İttihad-ı İslam (İslâm Birliği) ve Bediüzzaman

Bediüzzaman Said Nursî (r.a)’ın hayatının en mühim gaye, maksat ve hedeflerinden biri de İslâm  Birliğinin tesisi ve Müslümanların ittihadının gerçekleşmesiydi.
Konuyu daha iyi anlayabilmek için, bazı terim ve kelimelerin anlamlarının bilinmesine ihtiyaç vardır.

ittihad; birleşmek, birlik, aynı fikirde olmak…
İttihad-ı maksad; gaye ve fikir birliği…
İttihad-ı menafi' ; Menfaatlerin bir ve ortak oluşu. İş birliği…
İttihad-ı millet ; milletin birliği.

Birleşmek, aynı fikirde olmak olan ittihadın; ittihad-ı İslam diye terimleşmiş anlamı, Müslümanların birleşmesi, kaynaşmasıdır. Bu birleşme gerek ferdî, gerekse devlet bazında ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim paylaşımı, turizm, dinî meselelerin müzakeresi, şeâirin yerleşmesi ve ihyası gibi pek çok meselede düşünülebilir. Diğer bir ifadeyle; maksatta ittifak eden Müslümanların yöntem farklılıklarını dikkate almadan inançları çerçevesinde tek çatı altında toplanmaları, AB , BM gibi birlik ve ittifaklardan çok daha ileri, hak ve adalet ölçülerine dayanan Kur’ân ve Sünnet temelli bir birlik oluşturmalarıdır.

Bediüzzaman ise ittihadı-ı Muhammmedî’yi şöyle ta’rîf eder :”Tarif ettiğim ve dahil olduğum İttihad-ı Muhammedînin (a.s.m.) tarifi budur ki: Şarktan garba, cenubdan şimale uzanan bir silsile-i nûranî ile merbut bir dairedir. Dahil olanlar da, bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir. Bu ittihadın cihetü'l-vahdeti ve irtibatı, tevhîd-i İlahîdir; peyman ve yemîni, îmandır; müntesipleri, "kalû bela"dan dahil olan umum mü'minlerdir; defter-i esmaları da, Levh-i Mahfûzdur. Bu ittihadın naşir-i efkarı, umum kütüb-ü İslamiyedir; günlük gazeteleri de, Îla-i Kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dînî gazetelerdir; kulüp ve encümenleri, cami ve mescidler ve dînî medreseler ve zikirhanelerdir; merkezi de, Harameyn-i Şerifeyn'dir.”(1) 

Bu ittihadın tüzüğünün Sünnet-i Peygamberî (asm), kanunnâmesinin şer’î emir ve yasaklar olduğunu, kesin delil ve isbatının Kur’ânî ve Nebevî kaynağa dayandığını ifade etmektedir.

Bediüzzaman; maksadının İslâm Birliği fikrini harekete geçirmek, teşvik ve teşci’ ederek Müslümanları ve İslâm milletlerini maddî/mânevî terakkînin, yükselişin en yüksek noktasına taşımak  olduğunu belirterek, bu birliğin en önemli unsurlarından  olan maddî terakkiye dikkati çekerek kendisinin bu ittihadın fertlerinden bir ferd ve bir cüz’ olduğunu beyan buyururlar.

Ve bu fikrin ilk takipçilerini sayarak bu konudaki biatını bildirir: “Elhasıl, Sultan Selim'e bîat etmişim. Onun ittihad-ı İslamdaki fikrini kabul ettim. Zîra O, vilayat-ı şarkiyeyi ikaz etti; onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki Şarklılar, o zamanki Şarklılardır”(2)

Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1909 senesinde neşrettiği bir makalesinde diyor ki:
«Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslâmdır. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib ve muhit ve merakiz ve meabid-i İslâmiyeyi birbirine rabtettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevketmektir.» (3)
                                                                                                                                                      İslâm Birliği düşüncesi; çekirdekten, aileden ve cemaatın oluşumundan itibaren başlamalı ve başlatılmalıdır.

Dahilde ve hâriçte bu birliği zedeleyecek tutum ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Cemaat fertlerine, amaç ve hedef net olarak işaretlenmeli, daha ilk safhalardan itibaren münakaşa, ayrılık ve farklılıklar asla körüklenmemelidir.
Bu konuda cemaat ve kanaat önderlerinin sorumluluk ve görevlerinin bilincinde ve farkında olmaları gerektiği hususu unutulmamalıdır. Örnek davranışlar sergilemelidirler.
Hele hele siyasî bakış açıları, yorum ve anlayış farklılıkları bir ayrılık sebebi olarak cemaate dikte ettirilmemeli, aradaki bağların zayıflamasına, ayrışmanın derinleşmesine asla sebep olunmamalıdır.

“İttihad-ı İslâm/İslâm Birliği” fikrinin sosyolojik olarak yeniden Müslümanların gündemini meşgul ediyor olmasının  sebepleri arasında; toplumumuzda son yıllarda artma temayülü gösteren terör olayları ve İslâm toplumlarının yaşadıkları dramların varlığıdır. Bediüzzaman Hazretlerinin yüz yıl önce bütün İslâm Âleminin nazarına bu konuyu sunması, o günden bu güne özellikle O’nun tabileri ve talebeleri tarafından daha çok gündemde tutulması gerekirken ve meselenin Kur’ân, Sünnet ve Risale-i Nurlar bağlamında büyük bir kampanyaya dönüştürülmesi icâb ederken, Üstad’ın “Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslâmdır “(4)  vurgusu ortada iken, bu vazifenin hakkıyla ve birlik şuuruyla yapıldığını söyleyebilmek mümkün olmasa gerek… Bu konunun yeniden gündeme gelmesi tüm Müslümanlar ve insanlık için kaçırılmayacak büyük bir fırsattır. “İnsanlık için büyük bir illet” olan milliyetçilik/ırkçılık anlayışı Osmanlı’ya 19. yüzyılda girdi. Cenâb-ı Hakk’ın Kur'ân’da ‘Siz Müslüman kimliğinizin dışında farklı bir kimlikle ölmeyiniz, Müslümanlar olarak ölünüz’(5 ) emr-i İlâhîsi, günlük hayat şartlarının ve İslâmî sosyalitenin müslümana yüklediği misyon gereği, her Müslüman’a ‘İttihad-ı İslâm’ fikrine sahip çıkmayı gerektirmektedir.

Üstad Hazretleri, İstikbalde inşâallah gerçekleşecek olan bu İttihadı ‘Bayram’ olarak nitelendirmektedir: “... İnşâAllah, alem-i İslâm’ın  da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i müttefika-i islâmiyenin (İslam cumhuriyetlerinin birleşmesinin) kudsî kanun-u esasiyelerinin (Kitaba ve Sünnete dayanan kutsal Anayasalarının) menbaı (kaynağı) olan Kur'an-ı Hakim, istikbale tam hâkim olup beşeriyete (insanlığa) tam bir bayramı getireceğine çok emareler (işaretler) var.”(6) 
Kur’ânın da, Resulullah (s.a.v)’in de dâveti birlik ve kardeşliğedir.

Bediüzzaman (ra)’ın şu hitabı ve dâveti ne kadar anlamlıdır:” Ey muhâtap! Ben çok bağırıyorum. Zîrâ  asr-ı sâlis-i aşrın minâresinin başında durup sûreten medenî (7) fikren mâzînin en derin derelerinde olanları câmiaya (İslâm Birliğine)  dâvet ediyorum.”(8)

Konumuzun derinliği ve şumûlü mâlumunuzdur.
Bir köşeye ve makaleye sığacak boyutun çok üzerindedir.
Seyyidler cemaatinin feveranı ve ittihada omuz vermesi, meselenin önemli bir rüknünü oluşturmaktadır.
                                                                                                                                                             Şu kadarını da söylemeliyiz ki, ikinci ve üçüncü vazîfenin yolu ve tahakkuku, İslâm Birliğin’den geçmektedir.

Dipnotlar:
1.B. Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Birinci Kısım : İlk Hayatı, 58
2.A.g.e
3.B. Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, 90
4.A.g.e
5.Âl-i İmrân, 3/102 
6.B. Said Nursî, Emirdağ Lahikas II, s. 76
7.‘sûreten medenî’ kısmı müellif tarafından bilahere ilave edilmiştir.
8.B. Said Nursî, Münazarat

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum