Kastamonu Lahika Düsturları – 12 (1)

Risale-i Nur’a Sahib Olmak (1)

Hitap kelimeleri de dahil olmak üzere neredeyse her kelimesinde bir düstur bulunan Kastamonu Lahikasının birinci mektubunda Bediüzzaman, Risale-i Nur’un sahipliği hakkında böyle diyor: “…Risale-i Nur’a sizin gibi pek ciddi sahib ve muhafız ve vâris ve hakikatbîn ve kıymetşinas zâtların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlaslı olarak vazife-i Kur’aniye ve imaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemal-i ferah ve sürur ve itmi’nan ve istirahat-ı kalb ile ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum[i]

Barla ve civarındaki talebelere yazılan bu mektubu Bediüzzaman Kastamonu’dan yazmaktadır. Risale-i Nur’un yani imanın ve Kur’an’ın düşmanları Bediüzzaman’ın Eskişehir hapsinden sonra 1936 senesinde Kastamonu’ya nefyedilmesi ile Barla, Isparta ve civarındaki hizmetlerin devam edemeyeceğini; Bediüzzaman’ın etrafında halkalanan talebelerin dağılacağını zannetmişlerdi ve bundan memnun idiler.

Fakat Bediüzzaman bu hizmeti kendi şahsı üzerine değil, iman ve Kur’an hakikatleri mecmuası olan Risale-i Nur üzerine tesis ediyordu. Aynı zamanda Bediüzzaman ve talebeleri arasındaki iman ve Kur’an rabıtası fiziken beraber olmayı olmazsa olmaz bir şart olarak gerektirmiyordu.

Her talebe hangi mekanda bulunursa bulunsun Bediüzzaman ile rahatlıkla kalbî irtibat kurabiliyordu. İman ve Kur’an rabıtası onları konuşturuyordu. Bu nedenle de Üstadın fiziken Barla’da bulunmaması hizmetleri akîm bırakmadı. Aksine üzerlerindeki baskı azaldığı için daha rahat hizmet edebiliyorlardı. Baskı azalmıştı çünkü muarızlar, Üstadı talebelerden uzaklaştırmakla artık onların zayıflayacağını düşünmüşlerdi.

Zamanın şartları içinde sahipsiz bırakılmaya çalışılan Risalelerin muhafazası ve sahip çıkılması önem arz ediyordu. Bediüzzaman, hediyelerini kabul etmediği Hacı Nuh Bey ve Molla Hamid’e daha Barla’da iken Van’a gönderdiği mektubunda böyle hitab ediyordu: “Hem size gönderdiğim Risaleleri muhafaza etmek ve sahib çıkmak ve benim yerimde onları himaye etmek binler lira kıymetinde bana karşı büyük bir hediyedir. Çünkü netice-i hayatımı ve vazife-i vataniyemi ve o havalideki kardeşlerimin uhuvvet ve muhabbetlerine karşı borçlarımı eda eden o Risalelere ciddi sahib çıkmak, tam muhafaza etmek ve ehline yetiştirmeğe vasıta olmak öyle bir hediyedir ki, dünyevi hediyelerin binlerine mukabildir. [ii]

Bediüzzaman Kastamonu’dan Barla ve civarındaki talebelere yazdığı mektublarda, ki bu mektublar bazen şehir şehir dolaşarak Barla’ya ulaşıyordu, Risale-i Nur’a sahip çıkan her talebenin birer Said yerinde olduğunu böyle ifade ediyor: “İhtiyar, zaif, âciz bir Said yerine; genç, kavi, iktidarlı çok Said’ler sizde vardır. Aynı ruh, aynı ifade, aynı iman… Hadsiz şükür ve sena olsun ki; Rabb-ı Rahîm sizleri Risalet-ün Nur’a hâmi, naşir, sahib, şakird eylemiş[iii].”

Risale-i Nur talebelerinin Risalelere sahip çıkması Bediüzzaman’ı ferahlatır ve yüklerini hafifleştirir. Bu durumu kendisi böyle ifade ediyor: “Rabb-i Rahimime hadsiz şükür olsun ki; sizin gibileri Risalet-ün Nur’a sahib ve naşir ve muhafız halketmiş, benim gibi âciz bir bîçarenin zâif omuzundaki ağır yükü çok hafifleştirmiş. [iv]

Öyle bir zamanda Risale-i Nur’a sahip çıkmak fevkalade bir fedakarlık ve sebat ile ancak mümkündü ve Bediüzzaman sahip çıkanların bu vasıfta olduklarını da vurgulamıştır: “…Halık-ı Rahîmime hadsiz şükür ederim ki; sizler gibi sebatkar ve fedakar kardeşleri Risalet-ün Nur’a sahib ve naşir yapmış. [v]

Risale-i Nur’a sahib talebelerin haslardan olduğunu da bu ifadelerden anlıyoruz: ““Risale-i Nur talebelerinin hasları olan sahib ve varisleri ve hasların hasları olan erkan ve esasları olan kardeşlerime[vi]…”

Isparta’dan aldığı mektublar Bediüzzaman’ı çok memnun eder. Hüsrev Efendi kendisine yazdığı uzun mektubu Bediüzzaman “tesirli” olarak nitelendirmiştir. Bu mektubun haşiyesi olarak da Rüştü Efendi kısa bir mektub kaleme almıştır. Isparta’nın Risale-i Nur’a sahip çıktığının bir göstergesi olarak Bediüzzaman bu mektubları çok ehemmiyetli bulmuştur: “Hüsrev’in uzun ve tesirli ve kıymettar mektubu ve haşiyesinde kahraman Rüşdü’nün küçücük mektubu ve pek çok alakadar olduğum ehemmiyetli kardeşlerimizin kalemleriyle bize yardımları ve Risale-i Nur’la iştigali her şeye tercih etmeleri ve Hüsrev’in de mütemadiyen geleliden beri çalışması isbat ediyor ki; Isparta tamamiyle Risale-i Nur’a sahib olmuş ve bir Said yerinde, bin Said’i bulmuş. Cenab-ı Hakk’a nihayetsiz şükür, sena ve hamd olsun[vii].”

Bütün mü’minleri hatta bütün insanlığı bir çatı altında toplamayı isteyen Bediüzzaman, Risale-i Nur’un çok daireleri olduğunu söyler. Her dairenin kendine has özellikleri vardır ve bunlar içi içe daireler gibidir:“Risale-i Nur bir daire değil, mütedahil daireler gibi tabakatı var. Erkanlar ve sahibler ve haslar ve nâşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatı var. Erkan dairesine liyakatı olmayan, Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla daire haricine atılmaz. Hasların hasiyeti bulunmayan, zıd bir mesleğe girmemek şartıyla daire haricine atılmaz. Hasların hâsiyeti bulunmayan, zıd bir mesleğe girmemek şartıyla talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusur ile düşman safına iltihak etmemek için dışarıya atmayınız. Fakat Risale-i Nur’un erkanlarında ve sahiblerindeki esrar ve nazik tedbirlere, onları teşrik etmemek gerektir[viii].”

Bediüzzaman, Risale-i Nur’un birinci talebesi Hulûsi Bey’e olan mektubunda Abdurrahman’ın vazifesinin de kendi vazifesine ilave edildiğini haber veriyor: “Yazdıklarımı ve malımı kendi malı gibi telakki ederdi, öyle de sahib oluyordu. Sen de bundan sonra yazı ve Sözleri, senin hocanın yazısı diye tutma; kendi malın ve senin sözlerindir bil, öyle sahib ol[ix]”.

Bediüzzaman, Barla Lahikasında Re’fet Bey’e hitaben yazdığı mektubunda gayet sevdiği bir talebesi olan Hulûsi Bey’in ruhunu kendisinde hissettiğini ve kendisini yeni değil eski bir talebe olarak kabul ettiğini bildirir ve der: “Talebeliğin hassası şudur ki, yazılan Sözler’e kendi malı gibi sahib olmalıdır. Kendisi te’lif etmiş ve yazmış nazarıyla bakıp neşrine ve ehil olanlara iblağına çalışmalıdır[x]”.

Emirdağ Lahikasında farklı kesimlerden talebelerin ve medrese hocalarının ve âlimlerin ve müftülerin, üniversite talebelerinin ve Anadolu, Arabistan ve Kürdistanın merkezi olarak tabir ettiği Urfa şehri gibi çeşitli şehirlerin Risale-i Nur’a sahib çıkmalarına dair bahisler vardır. Bunları da bir dahaki seferimizde inceleyelim.

 

 

[i] Kastamonu Lahikası 1.mektub, s.6 (mektub numaraları erisaleye, sayfa numaraları Envar Neşriyata göre verilmiştir.)

[ii] Barla Lahikası 119. Mektub s.123

[iii] Kastamonu Lahikası 20. Mektub, s.27

[iv] Kastamonu Lahikası 9. Mektub, s.14

[v] Kastamonu Lahikası 15. Mektub, s.21

[vi] Kastamonu Lahikası 48. Mektub, s.76

[vii] Kastamonu Lahikası 154.mektub, s. 238

[viii] Kastamonu Lahikası 160. Mektub, s.248

[ix] Barla Lahikası 209. Mektub, s.249

[x] Barla Lahikası 252.mektub, s.328

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum