Kastamonu ziyareti

Kastamonu hem yeşili bol, hem de Risale-i Nurlar açısından önemli bir konuma sahip olan güzel bir şehir olması hasebiyle uzun süreden beri gitmeyi arzu ettiğim bir yerdi. Çok şükür o da bugüne nasipmiş.

 

Seyahatimiz çok heyecanlı başladı. Hadis sohbetleriyle devam etti. 3,5 saatlik yolculuğumuzun nasıl geçtiğini anlayamadık.

 

Kastamonu’ya yaklaştığımızda yolun sağında ve solunda bizleri karşılayan kalem gibi çam ağaçları, elif elif Yunus’tan nağmeler terennüm eder gibiydiler.

 

Şehre girdiğimizde yüksek bir tepenin üzerinde şehre nazır ihtişamlı bir kale bizleri meftun etti. Buna karşılık tepenin eteklerine doğru yayılmış olan yeni yapılaşmanın soğuk yüzü de kendisini hissettiriyordu. 

 

Kendisini sevgi tarihçisi olarak tanıtan mihmandarımız Muhittin Özcan ile buluştuktan sonra apartman aralarındaki tarihi binalar uzaktan uzağa bizlere gülümsemeye başladı. Anadolu sükuneti içerisinde bulunan sokaklardan merak dolu bakışlarla Üstadın talebesi Mehmet Feyzi Efendinin kabri başına gittik.

 

Ruhuna birer Fatiha okuduktan sonra, Muhittin Özcan, 1912’de Kastamonu’da doğan, takva ve ilim sahibi bir zat olan Mehmet Feyzi’nin askerlik dönüşünde Üstadla tanıştığını ve ona talebe olarak altı yıl boyunca hizmet ettiğini, sır katipliği yaptığını, 1943 yılında Denizli’de, 1948’de de Afyon'da Bediüzzaman'la birlikte mevkuf bulunduğunu, 1990 yılında da Hakk’ın rahmetine kavuştuğunu ve cenazesinin çok kalabalık bir cemaat tarafından kaldırıldığını kendine has tatlı üslubuyla anlattı.

 

Oradan Şeyh Şaban-ı Veli’nin külliyesine gittik. Burada cami, türbe ve müze vardı. Bu mübarek zatın da çok büyük ilim ve irfan sahibi olduğunu, 360 kadar evliya yetiştirdiğini öğrendik. Müzede beş altı asırlık el yazması Kur’an-ı Kerimler, hat yazıları, kitabeler, eski kilim, giysi, ev eşyaları, pirinç ve bakırdan şamdan ve mumluklar sergilenmişti. Hepsi de tarih kokan enfes eserlerdi. Ayrıca müze binası da görülmeye değer harika bir sanat eseriydi..

 

Ahşap mimari ile uyumlu bir biçimde yapılmış şadırvanda tazelediğimiz abdestle derin bir huşu içerisinde, şanlı ecdadın aziz hatırası ile baş başa kıldığımız öğle namazı bizlere, güzel Anadolu’muzun bağrında yeşeren bu evliyalar diyarında Kabe’nin küçük bir şubesi hissini uyandıracak manevi lezzetler tattırmıştı.

 

Şehrin ortasındaki muhteşem kaleye zaman darlığı nedeniyle çıkamadık. Uzun süren muhasaradan sonra fethedilen bu kale, bir daha hiç düşman eline geçmemiş. Kale, tam karşısında duran saat kulesinden çok muhteşem görünüyordu. Başı dimdik âdeta zamana meydan okur gibiydi.

 

112 m. yüksekliğindeki kayalık bir tepede bulunan Kastamonu Kalesi, Bizans İmparatoru Komnenos döneminde, XII.yüzyılın sonlarında yaptırılmış. Osmanlı döneminde onarılan bu kale 27 Kasım 1943 depreminde büyük zarar görmüş.

 Epeyce acıkmıştık. Özel Aral Fen İlköğretim Okulunda bizim için hazırlanmış yemekleri yedikten ve duamızı da yaptıktan sonra, Aşıklı Sultan Türbesini ziyaret ettik. Yanında medfun zatlarla birlikte ruhlarına birer Fatiha hediye ettik.

 

Kalenin yakınında olan bu türbede Kastamonu’nun fethi sırasında şehit düşen bir kumandanın yatmakta olduğu söylenmektedir. 2. Sandukada Mağripli Mehmet Ağa’nın, 3. sandukada da Aşıklı Sultan’ın medfun olduğunu öğrendik.

 

Tarihî muhteşem Kastamonu evlerinin önlerinden geçerken hayranlığımızı gizleyemiyor, yeni mimarimizin ruhsuz, sade ve donuk bir mecrada oluşuna hayıflanıyor, fakat böylesine güzel evlerde de yaşamayı çok arzuluyorduk.

 

Daha sonra Üstadın 7,5 sene kaldığı eve gittik. Ev Hizmet Vakfı tarafından yeniden yaptırılmış. İkinci kata çıkıp diz çöktük. Mustafa adında genç bir kardeş Mucizat-ı Ahmediye’den ders okudu.

 

Derste, Peygamber Efendimizin mübarek elleriyle bereketlenen ve birçok misafiri doyuran Hz Ali’nin düğün yemeğinden bahsediliyordu. Fikren gittiğimiz Saadet asrından yine fikren bir seyahat daha yaparak Üstadın yaşadığı zamana geldik. Üstadın burada yaptığı ve yazdırdığı Risale derslerinin de Peygamberimizin yüzü suyu hürmetine elle ve teksir makinesiyle çoğaltılarak bereketlendiğini, manevi bir gıda hükmünde birçok insanın beslenmelerine ve ebedi hayatlarının kurtulmasına vesile olduğunu idrak ettik.

 

Salonun sağından içeri açılan Üstadın odasına girdik. Yeniden yaptırılmış sembolik karyolası ve birkaç dolapta da sergilenmiş olan birkaç eşyası vardı. Dolabın birisinde hırkası ve fesi, diğerinde Urfalı Ziya Arun’un bizzat elleriyle dikerek gönderdiği sakosu, bir tane el işlemeli  torba ve altta da ilk defa teksir makinesiyle basılmış olan bir risale vardı.  Diğer bir dolapta da elle yazılmış Risaleler sergilenmişti.

 

Aziz Üstadın hatıralarından ve iman hakikatlerinin manevi atmosferinden sıyrılmak kolay olmadı. Tekrar gelebilme arzusuyla ayrıldık. Ön taraftaki kapının üzerine Osmanlıca süslü bir yazı ile “O’nu bulan zindanda dahi olsa cennettedir.” çok anlam yüklü cümle, âdeta Üstadın  esaret, mahkumiyet, sürgün ve tarassut altındaki hayatını beliğ ve mahir bir biçimde ifade ediyordu.

 

Mehmet Akif’in Kurtuluş Savaşı için vermiş olduğu çoşku ve gayret dolu nutkunu irad ettiği Nasrullah camiinde ikindi namazını eda ettikten sonra, turistik eşya çarşısına çevrilmiş olan Münire Medresesinde, lale bardaklarla çaylarımızı yudumlarken medresede ders okuyan talebelerin terennümleri, hayallerimizin derinliklerinde cevelan ediyordu.

 

Son ziyaretimiz Hepkebirler Türbesi’ne oldu. Burada da altı yedi kadar mübarek zatlar medfun idi. Ruhlarına hediyelerimizi bağışlarken mihmandarımız Muhittin Özcan bu zatları anlatmaya başladı. Bu türbede yatanlardan birisi de Eyyüb Sultan El-Ensari ile birlikte gelen sahabelerden Kaysü’l- Hemedani Asgar olduğunu öğrendik.

 

İla-yı kelimetullah için kalkıp ta buralara kadar gelen, hatta dünyanın dört bir yanına gidip muallimlik eden sahabeler hep hayranlığımı celp etmiştir. Onların başlattığı ve yürüttüğü bu hizmet kervanından epeyce bir hisse aldığı açıkça görülen Kastamonu gerçekten de evliyalar şehri olmaya layık bir şehir.

 

Osmanlı toprakları içerisinde pa-yi taht ve şehzade şehirlerinden başka; medrese, cami ve sair tarihi eser bakımından zengin olan Kastamonu’dan başka bir şehir yoktur herhalde.

 

Altı saate yakın süren ziyaretimiz sona ermişti. Tadı damaklarımızda kalan bu manevi lezzet sofrasının, havanın kararmaya başlaması ile toplanmaya başlaması içimizi burktu. Muhittin ağabeyimizle helalleşip vedalaştık. Bol bol teşekkür ve dualar ederek, gönüllerimizi de geride bırakarak ayrıldık.

 

[email protected]

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.