Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Isparta Kahramanlarına arkadaş olmak (3)

Üstad’ın başlattığı Risale-i Nur hizmetinin esas prensibi; ahir zamanın dehşeti içinde bütün ehl-i imanı kucaklayan ve asla dışlayıcı olmayan bir çizgi takip etmektedir. Üstad’ın tasavvuf ve tarikat ehli için de görüşleri, muhakkak ki, bu çerçeve içindedir. Risale-i Nur, ahir zamanın küfrü ve küfranı içinde, bütün ehl-i imanın manevi imdadına gönderilen ve tebşir edilen bir Kur’an ve iman hizmetidir.
Risale-i Nur’un sahibi, ondan istifade etmeye çalışan bütün ehl-i imandır. Elbette talebe, kardeş ve dost tabakaları vardır ve bunlar da Risale-i Nur ile bağlılıklarının ve istifadelerinin derecesine göre, belki mana âleminde değerlendirilecektir. Bizim bu konuda bir gruplandırma ve etiketlendirme yapmamız, bazı hatalı değerlendirmelere sebep olabilir.

İmanlarını Risale-i Nur ile kazanan ve bunları okuyarak imanlarını kuvvetlendirmeye çalışan mümin kardeşlerimizin bazıları, belki ruhani ve tasavvufi bazı zevklere ve manevi hazlara da yönelebilirler. Bunları dışlayıcı ve sınırlayıcı olmak gibi bir hakkımız yoktur. İşte burada ‘’Isparta Kahramanları’’ ile ilgili olarak yukarıya aldığımız mektup göz önüne alınabilir.

Risale-i Nur, bütün Müslümanların ve hatta bütün insanlığın malıdır. Hollanda’da her hafta bir araya gelen bir grup papazın, Haşir Risalesini müzakereli bir tarz okumaları ve ahiret inançlarını tahkim ve takviye etmeleri, bu iman eserlerinin bütün insanlığa mal olduğunun güzel bir göstergesidir. Bu papazlar, gençlere ancak Haşir Risalesi ile ahiret inancını ikna edici bir tarz anlatabildiklerini itiraf etmişlerdir.
Isparta Kahramanlarına arkadaş olmak, bütün bu sebeplerden dolayı kolay değildir. Meseleye; zaman, şartlar, mukteza-yı hal, ümmetin vaziyeti ve daha birçok sebep muvacehesinde bakmak gerekir.

Hakiki ve samimi bir ehl-i tarikatın da zındıkaya girmesi ve onlara taraftar olması neredeyse imkân haricindedir. Üstad Said Nursi’nin şu sözlerini de yabana atmamak gerekir:

‘’Tarikat, yani Sünnet-i Seniyye dairesinde tarikatin hasenâtı seyyiâtına katiyen müreccah olduğuna delil, ehl-i tarikat, ehl-i dalaletin hücumu zamanında imanlarını muhafaza etmesidir. Âdi bir samimî ehl-i tarikat, sûrî, zâhirî bir mütefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder. O zevk-i tarikat vasıtasıyla ve o muhabbet-i evliya cihetiyle imanını kurtarır. Kebâirle fâsık olur, fakat kâfir olmaz, kolaylıkla zındıkaya sokulmaz. Şedit bir muhabbet ve metin bir itikadla aktab kabul ettiği bir silsile-i meşâyihi, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez. Çürütmediği için, onlardan itimadını kesemez. Onlardan itimadı kesilmezse, zındıkaya giremez.’’ (Mektubat, 29. Mektup, sayfa;430)

Eskişehir Hapishanesindeki cazibedar Şeyh de zaten, ehl-i iman olan Nur Talebeleri arasında mürit bulmaya çalışmıştır. Yoksa materyalist felsefenin pençesine düşmüş bir dinsiz feylesof ile muhatap olma ve onu ilzam ve ikna etmek gibi bir gayretin içinde olmaları da çoğu zaman netice almak cihetinde mümkün olmamaktadır.

İşte iman, insanlara ebedi cenneti kazandırmakla onları sultan yapar. Cehenneme gitmelerinin ve esfel-i safilin derecelerine düşmelerinin önüne geçer. Yanı insanlara çok büyük terakki ve teali kazandırır. Velayet ise, ehl-i imanın cennetini genişlettirir ve makamını yükseltir. Elbette bu sırdan dolayı, bir adamı sultan yapmak, on belki yüz neferi paşa yapmaktan çok daha büyük bir kıymete haizdir. Burada, bir kıymetsizlik ve gereksizlik anlamı çıkmamaktadır. Bir öncelik ve aciliyet anlamı vardır.

‘’Bir adamın imanını kurtarmak, on adamı veli yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir’’ sözünün anlamı da budur. Isparta Kahramanları ve onların arkadaşlarının esas öncelikleri, izn-i İlahi ve tevfik-i İlahi ile insanların imanlarını kurtarmak ve onları cennete ehil bir vaziyete getirmekten ibarettir. Isparta Kahramanları, bu görev ile tavzif edilmişlerdir.

Başka bazı ehl-i imanın insanları velayet mertebelerine çıkarma, onların cennetlerini genişletme ve bazı mümin neferleri, paşalık makamlarına terfi ettirmek gibi bir gayret göstermeye çalışmaları, bu zemin ve bu şartlarda elbette takdir ve tebrikle karşılanmalıdır. Bu kardeşlerimize ancak muhabbet ve uhuvvet nazarı ile bakabiliriz.

Biz Isparta Kahramanlarına arkadaş olmak istiyorsak, bütün himmetimiz ve gayretimiz ile mesaimizi, insanların imanını kurtarmaya sarf etmeliyiz. Yoksa insanların, kendi cennetlerini genişletmelerinin önünde bir engel olarak duramayız veya böyle bir tercihi de fuzuli bir iş olarak değerlendiremeyiz.

Bu durum, Risale-i Nur’un çok önemli bir düsturu olan;  ‘’Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, "Mesleğim haktır" yahut "daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek’’ (Lem’alar, sayfa 155) kaidelerine münafi hareket etmek olur ki, Rabbim bütün ehl-i imanı böyle bir duruma düşmekten muhafaza buyursun.

Burada önemli bir noktaya da değinmek yerinde olacaktır. Ahir zamanın bu dehşeti ve olağanüstü şartları çerçevesinde meseleye bakıldığı zaman, Risale-i Nur metodunun, ne kadar isabetli ve yerinde olduğu açıkça görülecektir. Üstad Said Nursi, hayatının son yıllarında ‘’zaman tarikat zamanı değil’’ sözünün nasıl anlaşılması gerektiği konusunda önemli bir tespit yapmakta ve bütün tarikat ehline kucak açmakta ve onların da Risale-i Nur dairesi içinde yer bulabileceklerini beyan buyurmaktadır:

‘’Şimdi en mühim tekkeler ehli, ehl-i tarikattır. Bütün kuvvetleriyle Nur Risalelerini nurlandırmaları ve sahip çıkmaları lâzım ve elzemdir. Şimdiye kadar ben yalnız iman hakikatini düşünüp "Tarikat zamanı değil, bid’alar mâni oluyor" dedim. Fakat şimdi, sünnet-i Peygamberî dairesinde, bütün on iki büyük tarikatın hulâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi.’’ (Emirdağ Lahikası, sayfa;297)

Elbette kıyamete kadar bütün Müslümanların pişdarı ve imamı, on iki tarikatın esaslarını ve önemli umdelerini birleştiren, geniş, umumi ve selametli bir Kur’an’i yol açan Üstad Bediüzzaman Said Nursi’dir. Bunun için de Nur Talebeleri, kalben, ruhen, aklen ve vicdanen bu hizmetin yanında ve tarafındadırlar.

Başka bir yerlerde Nur aramaya ihtiyaç duymazlar. Kimseye, hatta kutb-u azam derecesine gelmiş bir veliye muhabbet ve hürmet göstermekle birlikte, bir temayül göstermezler. Üstadları ve Risale-i Nurlar ile iktifa eder, bunları hayatlarının merkezine koyarlar.

Ve artık nöbet ve bayraktarlık; Risale-i Nur’dadır.  Bu hizmete kim yardım eder ve bu nöbetdarlığı kolaylaştırsa, elbette çok azizdir ve ‘’baş ve göz üstüne’’ kabul edilmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum