Kâinatın gizli sırrını merak edenler için

İnsan, canı ne isterse onu yapması ve keyfi neyi arzularsa onu zevk etmesi için serbest bırakılmış değildir. Evet, koca dünya sofrası şerefine kurulmuş aziz bir misafirdir. Ancak, yapması gerekli önemli görevler olan bir memurdur aynı zamanda. Bu ciddi görevlere teşvik için çok yüksek ücretler takdir ve vaad edilmiş ve görev terki ve ihmali için de şiddetli cezalar göreceği kendisine bildirilmiştir.

İnsandan beklenilen görevler ve istenen kulluk nedir?

Bunun iki boyutu vardır: Birinci boyutu, kâinattaki eserlerdeki sanatın ve mükemmelliğin farkına varmak, üzerinde düşünmek ve hayret etmek ve bu kâinatın perdesi altındaki gizli sırrı merak etmektir. İkinci boyutu ise, kâinattaki eserlerin sahibinin kim olduğunu bulduktan sonra, O’nu tanımak yolunda ilerlemek ve O’na muhatap olmaktır.

İlk boyutta istenen kulluk ve çalınması gereken kapı, üç büyük soruyu kendisi ve kâinat adına sormak ve cevaplarını öğrenmeye iştiyaktır.

O üç büyük soru şunlardır:

1-Biz nereden geldik?

2-Biz kimiz ve neden buradayız? (yani mahiyetimiz ve vazifemiz nedir?)

3-Nereye gidiyoruz?

İnsandan, hayranlık uyandırıcı ihtişamlı bir güzelliğe sahip, bir misafir olarak davet edildiği ve içinde geçici olarak durdurulacağı şu kâinatın altında saklanan sırrın ne olduğunu merak etmesi ve o üç büyük soruyu sorarak, bir gerçek arayışı ve çabası içinde olması istenmektedir. Yani aklını, aklın veriliş gayesi yönünde kullanması beklenmektedir. “Çok derin düşünme, ince şeylere beynini yorma, hayatını hiç bir şeyi takmayarak yaşa” şeklindeki meşhur tavsiyeler, akıl sahibi bir insana söylenecek en uygunsuz sözlerdir.

Çünkü her şeyden evvel bu kıymetli cihazı yaratanın gayesi, “o cihazı vereni bulmak ve onu tanımak için çalıştırılmak” ve kâinatın var ediliş maksadı ile ilgili “ince meselelerde derinlemesine düşünmek” ve o cihazı bu yolda “yormaktır”. Yoksa bu kadar kıymetli bir cihazı, basit dünyevi ihtiyaçların ve aşağı zevklerin, nasıl daha kolay elde edileceğini hesaplamak için “yormak” ve sadece bu yolda kullanmak, o cihazın ve insanın yüksek kıymetine bir hakarettir. Ayrıca bu kıymetli akıl nimetini, sadece böyle kıymetsiz şeyleri elde etmek için kullanmak, o cihazı verene de ayrıca hakarettir. Sanatını hafife almak, yüksek maksatlarını küçük görmek ve umursamaktır. Adeta, son model mükemmel bir otomobili, tavuk kümesi olarak kullanmak misali,  ahmakçasına bir iş ve affı mümkün olmayan bir suçtur.

Kâinata ve yaratıcısına ayrı ayrı muhatap olmayı ifade eden her iki kulluk yönünde insana üstlenmiş ulvî vazifeler, Risale-i Nur’un 23.Söz’ünde İkinci Mebhas’ının Beşinci Nükte’sinde her bir cümlesi bir elmas parçası kıymetindeki ifadelerle ifade edilmiş. Her birinin üzerinde anlamaya çalışarak uzun uzun düşünmeye değer. İnsana yüklenen vazifelerin ne kadar anlamlı ve derin olduğunu görüyoruz.

Elbette, elmas kıymetindeki bu vazifelerle ve kıymetini ortaya çıkaran manevi cevherler hükmündeki iman hakikatleriyle ilgilenmemek, insanın elmas gibi değerini kömüre çevirdiği gibi, kıymetsizliğini âleme ilan etmek demektir.

Kâinattaki eserlerden anlamlı sonuçlar çıkartma anlamındaki kulluğun birinci boyutunda üstlenilen vazifeler:

Kâinatta görünen şaşırtıcı mükemmellikteki faaliyeti, göz alıcı güzellikleri, güzel sanatları hayretle, takdirle görmek ve insanlar içinde ilan edercesine göstermek. Sonra, bu hayret duygusunda boğulmayarak, tıpkı deniz üzerinde parlayan ışıltıların asıl kaynağı olan güneşin gökteki varlığını hissederek gözünü yukarıdaki güneşe çevirmek misali, görünen kâinat perdesi arkasında hüküm süren, şahsı gizli ama faaliyetiyle aşikâr olan saltanatın bir sahibi olduğunu kabul etmek.

Eserlerin, eser sahibinin sıfatlarını aksettirmesi gibi, etrafımızdaki eşsiz sanatların da ilahi sanatkârın vasıflarını bildiren, tarif eden nakışlar olduğunu idrak etmek. Âdeta intizamı ve mana yüklü içeriği ile bir kitaba benzeyen büyük kâinat kitabının sayfalarını çevirdikçe hayreti artan ve adına insan denilen seyircinin, perde önünde harika nakışlar ve kitaplar (yani tabiatı ve kâinatı) yazdığı görünen kudret kalemini seyretmekle tatmin olmayıp, artık perde arkasında eliyle kalemi tutan sanatkârı tanımak istemesi ve O’nun huzuruna çıkmaya iştiyak duyması ile, kulluğun birinci yönü tamamlanır, ikinci kapısının önüne gelinir ve o kapıdan içeriye girilir.

Kâinattaki eserleri ile varlığı bilinir ve görünür hale gelen sanatkâra şahsen muhatap olup huzuruna çıkmak manasındaki kulluğun ikinci boyutunda üstlenilen vazifeler ve açılan kapı:

Kendini tanıttırmak ve bildirmek istediği, eserlerinin yapılış şeklinden anlaşılan ve perde arkasında olduğundan görünmeyen sanatkârın bu davetine, iman ve O’nu tanımakla karşılık vermekle, varlığı artık meçhul olmayan sanatkâra kişisel olarak muhatap olmak.

O sanatkârın, kendini sevdirme isteği de, maddi ve manevi nimetleriyle açıkça görüldüğünden ve hayatın, vücudun ve sevilen her şeyin kaynağı da O olduğundan, sevgiyi yalnız O’na vermek ve sadece O’na kulluk etmek ve ihtiyaçları bir tek O’ndan istemek ve nimetlerine karşılık şükür ve teşekkürü hak bir borç bilmek ve öyle de yapmak.

Kâinatın ihtişamıyla büyüklüğünün derecesini hissettirmesine karşılık, kendi küçüklüğünü görerek, tevazu içinde “Allahü Ekber ve Sübhanallah” diyerek hayretle ve O’na olan büyük sevgisiyle secde etmek.

Yeryüzünde sınırsız bir cömertlik göstermesiyle, ne kadar büyük bir servet ve zenginliğe sahip olduğunu ortaya koymasına karşılık, ihtiyaçlarını karşılamada ne kadar yetersiz ve fakir kaldığının idraki içinde, ihtiyaçlarını yalnız O’ndan istemek.

Herkesin hayranlıkla seyrettiği bir sergi yeri yaptığı yeryüzünde sergilediği sanat harikalarına olan beğenisini, “Mâşâallah” ve “Bârekâllah” benzeri takdir kelimeleriyle ortaya koyarak, sanat sahibini bildiğini ve tanıdığını ilan etmek.

İşte insan, bu şekilde yapılan yüksek tefekkür[1] ve ibadet ile, gerçek manada insan olur. Kur’ân’da “Ahsen-i takvim”de yaratıldığı, yani “en güzel bir surette, kıvamda yaratılmış” olduğu ifade edilen insan, böylelikle bu kıymeti hakikî manada kazanmış olur.

[1] Tefekkür: İmanî konuları derinlemesine ve detaylı olarak düşünmek. Çok kıymetli manevi bir ibadet olan tefekkür, ibadetin ruhu ve esası da sayılabilir. Hadiste “bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır.” denilmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum