinde sizden bir eser yok(!) Kalabalıklar arasında yapayalnız bir gölge gibisiniz. Böyle bir durumda “baskı”dan söz etmek abesle iştigal değil midir?

Kıymetli dost,
Bir “Mahalle baskısı” tartışması aldı başını gidiyor. Zaman zaman benzer mevzuların kontrollü/kontrolsüz uzun süre tartışıldığına şahit oluyoruz. “Mahalle Baskısı” gündeminin ne amaçla (kasıtlı/kasıtsız) olarak gündeme oturduğu bir yana, öteden beri var olagelen bir yaraya parmak basmak istiyorum. Yani yılların eskitemediği gündem: Başörtüsü... Her inançlı ve vicdan sahibi insanın içindeki o yara bu “Mahalle Baskısı” tartışmalarıyla yeniden sızladı.
Yürüyüşünden, duruşundan bakışından içindekini dışına yansıtırcasına bir siluet gözünde peyda olduğunda bilesin ki o, bizim kuşağın mazlum, ezik, gariban bir ferdidir. Ya da kitaplarını yüreğine bastırırcasına boynu bükük ama hızlı adımlarla yürüyen birine rastlarsan bil ki o; bizim kuşağın başörtülüsüdür. Her adım atışında yılların hesabını verircesine bakışlarını bulutlara çevirip derinlere dalan birine rastlarsan cami avlusunda yine bil ki; o da tarihe not düşmüş bir başörtülüdür. Ya da hava alanında, garda, trende kitap dolu valiziyle uzak diyarlara giden boynu bükük bir üniversiteliye rastlarsan bil ki; oda bu ülkenin mağdur zencilerindendir.

Kıymetli Dost,
1990’lı yılların ürünü saf, samimi yürüyüşün geçmişten günümüze uzanan başörtüsü izleği ürkütücü bir tablo da önümüze koymuyor değil.. Bir inanç ve hak mücadelesi olarak filizlenen bu bilincin 2000’li yıllara gelindiğinde modadan öte bir misyonunun kalmadığına şahit olmak üzücü değil mi? Artık kitaplarını göğsüne bastırarak boynu bükük vaziyette yürüyen mukavemetli yürekler yerine, üniversite kapılarında objektiflere gülümseyerek başörtülerini çıkaran bilinçsiz bireylere tanık olmak, insanın başından kaynar sular akıtıyor. Dişinizi tırnağınıza takarak iğneyle kazıdığınız kuyunun zamanla çöp artıklarıyla dolduğuna şahit olmak yüreğinizi param parça ediyor ister istemez.

Aziz dost,

Bu mahalle nice zamandır bir takım siyasi-sosyal hadiselere figüran olmaktan kurtulamadı. Bu kuşak üzerinde moda ve kıyafet ticareti yapanlardan tutun da, siyasi rant elde etmek isteyenlere varıncaya kadar birçok kesim artık bu perdenin de kapanmak üzere olduğunun farkındalar. Her ne kadar yara acı acı sızlanmaya devam etse de, aydınlık günlerin yakın olduğu ümidi her geçen gün içimde büyüyor.
Geleceğin aydınlık olsun sevgili dost.
O’na emanet...