Kainatin ve insanin ‘Hayy’ ismine mazhar oluşu

Cenab-ı Hakkın bütün isimleri Kainatta tecelli etmekte ve bu tecellilerle varlıklar açığa çıkmaktadır. Teşbihte hata olmasın; bir ressamın hafızasında resimle ilgili bulunan bilgilerin, tuvala vurduğu fırçayla ortaya çıkarak şekil alması gibi, bütün varlıklar da İlahi isimlerin tecellileriyle  ortaya çıkmakta ve şekil almaktadır. O halde tüm varlıklar, İlahi isimlerin görüntülerinden ibarettir. İlahi isimler kainattan bir anlık çekilecek olsa tüm varlıklar ortadan kaybolup görünmez olur. Onun için “tasavvuf ehli ve din alimleri yüzyıllar öncesinden evrenin, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisinden ibaret olduğunu söylmişler”.

“Allah’ın her bir isminin kainat sahnesinde tecelli daireleri ve perdeleri vardır. Bu daire ve perdelerde bir isim reis ve galiptir, diğer isimler ise bu ismin emrinde ve gölgesinde hizmet görür ve tecelli ederler. Bu daire ve perde o ismin bir standı ve fuarı gibi, müşterilerin nazarında bir anlam kazanarak hükmünü icra, izhar ve ilan eder.”

İşte Hay isminin tecellisiyle ölü olan tüm kainat standı ve fuarı birden diriliyor ve canlanıyor. Bir fabrika gibi cayır cayır çalışmaya başlıyor. Demek ki, hayatın oluşması için bütün kainat çarklarının çalışması gerekiyor ki, kainatın özü ve hülasası olan hayat ürünü ortaya çıkabilsin. İşte insan, kainattaki canlı varlıkların en şereflisi olduğundan, kainatın oluşumu insanda son bulmuştur. Yani en son noktayı insanla koymuştur. İnsan nihai hedef olduğundan bütün varlıklardan sonra yaratılmıştır. Bundan dolayı insan, bütün varlıkların özeti ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi konumuna layık görülmüştür.

“Hayat, herşeyin başıdır ve esasıdır. Hayat, herşeyi, herbir zîhayat (hayat sahibi) olan şeye mal eder; birşeyi bütün eşyaya mâlik hükmüne geçirir. Hayat ile, bir şey-i zîhayat (bir canlı) diyebilir ki, "Şu bütün eşya malımdır. Dünya hanemdir.(evimdir) Kâinat, Mâlikim tarafından verilmiş bir mülkümdür.

Hayatsız bir cisim, büyük bir dağ dahi olsa, yetimdir, gariptir, yalnızdır. Münasebeti, yalnız oturduğu ve bulunduğu mekânla ve ona karışan şeylerle vardır. Başka, kâinatta ne varsa, o dağa nisbeten madumdur. (ölüdür) Çünkü, ne hayatı var ki hayatla alâkadar olsun, ne şuuru var ki taallûk etsin.(anlasın) Şimdi, bak küçücük bir cisme, meselâ balarısına: Hayat,  ona girdiği anda, bütün kâinatla öyle bir münasebet tesis eder ki, (bir bağ kurar ki) bütün kâinatla, hususan zeminin (yeryüzü) çiçekleriyle ve nebâtatlarıyla (bitkileriyle) öyle bir ticaret akdeder ki, (ticari anlaşma yapar ki) diyebilir: "Şu arz (dünya) benim bahçemdir, ticarethanemdir."

İşte, zîhayattaki meşhur havass-ı zâhire ve bâtına duygularından (canlılarda görünen ve görünmeyen duyu ve duygularından) bulunmakta olan başka, gayr-ı meş'ur, sâika ve şâika hisleriyle (bilmediğimiz sevk edici ve iştiyak duyularıyla) beraber, o arı, dünyanın ekser envâıyla ihtisas ve ünsiyet ve mübadele ve tasarrufa (dünyadaki birçok türlerle bir uzman gibi dostluk kurarak karşılıklı alış verişte bulunur) sahip olur.

İşte, en küçük zîhayatta (canlı varlıkta) hayat, böyle tesirini gösterse, elbette hayat, tabaka-i insaniye olan en yüksek mertebeye çıktıkça öyle bir inbisat (yayılır) ve inkişaf (gelişir) ve tenevvür eder ki, (aydınlanır ki) hayatın ziyası (ışığı) olan şuur ile, akıl ile, bir insan, kendi hanesindeki (evindeki) odalarda gezdiği gibi, o zîhayat, (hayat sahibi) kendi aklıyla avâlim-i ulviyede ve ruhiyede ve cismaniyede (ruha ve cisime ait olan yüce âlemlerde)  gezer. Yani, o zîşuur ve zîhayat, mânen o âlemlere misafir gittiği gibi, o âlemler dahi o zîşuurun mir'ât-ı ruhuna (şuur sahibi olan insanın ruh aynasına) misafir olup, irtisam ve temessül ile geliyorlar. (Resmedilip şekil hailne geliyorlar) [1]

“Evet, nasıl ki hayat, bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır. (özdür) Ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır (bir özüdür). Akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır(özüdür). Ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır.” [2]

İnsanın iki nefesinden biri ölüm diğeri yeniden diriliş derler. Evet, insan her nefeste Allah'ın ''Hay'' ismine mazhar oluyor. Nefesini alamazsa veya veremezse yerini ölüme terk ediyor. Yani Mümit öldürme ismine mazhar oluyor.

İnsanda hayatın oluşmsı için bütün kâinat çarklarının işler hales gelmesi gerekir. Güneş, su, hava, toprak, elementler, hassas sistem ve düzen, uyumlu ve ölçülü bir şekilde beraber hareket etmeden insanın hayatı oluşamaz. Bu yüzden insandaki hayatın teşekkülü için bütün kâinat ve kâinattaki sebeplerin hassas ve ölçülü bir şekilde çalışması ve hareket etmesi gerekiyor. Bu sebeplerden bir tanesi görevini yapmazsa hayat oluşmaz ve devam etmez.

Güneş, hava, su, toprak olmazsa hayat olmaz, yıldız ve galaksiler sistemli ve dengeli hareket etmeseler yine hayat olmaz. Çünkü bir yıldız zerre miktar yörüngesinden çıksa bütün kâinat fabrikasını yerle bir eder. Çok uzaklarda bulunmakta olan ve görünşte hayatla ilgisi olmayan bir yıldızın dahi hayata bir katkısı ve müdahalesi vardır.

O halde hayat, bütün kâinattan süzülüp gelen bir damla ve bir özdür. Küçücük bir balarısı dahi hayat sahibi olduğu için bütün kâinatla bir bağı bulunmaktadır.Yani arı basit küçücük bir varlık iken, hayat ile bütün kâinatla olan bağından dolayı bir bütünlük kazanıyor. Hayat arıyı; havaya, suya, güneşe ve toprağa bir efendi yapıyor, o kocaman varlıklar hayat sayesinde ona hizmetçi oluyor.

Demek hayata sahip olmak için bütün kâinata sahip olmakla mümkündür. O halde,  arıya hayatı veren kim ise, kâinata sahip olan da odur. Çünkü, kâinat ile arı arasında içiçe geçmiş sıkı bir bağ bütünlüğü vardır. Arı ile kâinat arasında bulunmakta olan her bir bağ Yüce Allah’ın hayat üstündeki sayısız mühür ve imzalarıdır. Hayat öyle bir şeydirki, Allah’tan başka hiç kimse ne onu yapabilir ne de taklid edebilir.

Hayatın üstünde görünen sayısız nakışlar ve ince işlemeler, hayatla birlikte ortaya çıkan duygu ve cihazlardır. Hayatsahibi olan herbir varlık bu cihaz ve duygular sayesinde kâinatla bir bağ kurarak bütün varlıklardan faydalanbilmektedir.

Mesela, dağda hayat olmadığı için sadece kapladığı yer kadar bir mekâna sahipolmaktadır. Fakat dağdan milyonlarlaca defa küçük olan bir balarısı hayat sayesinde bütün kâinat ve içindeki âlemlerle bir ilişki içerisinde oduğundan kainat kadar bir büyüklük kazanıyor. İşte arıyı dağdan büyük kılan şey, hayatın incecik nakışları olan duygu ve cihazlardır. Bu mana insanda daha parlak ve daha kapsamlı bir şekilde görünmektedir. İnsanın, hayatla birlikte şuur ve akla sahip olması, hayatın kapsam alanını daha da genişlendirmektedir.

Sonuç olarak; Cenab-ı Hakkın Hay ismi kainata ve insanda tecelli etmekte, insan ve kainatta bu tecelliye mazhar olmaktadır. Güneşle aynadaki güneşin görütüsü gibi…

Rabbim! Somada meydana gelen kazadan yara alan kardeşlerimize şifalar, hayatını kaybedenlere rahmet, yakınlarına sabır versni. amin..

 

[1] Yirmi Dokuzuncu Söz, Birinci Maksat Birinci Esas

[2] Otuzuncu Lema, Dördüncü Remiz

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum