İşte böyle Bediüzzaman

On Altıncı Söz-1

On Altıncı sözü anlatırken hepimiz heyecanlanırdık, farklı bir meselenin karşısında olduğumuzun sıcaklığını hem biz hem de Kırkıncı Hoca hissederdi. Allah’ı bilmek ile Allah’ı tanımak sırrının izahıdır o söz. Herkes Allah’ın var olduğunu bilir ama onu tanımak binbir esmasının izlerini eşyada okumak, hele güzel isimlerini birbiri içinde yorumlamak, bir de altı esmasını esmayı sitteyi bilmek bütün bunlar Allah’ı bilmenin safahatı. Bediüzzaman esma okumaları mektebi açmış, böyle  birmektep yok tarihte, Allah’ı tanımanın safahatı var. Herkes  tanıdığı kadar bilir. Yunus’un ne güzel bir mısraı vardır:

Beni bende demen bende değilem

Bir ben vardır bende benden içerü

Tecelliden nasib erdi kimine 

Kiminin nasibi ondan içerü

Severim ben seni candan içeri

Yolun vardır bu erkandan içerü.

Bilmek ile tanımanın sınırlarını bu kadar güzel ve yerinde apokaliptik imajlarla anlatmak Hz. Yunus Üstadın dilinden değil mi?

Bediüzzaman bahse başlamadan “itminan-ı nefsime medar olacak“ diyor. Ne demek itminan-ı nefs, şüphe ile itminan-ı nefs arasındaki sınırlar nasıl acaba.

Hz. İbrahim Allah’tan bir itminan-ı nefis için örnek ister. Demek tatmin olmak şüphe değil. Başka yerde Bediüzzaman “kör nefsime bir basiret diye“ anlatır. Bu bahsi felsefe tarihi şüpheyi organize edenlerden biri olarak Descartes’i gösterir. Bize Tanzimatla girdiği söylenir, bunlar dinden haberi olmayan araştırmacılarımızın yorumları mesele ta Hz İbrahim’e kadar gider kimsenin haberi yok.

Cenab-ı Allah, İbrahim ile aralarında geçen vakayı anlatır: ”Bir vakit de İbrahim ”Ya Rabbi ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin? demişti. Allah “Ne o yoksa bana inanmadın mı?“ dedi. İbrahim şöyle cevap verdi “Elbette inandım lakin sırf kalbim tatmin olsun diye, bunu istedim.” Allah ona “Dört kuş tut onları kendine alıştır, sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır. Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakimdir (Üstün kudret ve tam hikmet sahibidir.) 2/260

Hak-teala azamet aleminin padişehi

La-mekandır olamaz devletinin taht-gehi

Hasdır zat-ı ilahisine mülk-i ezeli

Bi-hudud anda olan kevkebe-i lemyezeli

Eser-i hikmetidir yerle göğün bünyadı

Dolu boş cümle yed-i kudretinin icabı

İzzet ü şanını takdis kılar cümle melek

Eğilir secde eder piş-i celalinde felek

Emri vech üzre yer eyler gece gündüz hareket

Değişir tazelenir mevsim-i feyz ü bereket

Pertev-i rahmetinin lemasıdır ayla güneş

Tab-ı hışmından alır alsa cehennem ateş

Şerer-i heybet-i ulviyyesidir yıldızlar

Anların şulesi gök kubbesini yaldızlar

Kimi sabit kimi seyyar be-takdir-i Kadir

Tanrı'nın varlığına her biri bürhan-ı münir

Varlığın bilme ne hacet küre-i alem ile

Yeter isbatına halk ettiği bir zerre bile

Göremez zatını mahlukunun adi nazarı

Hisseder nurunu amma ki basiret basarı

Vahdet-i zatına aklımca şehadet lazım

Can ü gönlümle münacat ü ibadet lazım

Neşe-i şevk ile âyâtına tapmak dilerim

Anla var Hâlik'ıma gayrı ne yapmak dilerim

Ey Şinasi içimi havf-ı ilahi dağlar

Suretim gerçi güler kalb gözüm kan ağlar

 

Şinasi “vahdet-i zatına aklımca şehadet lazım “ derken itminan istemektedir. Bir peygamber bile itminan istiyorsa , şüphenin tatmini gerekir. Bu yüzden Bediüzzaman eserlerindeki en müthiş suali sorar, onun muhayyilesi bir tevhid mahkemesi salonu, muhalif de Bediüzzaman çözümleyen de, muteriz de aynı anda üç rolü oynayan bir büyük tiyatro oyuncusu.

Bediüzzaman’ın rolleri artistik kabiliyeti, göründüğü karakterler koca bir  sanat kitabı olur. İşgal İstanbul’unda Bediüzzaman, otuz bir martta Bediüzzaman, birinci mecliste Bediüzzaman, annesi ile çamaşır yıkamaya gittiği nehrin kenarında annesine “korkma anne ben senin yanındayım“ diyen Bediüzzaman, Rus çarına ayağı kalkmayan Bediüzzaman, Atatürk’e “paşa paşa İslamda imandan sonra namazdır” diyen adam.

“Hakim Bey namazım geçiyor” deyince “kaza edersin” diyen hakime “biz namazın hukuku için burdayız” diyen adam. Dava namazın davası devleti ele geçirmek işgal ordusu kurmak değil.

Barla’ya giderken sandalda namaza duran sandalcıya hayatının en büyük hayretini yaşatan adam. Bunların her biri anlatırsa Bediüzzaman’ın karakterizasyonları diye  ne harika bir çalışma olur. Böyle yüz  tane sayılır ve az da kalır.

Isparta’da araba beklerken orada bir yer bulup caddede kuşluk namazı kılan adam Bediüzzaman. Köpeklere ekmek dağıtıp onları da nevruz şevkine iştirak ettiren Bediüzzaman. Kaplumbağayı taciz eden çocuklara, “Zübeyir şu canlıyı onların tacizinden kurtar der” işte Bediüzzaman. Binlerce beni içinde taşıyan insan külliyesi Bediüzzaman. İçi boşaltılmış yumurtayı avucunda kırmaya çalışan talebesine bu kadar tahribe bile yer vermeyen Bediüzzaman.

Yıllarca kendini aydınlatmış floresanları çöpe atan talebelerine, “insanoğlu ne kadar nankör” diyen adam. Yıllarca birlikte tevhid ve dua seansları yaptığı ağaca sarılıp ağlayan adam. “Zübeyir ben ölmeden git Van’daki hatıralarımı bir daha gözden geçir benim adıma onlara sarıl, ağla” diyen adam.

Onuncu sözde muteriz arkadaşı yürüyüp ona ahireti yudum yudum anlatan adam, pencerelerde daralmış dünyaya tevhid pencereleri açan adam.

İşte bele Himmet Efendi derdi hocam, işte bele arkadaşlar. (Daha yeni başladık)

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum