Kadının isyanı ve dövülmesi

Senelerdir, 20’ye yakın televizyon kanalı, 4-5 İlahiyat fakültesi, 5-6 dinî cemaat bu meseleyi sakız çiğner gibi anlatır durur. Şimdiye dek derde deva bir neticeye varılmamıştır. Bunun birkaç sebebi var: İlahiyatçı hocalar, dili tam bilmiyor. İkinci olarak, modernitenin propaganda ile linç etmesinden korkuyorlar.

Hani:

– “Hazret-i Köroğlu (Radıyallahu Anh) peygamber miydi evliya mıydı?” diye sorulunca, saf adam şaşırmış:

- “Bunda ihtilaf var” demiş. Yanındaki bilge arkadaşı:

- “Kardeş ne yaptın? Köroğlu, ne peygamberdir, ne de evliyadır. O sadece bir eşkıyadır!” deyince; arkadaşı:

- “Ben de biliyordum, ama baştaki Hazret kelimesiyle sondaki (R.Anh.) kelimeleri beni şaşırttı!” cevabını vermiş. Gerçekten bizim İlahiyatçılar, şaşkınlığa düştükleri için:

– “Efendim, burada ‘dövme’ kipi aslında kendi manasında değildir, ‘onları uzaklaştırın’ manasındadır” gibi çocuksu yorumlara girdiler. Ve hiç kimse çıkıp:

– “Kardeşim, burada dövülen, kadın değil de, isyankâr, kocasına kafa tutan bir insan modelidir!” diyemedi.

Hâlbuki mesele gayet açıktı:.

a)Dövülmesi söylenilen kişi, isyankâr ve aileyi tahrip edecek ruh hali içine giren bir mükellef kişidir. Zarif, nazik, itaatkâr, güzelim bir kadın değildir.

b)Kocasına karşı gelen ve isyan eden ve bazı tefsirlere göre gözü dışarıda olan bu kişiye Kur’an yine şefkat ediyor:

Başta

“Öğüt ve ikna yolunu seçin!”

İkinci olarak, “Onu size itaate getirecek şekilde yatağınızı ayırın!”

Üçüncü olarak “Dövün! ” diyor. Ve bu, mecburî bir emir değildir, kötülükten sakındırmadır. Yani oluşmuş kötü bir yazılımı onun beyninden silmektir.

Sahabeler, “Ya Resulallah, bu “Dövün!” tavsiyesinin ölçüsü nedir?” diye sorunca, Allah’ın peygamberi. “Hafif misvak ağacıyla, ilgisini çekecek şekilde ve ona zarar vermeyecek biçimde!” diye buyurmuştur.

Hülasa, dili bilen bir insan, bu modern çağın çağrışımı şeklinde bu kelimeyi bozmaz. Dövülmesi 3. planda tavsiye edilenin yüce ruhlu bir kadın olmadığını görür. Dövmenin amacı vurup kırmak değil de kendisiyle ilgilenildiğini hissettirmek olduğunu, Hz. Peygamber’in (A.S.M.) beyanatından okur, ekranda gülünç duruma düşmez.

Evet, psikolojiden anlayan herkes çok iyi bilir ki; bazı kadınlar ve zayıf insanlar, ilgi çekmek için zaman zaman isyan havalarına girerler. Onları -zarar vermeden- dövmek de kendilerince bir ilgi olarak algılanır ve o psikoz da gider. Merak edenler Dr. Mazhar Osman ile Dr. Ayhan Songar Hocaların çalışmalarına başvurabilirler.

Yani burada bir eksiklik ve ilme aykırılık yok ki; tekellüflü yorumlara girilsin.

Bu misal gibi iki misal daha var: Geçenlerde muhterem bir zat resmi bir kurum namına bu ve benzeri ayetleri cevaplamak için çok çaba gösterdi. Fakat ilmî bir izahat olmadı. Evvela, diğer hocalar gibi konunun öznesini-yüklemini yanlış da olsa, moderniteye göre yorumlayacağına, bu âyeti hepten inkâr etti. Saniyen, Mâide suresindeki adam öldürmekle ilgili âyeti eksik verdi: “Kim bir insan öldürürse o bütün insanları öldürmüş gibi bir günahkârdır!” dedi.

Hâlbuki birçok devlet adamı, peygamber, büyük önderler idam cezasını uygulamışlar, bozguncularla savaşmışlardır. Hâlbuki âyetin tam metni şöyledir: “Kim bir cinayete bedel olmaksızın veya yeryüzünde bozgunculuğu kaldırma teşebbüsü olmaksızın masum bir insanı kasten öldürürse o bütün insanları öldürmüş gibidir.”

İşte bakın bu meal nerede, yukarıdaki nerede! Ayrıca bu âyetin şöyle güzel 2-3 inceliği daha var: Kin ve düşmanlık ve nefis hırsı için masum bir insanı öldürebilen, bütün insanları da öldürebilir. Çünkü insandaki hırs, sonsuz derecede aşırı gidebilir. Kim bütün insanları diriltemezse (yaratamazsa) o tek bir insanı da yaratamaz. Ey insanlar, dikkat edin! Bazen bir tek masumu öldürmek bütün insanlık kıyametinin kopmasına sebep olabilir. Medine Yahudileri Hz. Muhammed’i öldürmek istemekle böyle bir yanlışın içine girmek üzere idiler.

Efendim, başka hukukçu bir zat çıkar: “İnsanın eli nasıl kesilebilir? Bu, çağdışıdır, burada el kesmekten maksat el çizmektir!” deyip kendini “mutahharûn”dan sayar, başkalarını da “necis” görür, kendisinden başka kimsenin Kur’anı yorumlama hakkının olmadığını iddia edebilir. Hâlbuki Kur’an-ı Hakîm, Mâide suresindeki 36. Âyette “İnsanın elini kesin” demiyor. “Hırsızın elini kesin” diyor.

Ve âyetin siyak-sibakını (sözdeki uygunluk) nazara vererek diyor ki, “Maddeyi put edinmiş, madde bağımlısı olmuş, Allah’a ve âhiret inancını yitirmiş ve büyük çapta insanları dolandıran kişilerin elini kesiniz.” Yani böyle biri artık sadece şeklen insandır. O bir dolandırıcı, bir kâfir, bir toplum mikrobudur. Demek insanın eli kesilmiyor. Böyle bir mikrobun eli kesiliyor.

İkinci olarak Kur’an yine şefkat ediyor, “Eğer tövbe edip ıslah-ı hal ederse, yani inanmış ve topluma ayak uydurmuş bir insan durumuna dönebilirse yine onun elini kesmeyin” diyor. İşte gelin bakın, özneyi-yüklemi ayırt edemeyen, âyetlerin birbiriyle bağlantısını ve Peygamber’in (A.S.M.) yüksek anlayışını bilmeyen birkaç kişinin bizi ne kadar komik duruma düşürdüğünü görün. Ayrıca bu gibi fetvalar ancak İslam Devleti’nde konuşulabilir. Böyle bir şey olmadığına göre dil bilmeyen bu acemilerin konuşmaları, ekranları işgal etmekten başka bir şey değildir. Sadede dönersek, başta İslam olmak üzere bütün semavi dinlerin, zahiren kadını ikinci plana atması, asla kadının ruhu, kişiliği ve inancı ile ilgili değildir. Sembol olarak maddeyi, bedeni, edilgenliği, kırılganlığı kastediyor ki, erkek beden olarak kadından daha aşağıdır. Kadın da ruh, kişilik, bilgi ve inanç olarak erkek seviyesinde değilse de ondan fazla geri değildir.

Yorumumuzu Hz.Muhammed’in (asm) güzel iki sözüyle bitirelim:, “Evleneceğiniz kişinin yüzü size sevinç veriyorsa (ondan elektrik alıyorsanız) onunla evlenin!”

Bu, vejetatif, dünyevi gerçek bir ölçüdür.

“Kişi ile ancak dört şey için evlenilir: 1)Dini, yani bilgiye dayalı imanı, 2) Nesebi, yani soyu için. 3) Güzelliği, 4) Zenginliği! Eğer seçmek durumunda kalırsanız siz, dinî yönü seçin.”

İşte bu engin hadisin deryasından aldığım iki dersi bir arada not olarak yazıyorum:

a) Ben de pek çok gençler gibi, dindar olduğum halde, biraz sosyalistçe düşünüyordum ve şiddetle genetik aristokrasiye (yani nesebe) ve mala karşı idim. Fakat zaman gösterdi ki, mal da nesep de tek başına birer faktör değil, realitedirler. 30 sene sonra, Hz. Muhammed’den 1400 sene geri olduğumu gördüm.

b)Asr-ı Saadet’in terminolojisini bilmediğimizi anladım. Hadis-i şerif “din” deyince, namaz kılan, Kur’an okuyan, mevlüt okuyan biri sandık. Hâlbuki o dönemde, dindâr “düzeni, itaati, kutsalı seven biri” demek idi.

Başka bir hadis-i şerifte, “Dünya bir yaşamdır. Bu yaşamın en güzel şeyi, yararlı (sâliha) bir eştir!” buyurulmuş. Dünya geçici bir hayat olmakla beraber, insan ruh cevherine yararlı ve denk birini bulursa dünya ebedi bir mutluluk yurdunun başlangıcı olur. Bulamazsa evlenmemeli. Dostlar alışverişte görsün gibi, o yükün altına girmemeli. O riskin sıkletini başına çuval gibi geçirmemeli.

Özetle:

. Aşk, şiddetli sevgi ve kopmaz bir bağ ile sevgiliye bağlanmaktır.

. Aşkın hedefi, saf ve sonsuz hayır ve nimet olan Varlığa bağlanmak ve Varlığa varlık katmak, başta bedeni ve duygularını çölde susamış adamın suya olan aşkı gibi, bire bir, bire iki ve bire beş çoğaltmaktır.

. Kişi bireyselliğini, maddiliğini, ölümlülüğünü evlilikle; kollektif kişiliğe, ruhâniliğe, ölümsüzlüğe çevirir. Onun için bütün aşklar, bütün kavgalar, bütün şiirler, bütün eylemler bu duygu üzere dönmüştür. Ve dönüyor. Eğer evlilik bu realite dışına çıkmışsa o zaman bu güzel duyguların tatmini için başka bir alan aranmalıdır. BS

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum