İstişare düsturları

İSTİŞARE YAZILARI (2)

İstişarenin Ehemmiyeti

Dağları görmek için ovalara inmek, ovaları görmek için dağlara çıkmak gerekir. Dağdaki insanın gördükleriyle, ovadaki insanın gördükleri nasıl farklıysa toplum hayatında değişik yerlerde duranların, şahsi veya toplumsal olayları algılama ve değerlendirmeleri de o derece farklıdır. İstişare toplantıları bu farklı algı ve değerlendirmeleri bir araya getirerek bir tefekkür zenginliği ortaya koyar. Bu toplantılara katılanların her biri dahi olmayabilirler, ama akılların ittifakıyla oluşan gurubun beyni, kollektif bir deha özelliği yansıtır. Üstad Bediüzzaman, buna işareten şöyle der: “Hakikî, samimî bir ittifakta her bir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır”.[1]

Şer’an belli olan (farz, haram gibi) meselelerde istişare yapılmaz. İstişare, şeriatın izin verdiği, fakat bizim için “faydalı mı, zararlı mı?” olduğunu bilmediğimiz konularda yapılır.

İstişarede gaye Allah’ın rızası doğrultusunda, bir meselede, faydalı, selametli olan yolu bulabilmektir.

Usulüne uygun istişare müminler arası muhabbeti, dayanışmayı artırır. Usulüne uygun olmayan istişare de kin ve fitneyi netice verir.

Toplantı Çeşitleri

Toplantılar genellikle “Bilgi vermek” için veya herhangi bir “Problemin çözümü” için yapılır. Bilgi vermek için yapılan toplantılarda toplantıya katılanların görüşü alınmaz. Onların bir şeyden haberdar olmaları veya bir şeyi yapmaları istenir. Problem çözümü için yapılan toplantılarda ise toplantıya katılan kişilerin görüşlerine müracaat edilerek problemi çözmede onların yardımı istenir.

Bazen bir toplantıda bu iki konu üzerinde de durulabilir. İki konunun beraber ele alındığı toplantılarda, “bilgi verme” ile “sorun çözme”nin birbirine karıştırılması toplantı başkanıyla toplantıya katılanlar arası çatışma doğurabilir. Bu yüzden bilgi verme ile problem çözme, kesin, net hatlarla birbirinden ayrılmalıdır. Bu konular ya ayrı ayrı ele alınmalı veya açıkça belirtilmelidir.

“Problem çözmek” için yapılan toplantılarda, toplantı başkanı veya yetkili birisinin kendi görüşünü öne sürmesi ve toplantıya katılanlara kendi görüşünü kabul etmelerini istemesi, zorlaması ve kabul ettirmesi doğru değildir. Bu hal “sorun çözme” toplantısını “bilgi verme” toplantısına dönüştürür.

Toplantıyı tertip eden başkan bir işi yapmaya veya yaptırmaya kesin kararlıysa bunu istişare etmemelidir. Kesin kararlı olduğu konuda bazı tereddüdleri varsa ve bu konuda başkalarının görüşünü de almak istiyorsa bunu birebir danışma şeklinde yapmalıdır.

Toplantıya Katılanlar

İstişarede en mühim esas istişarenin ehil olan kimselerle yapılmasıdır. Peygamberimiz asv, “İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman, kıyameti bekle!” buyurmuştur. Ehil olmayan kimselerin toplantıya katılması da toplantının kıyametini koparır.

İstişare yapılacak konulara göre, şahıslar da değişebilir. Beşeri münasebetlerde bilhassa yaşlı başlı, olgun insanlarla, ticari mevzuda ticaretten anlayan kimselerle, ilmi mevzularda ise âlimlerle istişare yapılır. Bir insanın bütün alanlarda uzman olması ve her şeyden anlaması mümkün değildir. İstişarede “belli şahıslar” değil, “ehil şahıslar” özelliği aranmalıdır. Bu konuda sahabelerden Talha (ra) “Akrabalara iyilik (Sıla-i rahim) konusunda cimriyle, savaş konusunda korkakla, (evlenmek istediğin) bir kadın hakkında gençle istişare yapma” demiştir.

Ehil olan insanlarla istişare yapılmalı; ama onların da ihlâslı olmalarına dikkat edilmelidir.

Toplantı başkanı toplantıya çağıracağı kimselerin bilgi ve becerisine güvenmiyorsa onları toplantıya çağırmamalıdır. Başkanın toplantı yapıp toplantıda ortaya konulan görüşlere itimat etmeyerek muhalif hareket etmesi toplantıya katılanları incitir.

Toplantı başkanı, bilgisine itimad etmemekle beraber görüşünü almak istediği kimselerle birebir görüşmelidir. Bu, iletişim açısından daha sağlıklıdır.

  1. Hazırlık

Sorun çözme toplantısına katılacak olan kişiler daha önceden üzerinde tartışılacak, karar verilecek konudan haberdar olmalı ve toplantıya konuyla ilgili araştırma yaparak gelmelidirler. Habersiz, hazırlıksız, acele yapılan toplantılarda ekseriyetle isabetli görüşler alınamaz. Bilhassa araştırma ve uzmanlık isteyen konular, iki, üç saat içerisinde yapılan toplantılarda çözüme kavuşturulamaz. Alınan kararlar da hatadan hali (uzak) olmaz.

  1. Ortam

Toplantı yapılacak oda, yeterli büyüklükte, iyi havalandırılmış, rahatsız edici ışık ve gürültüden arındırılmış, temiz olmalı. Ortam gerginleştirici, zorlayıcı değil dinlendirici olmalı. Oturma şekli üyelerin birbirlerini rahatça görebileceği konumda olmalı. Toplantıyı hiç kimse rahatsız etmemeli ve bölmemeli. Toplantı odasında telefon olmamalıdır.

Gerekli araç ve gereçler önceden hazır edilmelidir. (Kâğıt, kalem, tahta, tebeşir, projeksiyon vs.)

  1. Toplantıyı Açış

Toplantı, kararlaştırılan saatte başlamalıdır.

Toplantı, Kur’ân kıraatiyle ve dua ile başlatılmalı ve dua ile bitirilmelidir. Mümkün mertebe Kur’ân’dan okunan kısım toplantı konusuyla veya toplantı düsturları ile ilgili olmalıdır.

Toplantıya yeni katılan, gurubun tanımadığı kimseler varsa başkan onları takdim etmeli ve tanıtmalıdır.

Önce son toplantıda alınan kararlar ve raporlar gözden geçirilmelidir.

Raporlardan sonra, başkan gündem maddelerini baştan sona okumalı, kısaca bilgi vermeli ve ehemmiyet sırasına göre konular ele alınmalıdır.

Toplantı sonrasına doğru dikkatler dağıldığı ve yorgunluk oluştuğundan, en mühim konuların başa alınması kararların sağlıklı olması için önemlidir.

  1. Gündem Maddeleri
  1. Gündem maddeleri yalnızca başkan tarafından tesbit edilmemelidir. Gurup üyeleri de gerekli gördükleri, önemli meseleleri gündem maddeleri olarak teklif etmelidir.
  2. Gündem maddeleri toplantı öncesinden toplantıya katılacaklara bildirilmiş olmalıdır.
  3. Toplantı konuları “efradını cami, ağyarını mani” olarak ele alınmalı, toplantı konularının dışına çıkılmamalıdır.
  4. Hususi şahısları ilgilendiren meseleler, ayrıca konuşulmalı toplantı meşgul edilmemelidir.
  5. Ele alınan konular sınırlandırılmalıdır. Mesela “Hedeflerimiz neler olmalıdır?” sorusu oldukça geneldir. Bu konu “Eğitimde hedeflerimiz neler olmalı?”, “Mali yönde hedeflerimiz neler olmalı?”, “Beşeri münasebetlerde hedeflerimiz neler olmalı?” gibi başlıklar altında sınırlandırılmalıdır.
  6. Bir konu bitmeden diğer konulara geçilmemelidir.
  7. Ele alınan gündem maddeleri ve oturum zaman yönünden sınırlandırılmalıdır. Uzun zaman dikkatlerin dağılmasına ve usanca sebep olabilir.
  1. Toplantıyı Yönetmek
  1. Toplantıda en büyük görev, toplantı başkanına düşmektedir. Başkan, toplantıyı idare etmeli, adeta orkestra şefi gibi olmalıdır. Gündem maddelerinin dışına çıkıldığı zaman ikaz etmeli, konuşmayanları cesaretlendirmeli, konuyu aşırı uzatanlara kısa tutmasını tavsiye etmeli, toplantının kırıcı tartışmalara dönüşmesini engellemeli, herkese adil davranmalıdır. Bununla beraber amir gibi değil, arkadaş gibi hareket etmelidir.
  2. İstişarede hür bir ortam olmalıdır. Herkes fikrini korkmadan, utanmadan, çekinmeden ortaya koymalıdır. Aynı zamanda muhatapların fikrini gizlemelerine sebep olacak durumlardan uzak durulmalıdır.
  3. Toplantı başkanı veya yetkili şahıslar, mümkün mertebe en son konuşmalıdır. Çünkü toplantıya katılanlar orijinal düşünceleri, teklifleri olsa bile, onlara muhalefet etmekten çekinerek fikir beyan etmeyebilirler.
  4. Hiç kimse kendi fikrini kabul ettirmek için ısrar etmemelidir. Fikrini söylemeli, müdafa ve isbat etmeli, fakat cebir etmemelidir.
  5. İstişarede fikri kabul edilmemiş olanlar kırılmak, gücenmek, küsmek, kızmak, kin gütmek, muhatapları tahkir etmek gibi bir tavra gitmemelidirler.
  6. Peygamberimiz, Uhud Savaşı öncesi istişare yapmış, kendi görüşüne muhalif sahabelerin reyini kabul etmiştir. Hz. Ömer, bir meselede kendine itiraz eden kadının sözünü kabul etmiş, kendi görüşünden vazgeçmiştir. Bu olgunluğu istişaredeki her fert gösterebilmeli ve “Ben böyle düşünüyorum. Fakat yanlış olabilir.” veya “Benim söylediğim yanlış, arkadaşımın söylediği isabetlidir.” diyebilmelidir. Önemli olan “benim fikrim” değil, umumun menfaati, yani “bizim menfaatimiz” olmalıdır.
  7. Ortaya konulan fikirler tenkit edilirken şahıs değil, fikir tenkit edilmelidir. Şahsa yönelik tenkit, istişarenin havasını bozar.
  8. Toplantıda aykırı veya uç fikirler olabilir. Fakat bu fikirleri dile getirenler -genel prensiplere aykırı olmamak şartıyla- fikirlerinden dolayı yargılanmamalıdır. Her fikir, toplantıda bir zenginlik olarak değerlendirilmelidir.
  9. İstişarede bir fikir, çok güzel olabilir. Fakat fikrin güzelliğinden ziyade uygulanabilir olması daha mühimdir. Bir fikrin mümkün olması ayrı, uygulanabilir olması ayrıdır. (Fareler hikâyesindeki “Zili kedinin boynuna kim asacak?” sorusu hatırlanmaya değer.)
  10. Bazı şahıslar, çok iyimserdirler ve her şeyin iyi tarafını görürler. Bazıları da tam tersine karamsardırlar ve her şeyin kötü tarafını görürler. Bir karar alınacağında istişaredeki şahıslar renklerin tamamını görmeye çalışmalıdırlar. Ne yalnızca tozpembe tablolar çizmeli ve görmeli ne de karamsar olunmalıdır. Alınacak kararın muhtemel neticelerinin iyi, kötü bütün yönleri masaya yatırılmalı, gerçekçi ve dengeli olunmalıdır. Tozpembe tablo hoşumuza gidebilir veya karamsar tablolar bizi rahatsız edebilir, fakat önemli olan bizim bir şeyden hoşlanmamız veya rahatsız olmamız değildir. Önemli olan gerçekçi bir bakış açısıyla renkler arasındaki azlığı/çokluğu ve dengeyi doğru bir şekilde görebilmek ve bunun neticesinde de sağlıklı bir çözüm ortaya koyabilmektir.
  11. İstişare, isabetli görüşü bulmak için en mühim yoldur. Fakat bazı durumlar istişareyi istişare olmaktan çıkarır. Kendi görüşünü çok beğenen şahıslar, bazen istişare kurallarını çiğneyerek ısrarla görüşünü guruba kabul ettirmeye çalışır. Kendi fikrine muhalif görüşleri dinlemez, dinlese de onları sudan bahanelerle reddeder. Hatta bazen kendi fikrine muhalif olanlara kızar, onları cehaletle, düşüncesizlikle itham eder, hakaretler eder. Fikri kabul edilmediği zaman gücenir, fikri kabul edilince de bir zafer kazanmış gibi olurlar. Eğer istişarede bu şahısların fikri onların ısrarına binaen kerhen kabul edilirse bütün sorumluluk ve vebal bu şahıslara ait olur. Bu tür istişarelerin sonunda menfi durumlar ortaya çıktığı zaman “Ne yapalım istişareden bu karar çıkmıştı.” diyerek, suçu istişareye nisbet etmek doğru değildir.
  12. Her insana kendi bildikleri doğru görünür. Bu hal, insanda önyargıların oluşmasına sebebiyet verir. Bu yüzden bazıları farklı düşüncesi olan muhatapları dinleme zahmetine katlanmazlar. Hâlbuki dinlese, anlamaya çalışsa farklı bir durum ortaya çıkabilecektir. Toplantılarda kişilerin daha önceden öğrendikleri şeylerde taassup gösterip muhatapları dinleme ve anlama çabasına girmeyişleri ihtilaflara sebep olmaktadır.
  13. Bir şahıs, kendi fikrinin isabetli olduğuna inanabilir. Bu, bir eksiklik değildir. Fakat hata etmesi de her zaman mümkündür. Bu yüzden “Her zaman hata edebilirim.” düşüncesi göz önünde bulundurulmalı ve “Ekseriyet iştirak etmediği takdirde, benim ısrarımla bu fikir kabul edilirse ben vebal altında kalırım.” endişesiyle hareket edilmelidir. Her şahıs fikrini ortaya koymalı, savunmalı, izah etmeli, fakat kararı çoğunluğa bırakmalıdır.
  1. İhtilaf Adabı

İstişare, bir tür tartışma da olduğundan, istişare esnasında münazara adabına riayet etmek gerekir. Bu konuda Üstad Bediüzzaman, şöyle der:

“Fenn-i âdâb ve ilm-i münazaranın âlimleri arasındaki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu "Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa insafsızdır."[dusturuna riayet edilmelidir.]  Hem [tartışmayı kazansa] zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse yine rıza ile kabul edip taraftar çıkar, memnun olur.”[2]

***

İstişare, değişik kimselerin fikirlerini bir araya getirmek olduğu için, ihtilaf da zaruridir. Bu ihtilaf, farklı görüşleri bir araya getirdiği için bir zenginlik olduğu kadar, toplantının geleceği açısından da tehlikelidir. İhtilaflar nefsanî garazların işe karışmasıyla zenginliği bir fitne ve düşmanlığa dönüştürebilirler.

İhtilafların zenginliğinden istifade etmek ve tehlikelerinden kurtulmanın tek yolu, Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi ihtilafı, müsbet ve menfi olmak üzere ikiye ayırmak ve ihtilafı müsbet çizgide tutmaktır.

Müsbet ihtilâf; toplantıya katılan şahısların her birinin kendi fikrini ortaya koyması, savunması, ispat etmeye çalışmasıdır. Kişiler, birbirlerinin görüşünü çürütmek veya yanlışlığını isbat etmek yerine, onların fikrini tamamlar veya ıslah eder. Bu tür ihtilaflar, “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.”[3] hadisiyle de övülmüştür.

Yönetim bilimlerince geliştirilen “Beyin Fırtınası” tekniği de buna benzer bir yaklaşım uygular. Beyin fırtınası, bir toplantıda kişilerin eleştirilme endişesi olmadan fikirlerini rahatlıkla ifade ettikleri gurup tartışma tekniğidir.

Beyin fırtınasının birinci basamağının genel ilkeleri kısaca şöyledir:

  • Bütün teklifler, kabul edilir ve listelenir.
  • Fikirlerin özgürce açıklanması desteklenir.
  • Fikirler söylenirken ortaya atılan fikirle ilgili olarak hiçbir yorum ve eleştiri yapılmaz, fikirler sorgulanmaz, yargılanmaz.
  • Konuya değişik yönlerden bakmak teşvik edilir.
  • Bütün fikirler ortaya konuncaya kadar tekliflerin ortaya konuşu devam eder.

***

Menfi ihtilâf ise garazkârâne, adâvetkârâne birbirinin görüşünü çürütmeye çalışmaktır. Bu tarz ihtilaflar Kur’ân ve sünnet tarafından şiddetle yasaklanmıştır. Çünkü birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.

Üstad, bu konuda şöyle der: “Sen mesleğini ve fikirlerini hak bildiğin vakit, "Mesleğim haktır veya daha güzeldir." demeye hakkın var. Fakat "Hak yalnız benim mesleğimdir." demeye hakkın yoktur. “Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise kusurları araştırır.” sözü sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz, başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez.”

Hakta ittifak, ehakda (en haklıda) ihtilâf olduğundan, bazen hak, ehakdan (en haklıdan) daha haklıdır; hasen, ahsenden ahsendir (Güzel, daha güzelden güzeldir). Herkes kendi mesleğine "Hüve hakkun" (O, haktır.) demeli, "Hüve'l-Hakku" (hak yalnızca budur.) dememeli. Veyahut "Hüve hasen" (O, güzeldir.) demeli, "Hüve'l-Hasen" (Yalnızca o güzeldir.) dememeli.

"Tesadüm-ü efkârdan ve tehalüf-ü ukulden hakikat tamamıyla tezahür eder." (Fikirlerin çarpışmasından, akılların ihtilafından hakikat ortaya çıkar.) cümlesini de Üstad, şöyle tahlil eder:

“Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr, maksatta ve esasta ittifakla beraber, vesilelerde ihtilâf eder. Hakikatin her köşesini izhar edip hakka ve hakikate hizmet eder.

Fakat tarafgirâne ve garazkârâne, firavunlaşmış nefs-i emmâre hesabına hodfuruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü maksatta ittifak lâzım gelirken öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkîsi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritâne gider, birliğe dönüşmeyecek ayrılıklara sebebiyet verir. Hal-i âlem buna şahittir.” [4]

Hülasa; istişare toplantılarındaki ihtilaflar, bir zenginliktir. Fakat bu zenginlikten istifade edebilmek, ihtilafı “müsbet ihtilaf” çizgisinde tutmak şartıyla mümkündür. Bu da ancak şahıs veya fikirlerin eleştirilmemesiyle veya bunun ölçülü olmasıyla gerçekleştirilebilir.

  1. Münakaşa, İhtilafa; İhtilaf, Tefrikaya Sebeptir

Tefrikaya sebep olabilecek münakaşalar, Kur’ân ve sünnet tarafından yasaklanmıştır.

Bu konuda bir ayet, şöyledir: “Allah’a ve Resulüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin (münakaşa etmeyin); sonra içinize korku düşer de kuvvetiniz elden gider. Bir de sabredin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir”. (Enfal, 46)

Peygamberimiz (s.a.v)’in bu konudaki bazı hadisleri şöyledir:

“Bir kimse haklı bile olsa münakaşayı terk ederse ona, cennetin kenarında bir köşk inşa edileceğine ben kefilim.”[5]

“Allah katında erkeklerin en çok nefret edileni, husumette, hasımlıkta ileri gidenidir.[6]

“Hidayete nail olmuş ve hidayet üzere olan bir kavim, birbiriyle mücadele etmedikçe dalalete düşmez.” Sonra Resulullah (s.a.v) (bu sözüne delil olarak): “Onlar, sadece seninle mücadele etmek için onu örnek verdiler…”(Zuhruf, 58) ayetini okudu.[7]

İbn Abbas (r.a): “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra fırkalara ayrılıp ihtilafa düşenler (Yahudi ve Hristiyanlar) gibi olmayın.” (Al-i İmran, 105) ayetini şöyle tefsir etmiştir:

Cenab-ı Hak, bu ayette müminlere cemaat olmayı emredip ihtilaf ve ayrılıktanda menetmiştir. Ve onlara “Sizden öncekiler ancak Allah’ın dininde münakaşa ve husumet yüzünden helak oldular.” diye haber vermiştir.[8]

  1. İstişarede Gizlilik

Toplantıda konuşulanların başka yere taşınmayacağına dair tam bir güven olmalıdır. Bu güven oluşmadığı takdirde üyeler düşüncelerini rahatça söyleyemeyebilirler. Toplantıya katılan her fert “sır tutma” konusunda emin/güvenilir olmalıdır. Peygamberimiz bu konuda “Kendisiyle istişare edilen kimse güvenilen kimsedir.” Buyurmuştur.

Aynı zamanda toplantıya toplantıyla ilgisi olmayan yabancı kimseler alınmamalıdır. Teknik bir konuda fikrini almak için çağrılan kimseler konuyla ilgili malumat verdikten sonra, -gurup üyeleri rahatsız olacaksa- toplantıdan ayrılmalıdır.

Peygamberimizin istişarelerde gizliliğin ehemmiyetinden bahseden bazı hadisleri şöyledir:

“İki kişi bir yere oturduklarında emanetle otururlar. Onlardan birisinin arkadaşının (aralarında konuşup da anlatılmasını) çirkin gördüğü bir şeyi ifşa etmesi helal olmaz.”[9]

“Bir şahıs başka birine bir şey anlatıp da sağına soluna baktığında o (söylemiş olduğu şey) emanettir.”[10]

“Üç meclis haricinde meclisler, emanet yerleridir. (Onlarda) haram bir kanı dökmek, zina, haksız yere başkasının malını gasbetmek.”[11]

Meclislerin emanet yeri oluşu, konuşulanların başkalarına anlatılmasının haram olduğunu ifade etmek içindir. Mecliste konuşulanların başka yere taşınması, emanete hıyanet olur.

“İhtiyaçlarınızı temin ederken onu gizlemekle (Allah’tan) yardım isteyiniz. Muhakkak ki her nimet sahibine hased edilir.”[12]

  1. Sorun Çözme

Sorun, karşılaştığımız engeldir. Sorun çözme de bu engeli ortadan kaldırma çabasıdır.

Genellikle sorun çözmede üç durum ortaya çıkar:

  1. Şimdiki durum (olan)
  2. Ulaşmak istediğimiz durum (olması gereken)
  3. Şimdiki durumu ulaşmak istediğimiz duruma dönüştürme çabası veya olanı olması gereken hale getirme faaliyetidir.

İstişarelerde sorun çözme esnasında şu 5 madde üzerinde durulur:

  1. Sorunu Tanımlama

Sorun, nedir? Bu bölümde sorun yanlış veya eksik anlamaya sebep olmayacak bir açıklıkta ortaya konmalıdır.

  1. Çözümler Üretme

Bu bölümde toplantıya katılanlar, değişik çözümler sunabilirler. Fakat birbirlerini tenkit etmemeli ve bu çözümler sırayla tahtaya yazılmalıdır.

Bir teklif sunulduğunda, o teklif hemen tenkit edilip yanlış olduğu söylenirse bu toplantıya katılanların cesaretini kırar ve doğru çözüm, sisler arasında kalır.

  1. Çözümleri Değerlendirme

Çözümleri değerlendirirken mümkün mertebe tahtaya yazılmış olan bütün teklifler göz önünde bulundurulmalı ve bu tekliflerden makul ortak bir görüş çıkarılmalıdır. Her teklifin eksik, fazla tarafları olabilir. İyi olan taraflar arasında yapılacak terkip, meseleyi en güzel halleden çözüm yolu olabilir.

Bu mümkün değilse en iyisi tesbit edilmeye çalışılmalıdır. En iyi fikri tesbit etmekle beraber, alternatif B planı da teklifler arasından seçilmelidir.

Değerlendirmeyi yalnızca başkan, yapmamalıdır. Teklifler, toplantıya katılanların çoğunluğunun ittifakıyla kabul veya reddedilmelidir. Başkan, değerlendirmeye katılanları etkilememek için en son konuşmalıdır.

  1. Karar Verme

Karar, oylamayla alınmalıdır. Toplantıya katılanlar fikirlerini açıkça beyan etmeye çekiniyorlarsa küçük kâğıtlara yazarak gizli oylama yapılabilir.

Başkan, çoğunluğun fikrine katılmasa bile, tabi olmalıdır.

  1. Kararın Nasıl Uygulanacağını Belirleme
  1. İstişareyi Karara Bağlama

Gündemdeki her madde, değerlendirmenin sonunda özetlenip karara bağlanmalıdır. Kararlar, “oy çokluğu”yle alınmalıdır. Oylama veya oy çokluğu şekli değil, her şahsın samimi duygularını yansıtmalıdır.

İstişarede alınan karar, umumu ilgilendiren bir konu olduğu için kararla ilgili bütün insanların hukuku göz önünde bulundurulmalıdır. Bir kişinin istişare kurallarını çiğneyerek kendi görüşünü kabul ettirmesi, umumun hukukuna bir tecavüz sayılır. İstişare sonunda meydana gelecek bütün vebal ve sorumluluk bu şahsa ait olur. Bu yüzden karar alınırken bu vebalden korkarak şahsi görüşlerden ziyade umumun görüşüne nazar etmek gerekir.

Umumun aldığı karar, açıkça Kur’ân, sünnet ve maslahatlara aykırı değilse vebalden de uzaktır. Çünkü Peygamberimiz “Ümmetim dalalet üzere ictima etmez.” buyurmuştur.

Toplantı sonrasında ekseriyetle alınan kararlar açık, net olmalı, yoruma ve yanlış anlamaya müsait olmamalıdır.

Alınan kararlar, 5N ve 1K formülüne göre ayarlanmalıdır. Yani:

  1. Ne, yapılacak?
  2. Niçin, yapılacak?
  3. Kim, yapacak?
  4. Nasıl, yapılacak?
  5. Nerede, yapılacak?
  6. Ne kadar zamanda, yapılacak?

İstişare sonrasında ortaklaşa alınan karar doğrultusunda hareket edilmeli ve bu karar tenkit edilmemelidir.

İstişare, isabetli görüşü bulmanın en uygun yoludur. Fakat bu, “İstişarede hata olmaz.” demek değildir. İstişarelerde hata olması mümkündür. Toplantı sonrasında alınan kararların uygulama esnasında yanlış olduğu anlaşılınca uygulama durdurulmalıdır.

 

[1] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, s, 168 (İhlas Risalesi’nden)

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, s, 165. (20. Lemadan)

[3] Kenzül Ummal, hn, 28686.

[4]Bkz:  Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Altınbaşak N, s, 110, 113, 114, (Uhuvvet Risalesi’nden) 503.

[5] Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb, Bab, 7, hn, 4800.  

[6] Et-Tergib ve’t Terhib, c, 1, s, 132, hn, 6 (Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesei’den naklen)

[7] Et-Tergib ve’t Terhib, c, 1, s, 132 (Tirmizî, İbn Mace, İbn Ebi’d Dünya’dan naklen)

[8] Ed-Dürrül Mensur, c, 2, s, 289 (İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim’den. )

[9] Kenzül Ummal, hn, 25433.

[10] Sünen-i Tirmizi Kitab’ul Birr, Bab, 39, hn, 1959. Müsned-i Ahmed, c, 3, s, 352

[11] Müsned-i Ahmed, c, 3, s, 342.

[12] Kenz’ül Ummal, c, 6, s, 517, hn, 16800.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum