İsyanlar karşısında İmam Bediüzzaman

1- BİTLİS HADİSESİ

Muhterem bir şeyhin son günlerde yayınlanan bir röportajı, Üstad hakkında öteden beri bilinen bazı hakikatlara karşı bir istifham doğurdu. Bu vesile ile Üstadın Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminde isyanlar karşısında takındığı tavırlara yeniden göz atmak faydalı olacaktır. Bu makale 1914 yılında yaşanan Bitlis hadisesi ile ilgili olacaktır.

İmam Bediüzzaman, hayatını dosdoğru bir çizgide geçirdi. Tek rehberi Kuran’ın mucize hükümleriydi. Daha 1911 yılında Şam hutbesinde “maslahat-ı beşer fetvasıyla maddi cihadın alemden kaldırıldığını söylemekteydi.” Cihad-ı hariciyi Kuran’ın elmas kılıcına havale edecekti. Ancak gözlerini kan ve hırs bürümüş batılı işgalciler bunları anlamaktan ne kadar uzaktı. Keşke anlayabilselerdi. Zira insanlığın elindeki öldürücü silahlar, normal harp hukukunun uygulanma şansını insanların elinden almıştı. Bu silahlarla yapılacak bir harp insanlığa kan ağlatırdı. Vahşet dönemini geride bırakmış, insanlık için “en iyi silah belağat idi.” “Medenilere galebe çalmak ikna ile” olacaktı.  Davasını ispat eden hakkını alacaktı. (Yazık ki insanlık bu derslerin doğruluğunu iki cihan harbinde 50 milyon insanın kanın döktükten sonra ancak anlayabilecekti.)

Meşrutiyetin ilanından sonra Bediüzzaman doğudaki aşiretlere  Meşrutiyetin Kuran hukukuna dayandığını bildiren telgraflar çekmişti. İstanbul’da kaldığı süre içerisinde, bir yandan aşiretlere ve İstanbul’da bulunan Kürtlere Meşrutiyet’in güzelliğini anlatırken diğer yandan İttihatçı liderlere Meşrutiyet’in Kuran esaslarına dayandırılarak sağlamlaştırmaları için nasihatlar yapmaktaydı. Çok geçmedi 31 Mart darbesinden yararlanmak isteyen düşmanları onu - hem de bütün mesaisini harcadığı-  Meşrutiyet’i yıkmak   ithamı ile ortadan kaldırmak istediler.

İstanbul’dan biraz da kırgın bir şekilde memleketine döndü. Normalde bu dönemde Meşrutiyet aleyhine geçmesi beklenirdi.  Ancak onun için siyaset değil ilkeleri önemliydi.  Aşiretler arasında Meşrutiyet’i anlatmaya devam etti. Meşhur Münazarat eseri, bu konudaki  konuşmalarından derlenmişti.

BEDİÜZZAMAN VE MELA SELİM'İN ŞİİRLİ ATIŞMASI

İmam Bediüzzaman meşrutiyeti anlatırken, aynı bölgede dönemin meşhur şeyhlerinden Molla Selim, yeni yönetimi küfürle itham ediyor, Meşrutiyet hükümlerini de kafirlere ait görüyordu. İki meşhur mollanın sözlerini birbirine getirip götürenler de vardı. Kürt Şairi Cegerkvin’in Bitlis olaylarını anlatırken hatırında kalan iki mısra oldukça ilgi çekiciydi:
"Said-i Nursi, İttihatçılardan, Mela Selim ise padişahtan yanaydı. Her ikisi de Arapça birer kitap yazmıştı ve ikisi de Kürdistan'da etkili ve saygın âlimlerdi. Said-i Nursi özgürlükleri övüyor, Mela Selim ise karşı çıkıyordu. Her iki kitabın başlangıcı da hâlâ aklımda Said-i Nursi:
'Hürriyetün atiyetü’r-Rahmanî
İz enneha tektesibu’l-imanî
“O Hürriyet ki Rahman’ın bize sunduğu bir hediyedir. Ve iman ile kazanılır” demişti.
Mela Selim ise:
'Hürriyetün hariyetün bi’n-nari
İz enneha tehtassu bi’l- küfffari'
“Hürriyet ateş ile yakar ve küfür ehlinin şiarıdır” demekteydi.  (1)

Bediüzzaman aşiretler arasında gezerken Molla Selim’in bu iki mısrası kendisine sorulmuştu: “Senin sena ettiğin Hürriyet hakkında, o kafirlere mahsustur deniliyor?
“O bîçare şair, hürriyeti bolşevizm mesleği ve ibahe mezhebi zannetmiş. Hâşâ! Belki, insana karşı hürriyet, Allah'a karşı ubûdiyeti intac eder. Hem de çok adamlar görmüşüm, Sultan Abdülhamid'e Ahrardan ziyade hücum ederdi ve derdi: "Hürriyeti ve kanun-u esasîyi otuz sene evvel kabul ettiği için fenadır." İşte yahu, Sultan Abdülhamid'in mecbur olduğu istibdadını hürriyet zanneden ve Kanun-u Esasînin müsemmasız isminden ürken adamın sözünde ne kıymet olur? Belki, böyle diyenler öyledirler. Hem de, yirmi senelik İslâmiyetin bir fedâisi de demiştir. “Hürriyet imanın hassasıdır”
“Nasıl, hürriyet îmanın hassasıdır?"
Cevap : Zîra, rabıta-i îman ile Sultan-ı Kainata hizmetkar olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye izzet ve şehamet-i îmaniyesi bırakmadığı gibi, başkasının hürriyet ve hukûkuna tecavüz etmeyi dahi, şefkat-i îmaniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkarı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez, bir bîçareye tahakküme dahi tenezzül etmez. Demek, îman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte, Asr-ı Saadet.
(2)

Meşrutiyet idaresinin İslamiyet’e aykırı olduğunu ileri süren şeyhlere ve reislere nasihat heyetleri gönderildi. 
Aşiretlere nasihat etmesi için görevlendirilen Şeyh Hacı Mehmet Efendi’ye takdim edilen programa göre Meşrutî idarenin İslamiyet’e aykırı olmadığına öncelik verilmekteydi. Programın esaslarını şöylece özetlemek mümkündü:
-Kürtleri ibadete teşvik etmek.
-Başkasının hukukunu çiğnememek ve yalandan sakınmak.
-Nikah ve talâk hususunda dikkat etmek.
-Ulû-l Emr’e (Hükümete) tam itaat etmek.
-Aşiretler ve bölgedeki müslim-gayrımüslim ahali arasındaki düşmanlıkları ortadan kaldırmak.
-Dışarıdan gelecek tahrik ve teşviklere kapılmamak.
-Gayrımüslim komşuların ve vatandaşların hukukuna riayet etmenin farz  olduğunu izah etmek.
-Meşrutiyetin ilahi emirlere dayandığı ve meşru olduğu, yine devletin ve milletin ilerlemesinin teminatı olduğu yolunda halkı bilgilendirmek. (3)

İstanbul’da siyasî istikrar sağlanamamış, üstelik İmparatorluğun düşmanları dört bir yandan saldırıya geçmişti. İttihatçı idarenin Trablusgarp ve Balkan harplerinde büyük toprak kayıplarına uğraması Sultan Abdülhamid’in idaresine karşı bir özlem doğurmuş, Osmanlı unsurları arasında bağımsızlık emellerini de artırmıştı. Balkan harbinde Osmanlı ordularının beklenmedik şekilde mağlubiyeti üzerine Ruslar Doğu Anadolu  ıslahat projesini gündeme getirdiler.
Rusya’nın yoğun diplomatik baskıları ile kabul edilen “ıslahat projesi”ne göre Doğu Anadolu vilayetleri iki kesime ayrılacak; her birinin başına büyük devletlerin tavsiyesiyle Osmanlı hükümeti tarafından beş yıl için genel müfettiş tayin olunacak; vilayetlerde eşit sayıda Müslüman ve Hristiyan üyelerden kurulu bir meclis bulunacak ve büyük devletlere ıslahatın yürütülmesinde denetim hakkı tanınacaktı.  Proje 8 Şubat 1914 tarihinde  onaylandı. Kürt Hamidiye Alayları da bu sırada lağvedilmiş oldu.

Bu gelişmeler Müslüman halk nezdinde İslam vatanı üzerinde Ermenilere üstü örtülü bir bağımsızlık vermişti.  İttihat ve Terakki’ye karşı derin bir nefret oluştu. Bu durum Kürt-Ermeni çatışmalarını başlatmak üzere fırsat kollayan Rus konsolosluğu için bulunmaz fırsattı. Ruslar bir yandan Ermenilere bağımsızlık yolunda yeşil ışık yakarken diğer taraftan aynı topraklar üzerinde Kürt asilere Kürdistan vaadinde bulunmakta  ve bu iki halkı birbirine karşı tahrik etmekteydi. Aslında Rusları gerçek manada ne Ermeniler ne de Kürtler ilgilendiriyordu. Rusya’nın tüm çabası, bölgede “Ermenisiz bir Ermenistan” ya da “Kürtsüz bir Kürdistan” idi. Her iki halde de kurulacak devlet Rusya’nın kucağına düşecekti.

Bölgede Ermenilerin aşırı şekilde nüfuz kazanmasından rahatsız olan Molla Selim, aşiret reisleri, ağalar ve diğer şeyhlerle temas kurmuş, 1913 yılında İstanbul’a gelerek hükümet merkezinde gelişmeleri yakından takip etmişti. Hakkari ve civarında nüfuzlu bir şeyh olan Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyyid Abdülkadir ile İstanbul’da bir takım görüşmelerde bulundu. Şeyh Abdülkadir,  İttihat Terakki muhalifi Kürtlerin lideri konumundaydı. (4)

Molla Selim  Bitlis’e döndükten sonra yakın takibe alınmıştı. Kürtler arasında hükümete karşı bir hareketin çıkmasından korkulmaktaydı. Van Valisi Tahsin Bey’den alınan telgrafa göre Şeyh Şehabettin, Seyyid Ali ve diğer meşayih, Van vilayetindeki aşiretleri kışkırtmak için haberler salmaktaydı. İşin perde arkasında Rusya vardı. Bitlis Valisi Mazhar Bey, beceriksiz biri olduğu için şayet  zamanında müdahele yapılmazsa bir Kürt Meselesinin çıkması kaçınılmazdı. Şeyh Selim, bir sene evel İstanbul’da Seyit Abdulkadir‘e misafir olmuş, Kamil Paşa hükümetinin sukutuyla Bitlis’e avdet etmişti. Bu defa “ref-i liva-yı irtica” irtica bayrağını açması mümkündü.  (5)

Cihan harbinin korkunç işaretleri insanlara derin bir korku vermişken  doğuda herhangi bir olayın çıkması istenmiyordu. Normal zamanlarda Osmanlı devleti bu tür olaylarda acele etmez, olayı zamana yayar, nasihatle işi yoluna koymaya çalışırdı. Şeyh Selim’in bölgede önemli bir etkisi vardı. Bu etkiyi kırmak, en azından çevredeki diğer aşiretleri etkilemesini önlemek gayesi ile Kürtler nezdinde hürmet ve itibar sahibi olan Nakşibendî - Halidî tarikatı şeyhleri tekrar  aşiretlere gönderildi.  Muşlu Şeyh Hacı Yusuf Efendi, Hınıs ve Pasinler bölgesine gönderilmişti. (6)

Aynı şekilde Molla Selim’e  ilmiyeden ve eşraftan oluşan 8 kişilik bir nasihat heyeti gönderildi. Kendisine bir paye verilecek isyan etmesinin önüne geçilecekti. (7)  Başkale'de saygın bir kişiliği olan Şeyh Taha ve arkadaşları Bitlis ve Siirt şeyhlerine telgraf çekmiş bu hareketi önlemeye çalışmışlardı. (8)

Molla Selim’in çevredeki şeyhleri ayaklanma için davet ettiği günlerde İmam Bediüzzaman da bölgedeydi. Aynı davet kendisine de yapıldı. “Eski harb-i umumiden biraz evvel ben Van’da iken bazı dindar ve muttakî zâtlar yanıma geldiler ve dediler ki, bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor, gel bize iştirak et, biz bu reislere isyan edeceğiz. Ben de dedim ki, o fenalıklar ve dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur, ordu onun ile mesul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya kılıç çekmem ve size iştirak etmem. O zâtlar benden ayrıldılar, kılınç çektiler, neticesiz Bitlis hâdisesi vücuda geldi. Az zaman sonra, harb-i umumî patladı. O ordu, din namına iştirak etti, cihada girdi. O ordudan yüzbin şehidler evliya mertebesine çıkıp beni o davamda tasdik edip kanlarıyla velayet fermanlarını imzaladılar.”  (9)

Molla Selim, kendisine yapılan nasihatları dinlememiş, fikirlerini savunmaya devam etmişti. Muhtemelen savaş tehlikesinin artması ve Rusların Ermenilerle Kürtleri birleştirerek büyük bir isyana sevk etmesinden korkan İttihatçı hükümet, 1913 yılında Şeyh Selim’in tutuklanmasına karar verdi.
Şeyh Selim 17/R /1332 tarihinde yakalanmıştı. (10) Bir atın kuyruğuna bağlanıp, elli kişilik bir jandarma birliği eşliğinde Bitlis'e götürülmek üzere yola çıkarıldı. Kürtler şeyhlerine yapılan bu alçaltıcı hakareti kabul edemezlerdi. Ani bir baskın ile şeyhlerini kurtardılar. Olaylar hızla çevreye yayıldı.
Hizan şeyhlerinin emrindeki Kürtler, kısa bir müddet sonra Bitlis şehir merkezine girdi. Olayların çevreye yayılmasını önlemek için İdare-i Örfiye (sıkı yönetim) ilan edildi. Erzincan, Muş ve Van'dan Bitlis'e asker gönderildi. Molla Selim’e yapılan hakaret açıkça isyana teşvikti. Anlaşılan isyan iyice örgütlenmeden kontrollü bir şekilde çıkarılmıştı.

Bitlis valisi Mazhar Bey’in aciz  kaldığı görülünce, yerine Siirt Mutasarrıfı Mustafa Abdülhalik Bey tayin edildi. Nüfuz sahibi Kürdlerle görüşülmüş, isyanı desteklememeleri için kendilerine hediyeler verilmişti. Kürd Gönüllü Taburu eski Kumandanı Şeyh Sıdık bunlar arasındaydı. Midyat ve Cizre civarında halkı tahrik eden  Bitlisli Şeyh Celaleddin ile Abdürrezzak gibi şahıslar sıkı takibe alındı. Öte yandan henüz isyana katılmamış bölgelerdeki halkın ellerindeki silahlar toplandı.
Bitlis valiliği her konuda Van Valisi Cevdet Bey ile istişare edecekti. Asilere karşı harekat Van, Bitlis, Erzurum, Musul ve Trabzon Vilayetlerine çekilen "Safvet bir müddetten beri Atina'dadır. Bu babda vuku bulacak ihbarata havaleten sem-i itibar edilmemesi" şeklinde bir telgraf ile başlatıldı. (11)
Düzenli ordu birlikleri karşısında bir varlık gösteremeyen Seyyid Ali, Gayda köyüne çekildi, bir müddet sonra da savaşmadan teslim oldu. İsyanın diğer önderleri de tutuklandı. Bu ara Molla Selim, Bitlis'teki Rus konsolosluğuna sığındı. (12)

Konsolosluğu kuşatan Osmanlı askeri Ruslarla sıkı bir pazarlığa girdi, Ruslar Kürt liderleri pazarlık konusu yapmıştı. Trabzon’daki Rus ajan ve subayların bırakılması karşılığında, Molla Selim ve adamlarını teslim edeceklerdi. (13) Rusların yaptığı pazarlığı farkeden Şeyh Şehabettin beraberindeki 6 kişi ile birlikte Rus Konsolosluğundan firar etti. Ancak   Kafkasya sınırında yakalanarak, Bitlis’e getirildi.
Olayla doğrudan ilgili 88 şahıs yargılanmış bunlardan yirmi yedi şahıs cezalandırılmıştı. (Bunlar muhtemelen idam edildiler) (14) Şeyh Hasan karyeli Molla Resul, Şeyh Ali, Şeyh Şehabeddin idam edilenler arasındaydı. Bu arada Cihan harbi başlayıp Ruslara karşı harp ilan edilmesi üzerine Rus konsolosluğuna giren Osmanlı askerleri Molla Selim’i de öldürdüler.

Önde gelen şeyhlerden Müftüzade Sadullah ile Şeyh Nasreddin, Şeyh Nasrullah Efendiler, Ciranlı Cündî Ağa ve Semikli Sadık Ağalar Taif’e sürüldüler, ardından Medine’de ikametlerine izin verildi.
Askere yardım eden şeyhlere beşinci rütbeden Mecidî nişanı verildi. Bitlisli Hacı Necmeddin Efendizade Şemsettin, Küfrevizade Şeyh Abdulbaki, Hacı Fazıl Efendizade Şeyh Mehmet, Şeyh Fethullah Efendizade Şeyh Alaeddin ve Nurşin’de mukim Şeyh Ziyaeddin Efendiler bunlar arasındaydı. (15)

Aradan çok geçmeden adı geçen  şeyhlerden Şeyh   Ziyaeddin ve Şeyh Alaaddin'in Bitlis hadisesinden dolayı tutuklu bulunanların serbest bırakılması için müracaat ettiler. (16) Şeyhlerin bu talebi uygun görüldü. Meclis-i Vükela’nın emri ile Medine, Sivas, Ankara, Bitlis ve diğer yerlerde bulunan tutukluların serbest bırakılması emri verildi. (17)

Resmi görüşe göre isyanda Ermenilerin tahriki vardı. Ancak bunu doğrulayacak resmi bir belgeye rastlanmamıştır. Kürdler esasen son siyasî kararlarla Ermenilere verilen haklardan rahatsız olmuşlardı. Ermenilerin Kürdleri tahrik etmiş olmaları mümkündü. Zira Osmanlı askeri Kürdleri ezerse bu durum kendileri için faydalı olacaktı. Kürdlerin Ermenilerle işi birliği, kendilerini esaret altına alacak bir karar olacağı için bu tür iddialara şüphe ile yaklaşılmalıdır. Kürdler hakkındaki olumsuz kanaati güçlendirmek için dönemin İttihatçı basını bu iddiaları uydurmuş olmalıdır.
Ayrıca Ermeniler harekat sırasında zarar gördüklerini ileri sürerek yeni bir pay kapma yarışına girmişti. Azadamar Gazetesi'nde Kürdlerin Bitlis'e hücumu sırasında Ermenilerin öldürüldüğünü ileri sürmüşlerdi. Gazete aynı günlerde Musa ve Kazım Beylerin kumandasındaki çetelerin Ermeni köylerine saldırarak katliam yaptıkları yolunda haberler neşrediyordu. (18)
Netice olarak bazı yakıştırmalara rağmen Molla Selim’in hareketi, ayrılıkçı bölücü bir hareket değildi. İleri sürdüğü iddiaların tamamı, İslamî hükümlerin Meşrutiyetle birlikte göz ardı edildiğine yönelikti. Bu hareketin üzerinde başta belirtildiği gibi Meşrutiyetle Ermenilere sağlanan ayrıcalıkların doğurduğu hoşnutsuzluğun etkisi vardı. Ayrıca Sultan Abdülhamid’in şeyhler üzerinden yürüttüğü siyasetin terk edilmesi ve bölgede merkezî yönetimi güçlendirme çabalarına yeniden ağırlık verilmesi benzer şikayetlere yol açacak bir gelişmeydi.

Olayların seyrinde görüldüğü gibi Molla Selim, düşüncelerinde yalnızdı. Çevresindeki çok sayıda şeyh onun gibi düşünmüyordu. Başından itibaren Meşrutiyet konusundaki tutumu hatalıydı. Olaya bakış açımızda bir yanlışlık yoksa Molla Selim, yanlış bir içtihatta bulunmuş, bu içtihat uğruna bir çok insanın hayatına mal olan neticesiz bir hareket ortaya koymuştu.

İmam Bediüzzaman’ın, Kuran’ın rehberliğinde bu tür olaylar için şaşmaz ve değişmez düsturları vardı.
Dahilde cihad olmazdı. Kılıç ancak düşmanlara karşı çekilirdi. Şahısların dinsizliği kurumlara tesir etmezdi. Millet irşad edilmeliydi.
“Kur’an bizi siyasetten men ediyor” derken kastettiği mana herkesin zannettiği şekilde bir partinin peşinden gitmek değildi. Milleti istibdat altına almak isteyenler, önce olay çıkartıp, sonra bu bahane ile devlet terörü estiriyorlardı. Ve mazlumların yolu çok zor bir yokuşa dayanmıştı. Emperyalist güçler çok acımasız kitle imha silahları geliştirmişti. Silahlı mücadelede ehl-i hak bire on mağlup olacaktı. Zalimler haklı haksız, suçlu suçsuz ayırmadan en küçük hadisede yüzlerce kişiyi bir tek bomba ile yok edeceklerdi. Ehl-i hak ya onlar gibi davranıp suçlu suçsuz ayırmadan yüzlerce kişiyi öldürecek, onlar gibi zalim olacak, ya da sadece vuranı vuracak bire karşı yüz kişi kaybedecekti.
Zalim olmak yoktu. Öyleyse silahla mücadele artık bırakılacaktı. Bütün sorunların temelinde bulunan cehalet, fakirlik ve ayrılıkçı fikirlere karşı eğitim yoluyla mücadele etmek gerekmekteydi.

DİPNOTLAR:
1-Cegerkvin, Hayat Hikâyem, Evrensel Basım Yayın, s. 32 , Münazarat’ta  İkinci mısra  “iz enneha hasiyyetü’l-îmani” hürriyet imanın hassasıdır, şeklindedir.  Asar-ı Bediiye Envar Neşriyat s. 334
2-Bediüzzaman, Münâzarât, s. 57-60.
3-DH.SYS., 24/2-4, Lef 61.
4-DH..KMS, 16/30, Lef 3.
5-DH-KMS, 16/30 Belge no,3
6-DH.SYS., 23-12, Lef 2.
7-Fatih ÜNAL  II. Meşrutiyetin Doğu Anadolu'daki Yansımaları ve Ermeni-Kürt İlişkilerine Tesiri,ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 20-21, Kış 2005 - İlkbahar 2006
8-DH.İD.. 185-1/47
9-Bediüzzaman, Şualar, s.361 
10-DH.ŞFR.  39/7
11-DH.ŞFR.  39 /154 06/Ca/1332
12-DH.ŞFR.  40 /24
13-DH-SFR.40/18
14-İ..HB. 158/1332/C-006
15-DH.KMS. 21/55
16-DH.EUM.2.Şb 2/9  14/Za/1332  
17-MV. 237/126
18-DH.ŞFR.  40/104/ DH.ŞFR.  42 /194

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
17 Yorum