İsra ve Mirâc mucizesi karşısında müşriklerin tavrı ne oldu?

İsra ve Mirâc mucizesi karşısında müşriklerin tavrı ne oldu?

"İmkân ile vücub ortasında Kab-ı Kavseyn ile işâret olunan makama" giren ve mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hakkın kelâmına ve rü'yetine mazhar olan Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, aynı gece Hâne-i Saâdetine geldi.

Sabahleyin mirâcını ve o ulvî seyahat esnasında gördüklerini Kureyş'e haber verip anlatmak istedi. Ancak, amcası Ebû Talib'in kızı Ümmühânî elbisesine yapışarak,

"Yâ Resûlallah!" dedi. "Sakın bunu halka anlatma, seni yalanlarlar ve seni üzerler."

Fakat Peygamberimiz (s.a.v.),

"Vallahi! Ben onu anlatacağım." dedi ve halkın yanına varıp Mirâc'ı haber verdi. Kureyşliler şaşırdılar:

"Yâ Muhammed! Buna delilin nedir? Biz bunun bir benzerini daha şimdiye kadar işitmedik." dediler.

Resûl-i Ekrem Efendimiz şunları anlattı:

"Delilim şudur ki, filân oğullarının devesine filân vadide, filân yerde rastladım. Develerini kaçırmış arıyorlardı. Onları develerine doğru kılavuzladım ve ben Şam'a yöneldim."

"Sonra dönüşümde Dabhanan'a geldiğimde, filan oğullarının kafilesine rastladım, halkı uyuyordu. Onlara ait, üstü örtülü su kabının örtüsünü açıp içindeki suyu içtim. Yine eskisi gibi üzerini örttüm."

"Başka bir delilim de şudur: Sizlere ait bir kafileye Ten'im yokuşunda rastladım. Önde karamtırak bir deve vardı. Üzerinde birisi siyah, öbürü alaca renkli iki çuval bulunuyordu."1

Halk merak içinde ve sürâtle Seniyye mevkiine çıktı. Bir müddet sonra kafile çıkageldi. Peygamber Efendimizin haber verdiği gibi önünde karamtırak deve vardı. Gelen diğer kafileye su dolu kaplarını sordular. Onlar, su doldurup, üzerini örttüklerini söylediler. Su kabına baktılar, üzeri kendilerinin örttüğü gibi örtülü idi, ama içinde su yoktu. Müşrikler şaşırdılar, ve "Tıpkı dediği gibiymiş." dediler.2

Müşrikler, Peygamberimiz (s.a.v.)'in haber verdiği diğer haberleri de araştırdılar ve aynen söylediği gibi buldular. Buna rağmen îmân edip Peygamberimiz (s.a.v.)'in dâvâsını tasdik etmediler.

İsrâ ve Mirâc mûcizesini kabul etmemekte direnen Kureyşli müşrikler, Resûl-i Ekrem Efendimizden bu hususta delil üstüne delil istemekten de geri durmuyorlardı. Bir çokları, "Deve ile Mekke'den Şâm'a gidiş bir ay, dönüş de bir ay sürer. Muhammed, oraya bir gecede nasıl gidip Mekke'ye döner?" dediler.
İçlerinden o taraflara seyahat etmiş ve Mescid-i Aksâ'yı görmüş olanlar, Peygamber Efendimize gelerek,

"Mescid-i Aksa'yı bize târif edebilir misin?" diye sordular.
Resulullah Efendimiz,
"Gittim, târif edebilirim." cevabını verdi.
Bundan sonrasını Efendimiz şöyle anlatır:

"Onların, yalanlamalarından ve suâllerinden pek çok sıkıldım. Hatta, o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken, Cenâb-ı Hak, birden Beytü'l Makdis'i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer târif ettim. Hattâ bana, 'Beytü'l-Makdisin kaç kapısı var?' diye sormuşlardı. Halbuki, ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü'l-Makdis karşımda görününce, ona bakmaya ve kapılarını birer birer saymaya ve bildirmeye başladım."3

Bunun üzerine müşrikler,

"Vallahi, tastamam ve doğru târif ettin." dediler. Buna rağmen yine îmân etmediler.

Hz. Ebû Bekir Tereddütsüz Tasdik Ediyor

Mekke halkı arasında gönülleri İslâma ısınıvermiş, fakat Mirâc haberiyle birden şaşırıp kalan kimseler de vardı. Bunlar bu haberi duyar duymaz derhal Hz. Ebû Bekir'e koştular,

"Yâ Ebâ Bekir!" dediler. "Arkadaşının işinden haberin var mı? O, bu gece Beytü'l-Makdis'e gittiğini, orada namaz kılıp Mekke'ye döndüğünü söyledi."
Hz. Ebû Bekir,
"Siz bunları ondan mı duydunuz?"
"Evet," dediler, "aynen ondan duyduk."
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir,
"Vallahi," dedi, "o söylediyse, şeksiz şüphesiz doğrudur. Siz buna hiç şaşırmayın!"

Sonra da, kalkıp doğruca Resûl-i Kibriyâ Efendimizin yanına gitti,

"Yâ Resûlallah! Sen, şu halka bu gece, Beytü'l-Makdis'e gittiğini söyledin mi?" diye sordu.
Peygamberimiz (s.a.v.),
"Evet" deyince Hz. Ebû Bekir,
"Doğru söylüyorsun, senin Allah'ın resûlü olduğuna şehâdet ederim." dedi.
Peygamber Efendimiz de, bunun üzerine,
"Yâ Ebâ Bekir, sen zâten sıddîksın" buyurdu.4

Ve, o günden itibaren Hz. Ebû Bekir, "Sıddîk" diye anılmaya başlandı. Sıddık, şeksiz, şüphesiz doğrulayan mânâsına geliyordu.

Dipnotlar:

1. Sîre, 2/43-44.
2. a.g.e., 2/44.
3. İbni Sa'd, Tabakât: 1/215; Müslim: 1/108.
4. İbni Hişâm, Sîre: 2/40; İbni Sa'd, Tabakât: 3/170.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Yazar:

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.