İstibdadın kezzabı olarak meşveret

İstibdad, keyfî ve başına buyruk davranışları ifade eder. Bir kural tanımadan, bir hükme tâbi olmadan dilediğince hareket etmektir. Her hak sahibine hakkını veren Cenab-ı Hakk, kelamı ile beşere hitabı olan Kur’an-ı Kerîm’de iki ayet ile açıkça istibdadı yasaklamıştır. Tek başına bir karar alıp bunu karar alma sürecine dahil edilmeyen fertlere dayatmak ve onları uymaya zorlamak istibdaddır. Rabbimiz ruhlarımızı yarattığında “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”[1] sualine ruhlarımız “evet, biz buna şahidiz” şeklinde mukabele etmiştir. Alemlerin Rabbi ve mutlak kudretin ve hakimiyetin sahibi olan Allah, yarattığı kullar ile adeta bir anlaşma yapmıştır. Ahitleşmiştir ve kendi vacib vücudu karşısında, acz fakr ve nakstan yoğrulmuş bir vücuda hayat hakkı vermiş, varlık sahrasına çıkartmış ve ; “Benim, senin Rabbin olduğumu kabul ediyor musun” hitabı ile adeta onun onayını almıştır. Daha doğru bir ifade ile, yarattığının, kendisini tanımasına izin vermiştir. Kendini yarattığı kuluna bildirmek lütf-u azîminde bulunmuştur.

Evet, Allah bizim dostumuzdur, bizim rağmımıza ve bizim zararımıza olanı değil bizim faydamıza olanı irade eder. Bununla beraber bize bir cüz’i irade vermiştir ve serbest seçim yapma imkanı tanımıştır. Biz cüz’i nazarımız ile kendi menfaatimize olacak olanı bilemediğimizden, kaderin ince ve fevkalade intizamlı ve hikmetli nakışlarına akıl sır erdiremediğimizden, olan her şeyin Rahmet ve Hikmet cihetini göremeyerek zaman zaman anlamsızlık ve abesiyet var zannına ve vehmine de kapılsak her şey yerli yerince ve hikmetlidir, abes ve zulüm hakikat noktasında yoktur.

Şimdi istibdadın açıkça nehyedildiği iki Kur’an ayetine bakalım. Bunlardan birincisi [2]  emridir. Al-i İmran Suresinin 159.ayetinde geçen bu emir cümlesi istişareyi emrediyor. Elbette bu, nehiyden evvel bir emirdir, işlerin istişare edilmesini emrediyor. İşlerin istişare ile yapılması ise, istibdadın, tek kişinin kendi fikrini dayatmasının yasaklanmasını da içinde taşıyor.

Dost ve düşmanın tasdiki ile dünyanın en fevkalade, en zeki, en ferasetli, en isabetli karar alan, daim Alemlerin Rabbi ile irtibatlı olan Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın arkadaşları ile istişare etmesi ve onların da son derece hür olarak kendi fikirlerini çekinmeden ifade etmeleri hakikaten hayret ve ibret verici bir tablodur. Bizim ise o tablodan fersah fersah ötelere düşmüş olmamız elem ve ıstırap veriyor, işlerimizi müşevveş ediyor, meşru zeminden bizi uzak düşürüyor, zulmün göbeğinde kendimizi bulur oluyoruz.

Diğer Ayet-i kerime ise; [3] ayetidir. Müminlerin güzel hasletlerinin sıralandığı bir silsile içinde “onların aralarındaki işleri istişare iledir” buyrulmuştur. Devam eden ayetlerde zulme karşı beraberce dik durulması ve haddi aşmadan mukabele edilmesi de Rabbimiz tarafından övülmektedir. İstişare emrine imtisal etmek kesin olarak istibdattan ve keyfilikten uzak durmak demektir.

Risale-i Nur Külliyatının müellifi Bediüzzaman Said Nursî hususen Divan-ı Harb-i Örfî ve Münazarat adlı eserlerinde meşrutiyet ve meşveret üzerinde ısrarla durmuştur. Bir yönetimin meşru olabilmesi için idaresinde bulunan raiyete dayanması, onların hak ve hukuklarını muhafaza etmesi ve onlara zulmetmemekle beraber istirahatlarını temin etmesi gerekir. Her şeyden önce temel hak ve hürriyetlerini güvence altına alması, istidadı bulunan ve isteyenin de rahatça yönetime katılımına imkan tanıması ve istemediklerini ya da kendine bütün bütün zıt olanları halka dayatmaması gerekir.

En dar daireden en geniş daireye kadar meşverete muhtacız. Evvela birey olarak kendi içimizde kalbimiz, aklımız, vicdanımız, nefsimiz ile istişare ederek bütünlüğe kavuşmak, saniyen aile fertlerimiz ile istişare ederek evlerimizi Cennet bahçelerinden bir bahçe yapmak, salisen mensub olduğumuz her tür kurum ve kuruluş içinde istişare ederek etkin ve verimli katılım ile iştirak-i a’mal ile hareket etmek, rabian bu vatanı idare edenler beni korumak ve dertlerimle ilgilenmek ve bana en güzel hizmeti sunmak için çalışırlar ve ben dilediğim zaman müracaat ederek derdimi dile getirebilirim ferahlığını verecek bir meşru idareye muhtacız.

Geçmişin karanlıklarını tasvir etmek istemem fakat beni kıyafetim nedeni ile kurumlarının kapısından bile sokmayan bir idareye ne kadar güvenebilirdim ki? Ve bundan kuvvet alan haddini bilmez mütecavizler içinde sokakta rahatça yürüme hakkımız bile olmadan nasıl kendimizi güvende hissedebilirdik? Edemedik de zaten. Ne ise…  şükür ki zulmün devam etmeyeceği hakikati bir kez daha kendini gösteriyor.

Kader Risalesi’nde çok dikkat çekici bir husus var ki o da budur: Cenab-ı Hakk ve Hakîm-i Mutlak kuluna der ki; “Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen seni o yolda götürüyorum. Öyle ise mesuliyet sana aittir.”[4] Bu mesele kader ile cüz-i ihtiyarinin nasıl bağdaşabileceğinin izahı içinde geçmektedir. Dikkat çeken ve Kur’an-ı Hakîm’de kendini gösteren öyle harika bir üslub vardır ki, Allah; Allah iken ve sonsuz kudreti var iken kuluna tercih hakkı tanımaktadır. Benim emrimi yapmaktan başka çareniz yoktur mahkum ve mecbursunuz gibi bir dayatmanın uzağında bize çok yollar göstermekte ve hangi yolun şartlarının ve neticelerinin ne olduğunu bildirmekte ve geçmiş ümmetlerin yaşadıkları ile de gözümüze göstermekte ve “imdi intihabdaki ihtiyar sizdedir” şeklinde bir serbestlik ve elbette mesul olmayı netice veren bir serbestlik içinde bizi bırakmaktadır.

Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak şeklinde ifadesini bulan hal bir yönü ile; muhataplarımıza seçenekler sunup, akıllarına kapı açıp onların iradelerini kısıtlamadan hür iradeleri ile seçim yapmalarını, hesabını kendileri verecekleri bir ömrün tercihlerini kendilerine bırakmayı gerekli kılmıyor mu? evlatlarımız ve eşlerimiz bile olsalar abd değiller mi? Rablerine kavuşacakları ve bizim yanlarında durup da onları savunamayacağımız ve Allah’ın izin verdiklerinden gayrı kimsenin şefaat hakkı olmayacağı bir günde Rabb-i Rahîmleri ile baş başa olacakları bir gün gelmeyecek mi? dillerin susup da el ve ayakların konuşacağı gün cibilli veya kalbi bağımız ne olursa olsun Allah’ın bir kulunun mahcub olacağı bir şeyi yapmasına sebeb olmak taşınası bir yük müdür? Peki neden bugün biz pervasızca her kese fetvalar verebiliyoruz? Adeta onların ihtiyarlarını hiçe sayarak “sen kat’i olarak bunu yapmalısın” demek hadsizliğinde bulunabiliyoruz? Ahh bir bilebilse idik yapıp etiklerimizin hesap günü ne surette karşımıza çıkacağını… acaba şimdi yapıp ettiklerimizin ne kadarını yapabilmeye cesaret edecektik?

Evet insanlar hürdürler, Allah’a hesabını verebilmeyi ümid ettikleri her şeyi yapabilirler. Bilirler ki bir karıncayı bilerek öldürmek bile hesabı epey zor bir iştir. Bunu bilen bir insan acaba insanların hak ve hukuklarını korumaz mı? Yaş bir ağacı kesmeyi hoş görmeyen bir dinin mensubları çocuk ve genç ve ihtiyarlara nasıl muamele ederler?

Allah’a bağlanmak ve hükümlerine ram olmak hürriyetin esasıdır. Kula kulluktan kurtarır, fanilerin muhabbeti ile parça parça olmaktan korur. Emri mucibince istişare ile iş yapmak zulmetmekten ve zulme uğramaktan muhafaza edecek yegane yoldur.


[1] A’raf Suresi 172. Ayet

[2] “ve işlerinde onlarla istişare et” Al-i İmran 159. ayet

[3] “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.” Şûra Sûresi: 38.ayet

[4] Nursî, Bediüzzaman Said, Risale-i Nur Külliyatından Sözler, 26. Söz İkinci Mebhas, yedincisi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum