İslamofobya Sempozyumu

Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’da manevi bir fütuhat yapıldı. Risale Akademinin Akademik Araştırmalar Vakfı ve Üsküdar üniversitesi işbirliği ile Üsküdar Belediyesi Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezinde gerçekleştirdiği “Lemeat Ekseninde Uluslararası İslamofobya Sempozyumu” yerli ve yabancı akademisyenler tarafından ilgi gördü.

Ortada bir İslam korkusu var, kimse korkmak ve korkutulmak istemiyor. Bu nedenle müsbet Asya ve müsbet Avrupa düşünürleri, alimleri, araştırmacıları ve akademisyenleri bir araya geldiler, korkunun kaynağını araştırdılar ve hal çareleri aradılar.
İnşaallah buradan çıkan sonuçlar, çözümün başlangıcı ve anahtarı olur ümidindeyim.
“Hayırlı işlerin birçok manileri olur.”

İslam külliyen hayırdır. Başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlığın hayrına inmiştir. İslama iman eden teslim olmuştur. Bu teslimiyetle Allah’a, kendisine, din kardeşlerine ve kendi halindeki insanlara; “Artık ben kötülüklerden, zararlı şeylerden ve başkalarının korkusu olmaktan uzak duracağım” kabilinden söz vermiştir.

Bu nedenle bazı konuşmacılar; iman etmek, teslim olmak, selametli olmak, güvenilir olmak anlamlarını ihtiva eden “İslam” kavramı ile “sana dostum, senin için bir tehlike değilim” mesajının verildiği “selam” kavramı üzerinde durdular.

Problemin kaynağı araştırlırken insanın kendisini hatasız ve suçsuz görmesi çözüme bir fayda vermez. İnsanın nefsini kusurlu görmesi, barışa veya anlaşmaya şartsız yanaşması demektir. Başkasını suçlayarak çözüme ulaşan belki hiçbir problem yoktur. Nitekim konuşmacılardan bir kısmı bu durumu belirtmek için “Çuvaldızını kendine, iğneyi başkasına batırmak” atasözünü dile getirdilerdir.

Biz İslamı gereği gibi yaşayabiliyor muyuz? Doğru muyuz, dürüst müyüz ve başkalarına güven telkin edebiliyor muyuz? Bunlara “evet” diyebilmek çok zor, bizden çoktan küsüp gitmişler. Bediüzzaman bunları Şam Hutbesinde 1911 yılında hastalık olarak zikrediyor. Bu hastalıklar damarlarımıza kadar işlemiş ki, İslam coğrafyası, fakir, perişan, darmadağınık, güvensiz ve göreni-görmeyeni korkutuyor. Bu halde iken İslamın insanlığa saadet saçan düsturlarının güzelliğini kendimize ve başkalarına nasıl gösterebiliriz? Ayna bazuk ve hasta ise, görüntü de aynısı olacaktır muhakkak ki…

Müslümanlar başta kendileri, “hayırlı işlerin manisi” olarak görülmektedir. İkincisi olarak da Asya münafıklarını söyleyebiliriz. İçerideki karanlık güçlerin ve toplum mühendisliğine soyunan hilebaz ve baskıcı elit kesimlerin İslam ve din adına yaptıkları yanlışların, bir de bunların maşaları olan terör örgütlerinin rejimleri zaten korkuya dayanmaktadır. Böyle bir toplum herhalde dışarıya “melek” görünecek değildir.

Bu noktada Yrd. Doç. Dr. Emir Kaya’nın, “Müslümanların sosyal kusurları dini değil. Bu hatalar İslama dayandırılıyor. Bunun arkasındaki felsefenin araştırılması lazım. Her kültürde aslında kültürel bir mağlubiyet var. Din burada imdada çağrılıyor ve zihin burada bir oyun oynuyor. Bu nedenle devamlı özeleştiri yapmak lazım, özeleştiri ile beslenen bir kültürle mücadele etmenin mümkün olamayacağı” sözlerini zikretmek gerekir.

Özeleştiri yani nefis muhasebesi İslamın vazgeçilmez unsurlarından birisidir. Genel vaziyete bakıldığında bizim bunu çok da dikkate almadığımız görülüyor. Muhasebesi olmayanın dengesi ve düzeni olabilir mi?

Doç. Dr. Ertan Efegil; “İslamın uluslararası bir kuramı var mı?” diye soruyor. İslam alimlerinin dünyayı genellikle “darulislam” ve “darulharp” olarak ikiye ayırdıklarından bahsediyor. Burada anahtar kavram olarak “cihat”ın karşımıza çıktığını bunun da “el-kaide”, “terör”, “adam öldürme” ve “siyasal islam” gibi şeyleri çağrıştırdığını belirtiyor. “İslami terör” denen şeyin islami olmadığını, aslında insanın islamı kendi hakları ve amaçları için kullandığını ifade ediyor.

Prof. Dr. Hüsyin Yaşar, İslamın insanların her şeyleri hakkında söz söyleyen, dünyayı değiştiren bir din ve İslamın “güvenlik”, peygamberin de Kur’an’ı dünyaya dinleten bir zat olduğunu belirtiyor. İslam tarihinde İslamofobiyi başlatan adamın Yohanna Dımışki olduğunu ve İslamın önüne sürülen karalama söylemlerin neredeyse tamamının bu adama dayandığını ifade ediyor. Esas korkunun insanın kendisini başkalarına anlatarak rahatlarını bozmasıyla başladığını, inanç ile eylem birliği sağlayamadığımız sürece de korkunun kaynağı olmaktan kurtulamayacağımızı vurgulayarak “İslam politika olarak ele alındığı sürece korkunun olmaması mümkün mü?” sorusunu soruyor.
Bu özeleştirilerin Müslümanları kendine getirmesini temenni ediyorum.
(Devam edecek)

(Sempozyumdan fotoğraflar için TIKLAYINIZ)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.