İtidali dem

İnat’ta bir murattır.
Ve ben yaptım oldu.
Bu kadar kolay mı sizce?
*
Sadeleştirme ile ilgili hiçbir tartışmaya girmeye niyetli değilim.
Zaten söz hakkı olanlar gerekeni söylediler.
Ve hala da söylüyorlar.
Ben sadece bir-iki noktaya dikkat çekmek istiyorum.
Bir kere Risale Haber’in bu konudaki fıtri görüntüsü ile oluşan dirayetli duruşunu takdire şayan buluyorum.
Zaten bu yazıyı yazmama sebep olan etken Risale Haber'in sadeleştirmeye karşı yayınları toplu bir şekilde gözden geçirmemdi.
Başta ağabeyler sonra bütün bu camianın otoriterlerinin en ağır bir şekilde yapmış oldukları eleştirileri okuyunca tüylerim diken diken oldu.
Ürperdim.
Adeta dehşete kapıldım.

Ben şahsen hayatım boyunca bu dava için yaptığım tüm hareketlerin ve yazdığım yazıların hesabını nasıl veririm diye hep ince eleyip sık dokudum.
Çünkü söyleyeceğim ve yazacağım bir kelime beni bağlıyordu.
Bu davaya bir bütün olarak mal edilemezdi.
Benim algılarım benim yeteneklerim ve benim kapasitem bu ulvi davanın önüne geçemezdi.
Hatta sayın editöre; "Ben farklı zamanların farklı atmosferlerinde yazı yazıyorum. Çoğu defa hislerim ön plandadır. O an yazdığım yazıların sonucunun nerelere varacağını kestirmeyebilirim. Olur ki bu davanın şahs-ı manevisine ve Risale-i Nur’un ruhuna aykırılıklar olur. Sen benim yazılarımı gmzden geçir” diyorum.
Zaten bu konuda hassas olan sayın editörümüz de her zaman gerekeni yapmış, bazı yazılarım bir bütün olarak yayınlanmadığı gibi bazen de yazıyı yazıp gönderdiğimin ertesi günü uykuda uyandığımda “keşke şu paragrafı yazmasaydım” dediğim yazılarımın aynı paragrafın kırpıldığını görmüş editöre müteşekkir olmuşumdur.
Benim yüzümden bu davaya ve bu camiaya bir halel gelmesinden her zaman Allah’a sığınmışımdır.
Hoş ateş de olsam düştüğüm yeri bile yakamam.
Meğer düştüğüm yer bu ulvi dava ise…
Kaldı ki bu dava Kutb-u Azamlardan bile ders almayacak ulviliktedir.
Öyle ise sıkıntı nedir?

***

İşte sıkıntı bu noktada başlıyor.
Bazen topyekûn haddimizin fevkinde yükün altına giriyoruz.
Oysa Üstad hazretleri her şeyi net bir şekilde halletmiş bize bırakmıştır.
Bu sebeple “faş etmek” istemediği sırları bile faş etmiştir ki bizler yeri ve zamanı geldiğinde zor durumlarda kalmayalım.
Öyle ise benim âcizane düşüncem şudur:
Garip bir olay ile karşı karşıyayız.
Risale-i Nur’a karşı bir itiraz var.
Birileri Risale-i Nur’un bir tarafını beğenmiyor, değiştirmek istiyor.
Bu itiraza karşı başta protokolde Üstadın hizmetinde bulunan yaşayan ağabeyler tek tek ve hep birlikte cevap verdiler.
Ve arkasında bütün söz sahipleri, onların da arkasında bütün cemaat bu cevabı tasdik ettiler.
Buna rağmen hala ısrar ediliyor ve karşı çıkışlar kale alınmıyorsa oturup biraz derince düşünmek lazım.
Bu bir musibet midir, bir hizmet midir, yoksa kaderin bir fetvası mıdır?
Öyle sanıyorum ki bu soruların farklı boyutlarda farklı cevapları vardır.
Biz zamanla kayıt altında olduğumuz için, gaybı da bilemeyeceğimiz için yarının nelere gebe olduğunu kestiremeyiz.
Bulunduğumuz zaman diliminin duygu, düşünce ve hisleriyle hareket ediyoruz.
Peki, mutlak doğru bir duruşu nasıl elde etmeliyiz?
Bence Üstad’tan ve Risale-i Nurdan medet alarak rahatlayabiliriz.
Zira bu çağın her meselesinde olduğu gibi bu meselede de Risale-i Nurun nihai cevabı vardır.

***
 
Kastamonu Lahikası 150. sayfadaki mektup sanki bu tür olaylar için yazılmış gibi geliyor bana.
Bir kere bu mektubun hitap şekli bütün sorulara cevap verir bir nitelik taşıyor.
Başka mektuplarda karşılaşmadığımız bir kelime kullanıyor.
“Müstakim kardeşlerim” diye hitaba başlıyor.
Sonra iki velinin kavgasından bahseder.
İkisi birbirlerini inkâr etseler de makamlarından sükût etmediğini belirtir.
Sonra nur talebelerine dört önemli esası hatırlatır.
("Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenler..." Âl-i İmrân Sûresi: 3:134.) Ayetinin ışığında, ulüvv-ü cenablık, avamı mü’mininin şeyhlerine karşı hüsnü zanlarını kırmamak, onların imanlarını sarsmadan muhafaza etmek, zararalı hiddetten kurtulmak ve ehli ilhadın iki taifeyi hakkın aralarındaki hüsümetten yararlanmasına fırsat vermemek için mukabaleyi bilmisille karşılanmamasını ve itidalı demle karşılanmasını ister.
Dolayısıyla Nur Şakirtlerine düşen tek şey kendilerini müdafaa için medarı itiraz noktaları izah etmek ve cevap vermek gerektiğini belirtir.
Bu mektup Risale-i Nur’a İslam uleması tarafında yapılan bir itiraz üzerine yazıldığı için şu gerçeğe de dikkat çeker.
İleride bu tür itirazlar çok olacaktır. Risale-i Nur’u beğenmeyenler olacağı gibi bugünkü gibi eksik görenler de olacaktır.
Bunlar sıradan insanlar da olmayacaktır.
Ehli irşad ve ehli haktan olacaktır.
İşte bu ehli irşad ve ehli hak yeri geldimi: “Risale-i Nur'a ve şakirtlerine karşı kendi meşreplerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler; belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var.”
işte böyle bir hadise vuku buldu mu yapmamız gerekeni şöyle buyurur;
“bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir.”
Buraya kadar nur şakirtlerinin rotasını çizdikten sonra, muhteşem bir sırrı faş eder.
Risale-i Nurun şahsı manevisinin “Ferdiyet” makamına mazhar olduğunu belirtir.
Bunun bizim anlayacağımız dilde manası ise İmamı Rabbani hazretlerinin açıklamalarında saklıdır.
Mebde ve mead adlı eserinde:
“Ferdiyet kemalatına erişen bir irşat kutbunun hidayet nuru bütün âlemi kuşatır. Arş’ın tepesinden dünyanın ortasına kadar her kime doğru yol, hidayet, iman ve marifet gelse, onun vasıtasıyla gelir, ondan istifade eder. Onun aracılığı olmadan hiç kimse bu nimete ve şansa ulaşamaz.
Ancak, bir kimse, o büyük zatı inkar etse, onun büyüklüğünü kabul etmese veya o zat ondan incinse, o kişi Allah’ın zikriyle ne kadar meşgul olsa da, gerçek anlamda doğru yolu bulmaktan mahrumdur.”

***

Yani anlayacağımız, Sungur ağabeyin tabiriyle Bediüzzaman bu asrı kucaklamıştır. Tasarrufu kıyamete kadar devam edecektir. Onun izni olmadan hiçbir hareket başarıya ulaşmayacaktır.
Öyle ise Ferdiyet makamında olan Risale-i Nur’a hiç kimse hiçbir zarar veremez.
Böylesi bir hareket, eğer Risale-i Nur’un ruhuna aykırı ise, eğer o şahsı maneviyi değil inkâr etmek incitmişse dahi karşılığını bulacaktır.
Eğer böyle bir şey yok ise de zaten kimseyi dinleyecek değiller/dinlemiyorlar da.
Dolayısıyla bu mektupta Üstadın marziyatı; itidali demdir.
Eh bizde tüm kızgınlıklarımızı içimize gömüp ağabeylerin arkasında durup itidali dem ile karşılayalım derim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum