Kayıp Kuşağa Mektuplar-19

Kayıp Kuşağa Mektuplar-19

Yusuf Tosun'un yazısı....

Şimdi dünyada nerede biri ağlıyorsa
İşte öyle-ağlıyorsa dünyada
Bana ağlıyor

Şimdi gecede nerede biri gülüyorsa
İşte- öyle gülüyorsa gecede
Bana gülüyor

Şimdi dünyada nerede biri yürüyorsa
İşte öyle -yürüyorsa dünyada
Bana gidiyor.

Şimdi dünyada nerede biri ölüyorsa
İşte- öyle ölüyorsa dünyada
Bana bakıyor.
 

Rainer Maria RİLKE


Sevgili dost,

Sana bu kez bir adadan, sabah namazı dinginliğiyle sesleniyorum. Marmara denizi içerisinde, Balıkesir Erdek açıklarında yer alan küçücük bir ada olan EKİNLİK ADASI’NDAN yani. Aslında bir köy burası. Eski bir Rum köyü… Ancak Cumhuriyetten sonra ada ahalisi, köyü terk edip ana yurtları Yunanistan’a dönmüşler. Rumlardan kalan kilise, manastır, şarap mahzeni, yel değirmeni gibi kalıntılar da  bu durumu teyit ediyor. Daha sonraları malum, denizle içli dışlı olan şu bizim Karadenizliler keşfetmiş sesiz sakin adayı. Ve bir bir yerleşmişler gözlerden uzak bu şirin adaya. Zamanla olmuşlar kocaman bir köy. Ne yapmışlar mı? İlkin yağmalamışlar o güzelim eski beldeyi, evlerini yıkıp odunlarını yakmış, vakti gelmiş Rumlardan kalma altınlarla zengin olmuşlar. Rivayet bu ya… Kiliseyi restore ederek camiye cevirmişler, okul yapmış, çeşme yapmış, yeniden bina yapmış hayat sürmüşler günümüze değin. Zamanla kelli-felli kodamanların, bürokratların dikkatini de celbetmiş bu ada ve onlar da uğrar olmuşlar etrafı sularla çevrili bu kara parçasına. Başbakanlar aile efradıyla tatile çıkmışlar buraya. Gözlerden ırak koylarda, plajlarda yüzmüşler. Yatlarla gezintiye çıkmışlar. Etrafı yüksek duvarlarla çevrili yazlıklarda mangal yakıp balık pişirmişler. Ve böylece her yaz yüzlerce kişi tatil için Ekinlik Adasına uğrar olmuş. Bu fakir de onlardan... Yoksa bütün bu olup bitenleri nerden bilsin ki? Ada şenlenmiş. Başbakanın ayak bastığı ada ihya olmaz mı? Olur olmasına da, haberi olana!...

Sevgili dost,

Sana bu anlattıklarım bir masal değil, harfi harfine gerçeğin ta kendisi… Kaşık şeklinde olan Avşa Adası’nın güney tarafında yer alan bu küçücük adadan sana seslenmemin bir sebebi olmalı değil mi? Denizden uzak çöllerde, bozkırlarda yeşeren umutlarımızın, hayallerimizin, ideallerimizin bir adada tekrar yüreğime değmenin bir anlamı olmalı. Düşüncelerimiz hep bir hâkimiyet öznesiyle boy attı geleceğe. Hep hâkim olmak, yönlendirici olmak, kurtarmak, düzen vermek… v.s. Bir ada bunların hepsini kapsıyor. Etrafı denizlerle çevrili bir kara parçasında bir dünya yeniden kurulabilir ve yepyeni bir zihin inşa edilebilir sevgili dost. Bu nedenledir ki; gözlerimin hâkim olup, kollarımın sarmaladığı beldeler daha gerçekçi ve sevecen gelmiştir bana. Umutlarım yeniden harlanıyor buralarda.  Beden tuzlu sularla dezenfekte olurken, zihin o sarı ışıltılarla resetlenir farkında olmadan.  Özel bir amaçla söylenmiş olsa da, Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın; ‘…hepimizi bir adaya hapsedin…’ mealindeki sözleri çok manidar… Sanıyorum başörtüsü mağdurlarının zor günler geçirdiği bir zamanda, bir ülkenin meclis başkanı dayanamamış ve İnancını yaşayamayan bu zümre adına böylesi bir çıkış yapmak zorunda kalmıştı. Samimi itiraflar... Hepimizi hiçbir kaçış imkânı olmayan bir adaya tıkasınlar. O adada kendi kendimize yaşayalım. Dünyayla bağımız kopsun. Hiçbir vahşeti görmeyelim, duymayalım, yaşamayalım. Tıpkı Robinson gibi hayatı yeniden keşfedelim. Arabalarınız, yatlarınız, katlarınız, barlarınız, pavyonlarınız… alın sizin olsun. Bize bizi verin yeter! İnsanlığın o ilk günkü masumiyetini solumak istiyoruz. O saf duygularla yeni bir dünyaya uyanmak istiyoruz Ashab-ı Kehf gibi. Mevki, makam, para, banka, çek, senet, bar, pavyon, zevk-i sefa… alın onların da hepsi sizin olsun. Biz insanlığın o ilk yalın haline dönmek istiyoruz.

Küçük bir adada kaybolmak, derinlere gömülmek ve bir ilkbahar yağmur bereketiyle yeniden yeşermek istiyoruz. Her birimiz bir buğday tanesi gibi tarlaya ekilip, ekin olarak boy atmak ve yediveren başak gibi bitivermek emelindeyiz. Hepimizi bir adaya ekin: adı; ‘Ekinlik’ olsun. Altın sarısı başak olarak bizi bize bırakın. Ne üniversitelerinizde okumak, ne de unvanlarınıza sahip olmak istiyoruz.  Çin’in eski efsanevi lideri Deng gibi, herhangi bir okulda da okumak istemiyoruz. Diploma sahibi de… Çünkü tanrıyla karşılaşacağımız gün notumuzu da, diplomamızı da o verecek. Kılık-kıyafetimize de o bakacak ve işte asıl hayat orada başlayacak.

Kıymetli dost,

Her kuşak, farkında olmadan kırkında yeni bir sendrom yaşar mı? Ya da hayat kırkında mı başlar? Bilemiyorum… Bizim kuşak kırkına dayandı ve sanki yeni bir sendromla yüz yüze… Sürekli kendinden kaçıyor. Duygularından, düşüncelerinden, ideallerinden, aşklarından, hüzünlerinden… kaçarak yeni sığınaklara yerleşmeye çalışıyor.  Oyun ve eğlenceden ibaret olan bu dünya, dört kolla kucak açıyor kendinden kaçanlara. Açılan o kucaklar sadece bir demo… Sahte kucaklar… Kimisi mevki, makam; kimisi para, pul; kimisi bilmem ne… Çürük kapı çok… ev, araba, yat, kat… Derken dahası, dahası… Sonu gelir mi hiç dünya malının. İnsanoğlunun gözünü ne doldurur, bilir misin? Bir avuç toprak… O kadar… Yaşam tatlı bir yürüyüş olarak hafızamıza kazınırken, kitap başında, ders aralarında, savaş mevzilerinde kazanılan doğruların yaşam vadisinde kırkından sonra da olsa kaybedilmemesi gerekir. Sana, bana, ona dikkat!

Sevgili dost,

Küçücük bir adada yaşamak insanı güçlü kılıyor. Daha çok kendine güveniyor ve hayata yeni parantezler açıyor insan ister istemez. İnsan böyle yerlerde üzerindeki bütün takıları bir kenara bırakarak yalınayak yürümeyi, koşmayı öğreniyor. Kendi kaderiyle çırıl-çıplak yüzleşiyor, tefekküre dalıyor. Bazen böylesi ruh hali insanı ve umutlarını tazeliyor. Metropol şehirlerin insanı yalnızlaştıran kalabalıklarından kimseciklerin olmadığı bir adada kendini, kendi özünü yeniden keşfediyor insan.

Aziz dost,

Bilmem hala büyük bir sorumluluk taşıdığımızı ve gelecek nesillere kötü bir miras bırakmakla yüz yüze olduğumuzu hatırlatmaya gerek var mı? Geleceğe iyi şeyler bırakma fırsatı hala avuçlarımızda. O kutlu fırsatın parmaklarımızın arasından okyanusların derinliklerine düşmesi an meselesi. Bu nedenledir ki; koşucunun son düzlükteki can havliyle yeniden atağa kalkıp son surat, kocaman adımlarla koşuyu sürdürmemiz gerekmektedir. Karada, denizde, havada, adada, evde, çarşıda, pazarda, işyerinde, okulda... Gözümüzün aldığı, inancımızın boy attığı her yerde yeniden şahlanmanın vakti gelmiştir de geçmiştir bile.  Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Lübnan’da, Afrika’da… dostluk ve kardeşlik eli seni bekliyor.

Koşuyu başarıyla nihayete erdirenlere selam olsun.