Ayhan KÜFLÜOĞLU

Ayhan KÜFLÜOĞLU

İslâmiyet’in doğru olduğunu ‘biliyor’ muyuz; yoksa ‘inanıyor’ muyuz?!

Bilimsel Bilim’e Suç Duyurusu Ve İslâmî Bilim’e Geçme Talebi

Bedîüzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.A.) “Medresetüz Zehra Projesi kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları Ve İslâmî Bilim’e Niçin Geçmeliyiz?” konulu kitap çalışmamızın çerçeve yazısı niteliğindeki Yazı dizimize devam etmeden önce; bazı konulardaki bilgi eksikliğinin doğurduğu; kavram kargaşası ve anlam bulanıklığını gidermemiz gerekiyor.

Çünkü çoğu kez; yanlış bilmek, hiç bilmemekten çok daha tehlikelidir. Hiç bilmemek "cehaletse", yanlış bilmek "kat kat cehalettir"; çünkü bilmediğini de bilmez ki doğrusunu öğrensin, çünkü cehaletine ilmi yok! İşte ateist - materyalist Bilim'in, en dehşetli zararlarından birisi de budur, yani: Öğrenilmiş Cahillik!

Birincisi: Bu Yazı Dizisi ne dinî, ne felsefî, ne de bilimsel bir yazıdır. Çünkü “gerçek” gerçektir, dinisi – dinsizi, felsefî veya bilimseli ol(a)maz. Çünkü "hak" hak oluş keyfiyetiyle ve tanım olarak izafî ve değişken değildir. Fakat "hak"ka ait bilgi demek olan "hakikât", izafî ve değişkendir. Çünkü araya "bilgiyi öğrenen, edinen" mahlûk (burada insan) giriyor ki, bu mahlûkların çeşitliliği ve bulundukları boyut ve bakış açı ve nazar ve sınırlılıkları; "hak”kın bilgisi olan “hakikât”te çeşitliliğe ve izafîliğe yolaçıyor.

Yaşayarak veya başkalarından duyma gibi diğer yollarla öğrenilen hakikâtin, kelimelerle ifade edilip, lisana dökülmesi de ayrı bir izafîliğe daha neden oluyor; ki bunun nedeni de: Tüm  kelime ve kavramların, mecaz / metafor / temsil olmasından kaynaklanıyor; yani “kelime / kavramlar” işarettir sadece, işaret ettikleri şeyin kendisi değil. Nasıl ki hakikât, hak'ın kendisi değil; öyle de kelime ve lisanda bunun ifadesi de hakikâtin kendisi değil; sadece bir işaret ve temsilidir. Sonuç: “Hakikât”, yaşamadan bilin(e)mez.

İkincisi: Bir ifadenin “bilimsel olmaması” ayrı şey, “doğru olmaması” ayrı şeydir; çünkü “bilim”, “bilgi”ye eşit değildir, olsa olsa ve sadece mevcut bilgi’nin 5 duyuya daraltılmış ve saptırılmış bir hâlidir! Tıpkı “bilgi” (knowledge, information, info, data) ile “bilim”in (science) aynı şeyler olmaması gibi.

“Bilim”; “bilgi”yi, evrendeki işleyişin bilgisini bulmaya çalışan bir yöntem ve sonucu olabilir ancak, fazlası değil. Bilimsel Bilim’in konusu olan aynı kâinata bakarak ve 5 duyuyla kendini sınırlamayarak [mes’elâ “akıl” 6. duyu olup, gördüğünden gör(e)mediğini bulmaya yarar, insanda bunun gibi daha başka maddî – manevî çeşitte duyular da var]; Bilim’in bulamadıklarını gösteren ve gördüğü hâlde yanlış anladıklarını veya çarpıttıklarını düzelten başka bir Bilgi Yöntem’i daha var ki, biz buna “İslâmî Bilim” ismini verdik.

Zaten “bilgi” ve “bilgi edinme” denilen şey; mahsusatı (görünüp, algılananları, yani hissedilenleri); ma'kulâta (aklî kavram, kanun, sınıflandırma, model, paradigma) çevirme veya görünen eşyadan görünmeyenleri (kanun, sınıf, ilişki, model vs.) veya değişen eşyada değişmeyen sabiteler arama ve bulma işi ve sonucu olduğu için; Rabbimiz yarattıkları (mahlûkat) ve yaratma şekillerini (Sünnetullah) inceleyen Bilim’in, Rabbimiz’e yokmuş gibi davranması, cehalet ve gafletten öte nankörlük ve hakarettir! Tıpkı bir yazarın eserini “o yazmadı, ben yazdım, başkası yazdı” demek gibi veya birisinin eşyasını gasbetmek gibi veya Mona Lisa tablosunu saatlerce anlatıp, hakkında kitap yazıp, Da Vinci’den hiç bahsetmemek, ondan kopuk ve ilgisizmiş gibi veya aciz ve fakir ve seni tanımaz hizmetçi eliyle sana ikram edilen sıfır arabayı tepe tepe kullanmak ama göndereni hiç merak etmemek veya hizmetçiden bilerek, sadece ona minnettar olup, sevmek gibi…

Elhasıl İslâmî Bilim, “doğru – iyi – güzel”den taraf olacak ve doğruyu bulduktan sonra da nesnellik ve objektifliği bırakıp; olaylara bakılması gereken doğru perspektif ve taraftan bakacak. Yani Allahu Tealâ yokmuş gibi yapmayacak! Yani “ateist – materyalist – determinist ve natüralist” inançta olup, bir de bunun ispatına çalışan, üstüne üstlük “objektif ve tarafsız ve inanç / değerden bağımsızız” yalanı söyleyen Bilimsel Bilim gibi insanlara ikiyüzlü davranmayacak ve Allahu Teâlâ’ya nankör ve asi olmayacak! O’nun fiil ve eserlerinin te’lif hakkını yemeyecek; O’nun icraat, İlâhî Kanun, Sünnetullah’ını, “Tabiat, Doğa – Fizik Kanunu” diye isimlendirip; sebeplere, maddeye dağıtmayacak! Hiçbirşey kendi kendine ve sebeplerle ol(a)madığı ve ol(a)mayacağı için; gördüklerine “oluşma, oluşum, varlık” değil, “yaratma, yaratılmış” diyecek. Yani herşeyi olması gereken yere koyup; ni’mete “ni’met”, rızıka “rızık”, rahmete “rahmet” diyecek! Güya objektif ve tarafsızmış rolü yapıp; kâinattaki mevcudat ve faaliyetleri isimlendirip, tasvir ederken, ateist – materyalist veya agnostik subjektiviteye düşmeyecek!

Üçüncüsü:“Bilgi’ ve ‘inanç’ arasında fark olduğu”, yani “bilmek’ ve ‘inanmak’ın farklı kategoriler olduğu” yanlışı.

Dördüncüsü:Bazılarının “Bilim, bilimdir ve evrenseldir; sana–bana göresi, İslâmîsi – Gayri İslâmîsi ol(a)maz” ve “Bilim ‘nasıl’a, İslâm ‘niçin’e cevap verir” yanlışı.

Beşinci yanlışta: Bazı kaynaklarda; Bilim’in sebebini epistomolojik olarak bul(a)madığı veya ontolojik olarak “bilemeyeceği, bulamayacağı” argümanların, “iman”ın delil – ispatı olarak kullanılması! Eğer biz imanımızı Bilim’in sebebini henüz bulamadıği veya hiçbir zaman bulamayacağı veya Bilimsel Kriterlerle deney-gözlem yapamadığımız / yapamayacağımız (Big Bang ve öncesi gibi) şeylere; yani imanımızı cehaletimize bina edeceksek; bu iman etme / iman güçlendirme / iman ispat etme yöntemi yanlış. Böyle bir iman, delil ve bilgiye degil; delilsizlik ve bilgisizliğe dayanmış olur çünkü!

Elhasıl beşincisinin yanlışlığı hakkında; “İslâmî Bilim” konusunda yaptığımız çalışmalar yeterli bir cevaptır zaten. Burada dördüncü yanlışın yanlışlığının izahından başlayıp, üçüncüsünü haftaya bırakalım.

Bilimsel Bilim Objektif, Tarafsız ve Evrensel değildir

Bazılarının “Bilim, bilimdir ve evrenseldir; sana–bana göresi, İslâmîsi–Gayri İslâmîsi ol(a)maz” demelerinin nedenleri:

Bu argümanı söyleyenler, zihinlerini seküler ve lâik paradigmalara göre dizayn ettiklerinden, yani batıdan ithal kavramlarla yapılandırdıklarından; zihnî algılarında İslâmiyet’i “din” kategorisine alıp, sonra “Bilimsel Bilim” isminde İslâmiyet dışı (İslâmiyet’ten bağımsız ve kopuk) seküler bir alan oluşturmalarındaki absürdlüğü farkedememeleri normâldir.(*)

[(*)Avrupa’da Bilim’in, kilise–engisizyon boyunduruğundan kurtulması için, bu din dışı kategori gerekli ve anlamlıydı. Bu dinden bağımsızlığını ilân etme ve din dışı alan tanımı, Batıda Bilim’in gelişmesi için işlevsel ve faydalıydı. Bu ayrım, muharref Hıristiyanlığın Tanrı ve Varlık tanımına da (yani teoloji ve ontolojisine) aykırı değildi (onların teolojisinde Tanrı kâinatın yaratılıp–kurulmasında ilk sebep olup, işleyişe karışmaz, olaylara bazen mu’cizelerle müdahil olur; Varlık ise kendisine Tanrı tarafından verilmiş bir kuvvet ve potansiyelle Tanrı’ya ihtiyaç duymadan ayakta durup, işleyebilir); üstelik Hz. İsa (A.S.) Efendimiz’in tebliğ ettiği hakikî Hıristiyanlık daha ziyade manevî ağırlıklı olup, dünyevî hayatın tanzimiyle ilgili (bilebildiğimiz kadarıyla) detay yoktu. Fakat İslâmiyet, yatağa yatış şeklinden, tuvalete giriş adabına kadar en ince detayları bile tanzim etmiş; kendisinden kopuk ve ayrı bir alan tanımına müsaade etmemiştir.

1700–1800’lerden itibaren başladığımız ve 1900’lü yıllarda tamamlayıp, resmîleştirdiğimiz Batıya benzeme/Batılı olma; (şapka, harf, dans, opera gibi) Batı’nın herşeyini birebir kopyalama suretinde gerçekleştiği için, Bilimsel Bilim ve bunun bağlı olduğu ateist–materyalist–natüralist–determinist zihniyeti de birebir kopyaladık.

Bir de; dinimizde “dünyayı bırak, ahirete çalış, hiçbir şeyi araştırma, öğrenme” gibi veya bu anlamı imâ veya ihsas edecek tek bir Ayet–i Kerime, Hadis–i Şerif, icma, kıyas vs. yokken, hatta durum tam tersiyken; “Bizi, İslâmiyet mi geri bıraktı” sorusunu utanmadan sorabildik! Maddiyatta geri kalışımızın sebebini kendimizde değil, dinimizde aradık; tarihsel, sosyolojik, politik ve ekonomik asıl sebeplerini bile sorgulamadık…]

“Bilim, bilimdir ve evrenseldir; sana–bana göresi, İslâmîsi–gayri İslâmîsi ol(a)maz” demelerinin diğer nedenleri:

Bilim’in objektif, tarafsız ve inançtan bağımsız ve evrensel olduğunu düşünmeleri,

Bilim’i sadece “gözlem–ölçme/deney” olarak dar bir pespektiften tanımlamaları,

“Bilim” (science) ile “Bilgi” (bilgi, ilim, knowledge, info, data) ayrımını yap(a)mamaları. Halbuki Bilimsel Bilim; evrendeki bilgiyi keşif ve üretme yöntemlerinden sadece birisidir.

Bilim’e hâkim olan felsefe ve bu felsefenin rehberliğinde şekillenen algı/amaç/bakış açısı/gözlem ve bilimsel ifadelerinin ateist, materyalist ve natüralist, determinist olduğunu farketmemeleri,

Bilim’in “nasıl”a, İslâm’ın “niçin”e cevap verdiği safsatasına inanmaları. Çünkü çoğu yerde “nasıl” ve “niçin / niye” kavramları birbirinden bağımsız ve ayrı olarak cevabı verilebilecek sorular değildir.

Son olarak, mevcut Bilim’e alternatif olacak, ondan çok daha geniş bir araştırma–öğrenme, gözlem–yorum metodu olduğunu veya olabileceğini düşünememeleridir.

“Belli şartlar altında saf su, hep 100 oC’de kaynamaya başlar. Şu bilime, bu bilime göre değişmez!” argümanı da; Bilim’i sadece gözlem–ölçme/deney olarak görmelerinden kaynaklanmakta. Bir de mevcut Bilim’e alternatif olacak Bilim’in, gözlem–ölçme/deney yapmayacağı, buna karşı olup; Bilim’in bu veri/datalarını dışlayacağı önyargısından kaynaklanmaktadır. Hasılı konuyu derinlemesine düşünmediklerini göstermektedir.

Eğer gözlem–ölçme/deney Bilimsel Bilim’in malı olsaydı, patenti onun olsaydı, bu önyargılarında haklı olabilirlerdi ama ne yazık ki bu yöntemler ilk insandan beri var ve kullanılıyordu. Belki bu gözlem/deneyi ellerini ateşe sokmak gibi veya Kur’ân-ı Kerîm’de Kabil’in kargayı gözlemesi gibi basit yöntemlerle yapıyorlardı ama vardı. Fakat Bilimsel Bilim bunu öyle lânse ediyor ki; sanki kendisinden önce gözlem–ölçme/deney yapan insan, toplum ve medeniyet yokmuş zannedersiniz! Kendisinden önce yaşamış Mısır, Hint, Çin, Mezopotamya Medeniyetleri ve özellikle İslâm Medeniyeti; gözlem–ölçme/deneyin değişik yoğunluklarda kullanıldığı medeniyetlerdendir. Yoksa Batı Medeniyeti ve buradan doğan Bilimsel Bilim, köksüz bir biçimde gökten zenbille inmiş değil.

Sonuç olarak; suyun kaynaması argümanını seslendirenlere deriz ki: “Evet biz de sizinle aynı düşünüyoruz, her türlü bilime göre su 100 oC’de kaynar. İsterse ismi Bilimsel Bilim yerine, İneklere Tapan Bilim’i olsun farketmez, gözlem–ölçüm/deney yaptığında suyun 100 derecede kaynadığını görür; gerçek gerçektir, sana–bana göre zaten değişmez.”

Bilimsel Bilim’e alternatif olduğunu göstermeye çalıştığımız İslâmî Bilim; mevcut Bilim’in gözlem–ölçüm/deneylerinin, yani veri–datalarının, yani ham, işlenmemiş bilgilerinin yanlış olduğunu iddia etmiyor ve bu verileri de kullanır, doğru kimden gelirse gelsin zaten kabul etmek gerek.

Evrendeki bilgi’yi keşfetme veya üretme yöntemlerinden olan gözlem–ölçme/deneye karşı da değil İslâmî Bilim, bilâkis emreder. Bu yöntemleri Bilim Bilim’i taklit ederekte almış değil, yani kopye yok, (aslında süreç tam tersi). Çünkü Kur’ân-ı Kerim’in ilk ayet/emri olan “oku”dan itibaren; “okuma–yazma bilmeyen Peygamber”in (S.A.V.) “neyi okuyacağı, nasıl okuyacağı, niçin okuyacağı” ders verilmeye başlanmıştır (Bkz: Alâk Suresi ilk Âyetleri)… Kur’ân-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler’de, kâinatta işlerin “nasıl yürüdüğüne” defaatle bakmamızı istemesi (yani İslâmiyet niçin’den başka nasıl’ı da emreder) ve defalarca akıl–düşünmeye yapılan teşvik ve emirlerle kâinatın okunması başlamıştır. Hem de Bilimsel Bilim’den çok daha geniş ve derin, zengin ve yüksek bir biçimde!

Burada yazılanların konusu da; hem İslâmî Bilim’in bu zenginliğini bazı örnekler üzerinde göstermek, konu hakkında genel bir çerçeve çizmek; buna karşın Bilimsel Bilim’in “eksik” ve “yanlış” ve “zararları”nı göstermek üzerine. İlerleyen yazılarda; İslâmî Bilim’in ayağını bastığı yerlere, Bilimsel Bilim’in değil gözü, hayâlinin bile yetişemediği anlaşılacaktır inşâallah.

“Bilgi’ ve ‘inanç’ arasında fark olduğu”, yani “bilmek’ ve ‘inanmak’ın farklı kategoriler olduğu” yanlışının izahı haftaya kaldı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum