Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

İslamiyet ve Hürriyet (II)

D-HÜRRİYET’İN ŞE’Nİ

Bediüzzaman Hazretleri, Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’da önemli çalışmalar yaparak, gazetelerde çok sayıda makale neşretmiştir. Bu çalışmaların ve makalelerin çok önemli bir bölümü; hürriyetin izahı, sınırları ve İslamiyet’in hürriyete bakışı ile ilgili konulardır.

Önce İstanbul’da ve daha sonra Selanik’te irad ettiği ‘’Hürriyete Hitap’’ başlıklı konuşmasında Bediüzzaman Hazretleri, Meşrutiyetin ilanı ile birlikte çok daha ileri bir düzeyde kullanılmaya başlanan hak ve hürriyetlerden duyduğu sevinci, çok heyecanlı ifadelerle açıklamaktadır:

‘’Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sadâ ile çağırıyorsun, benim gibi bir şarklıyı tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet, zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum. Eğer aynü’l hayat şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşvünema bulsan, bu millet-i mazlumenin de eski zamana nispeten bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum. ’’ (1)

Bununla birlikte Bediüzzaman Hazretleri, Meşrutiyet ve Hürriyet düşüncesine bütün vatan evlatlarının ve özellikle ilim ve düşünce insanlarının sahip çıkmasını istemektedir. Çünkü eğer hürriyet, kötü kullanılır ve yanlış bazı emel ve maksatlara alet edilirse, yeni ve daha şiddetli bazı istibdatların egemen olmasının yolunu açabilir:

‘’Ey ebnâ-yı vatan! Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz; tâ elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın. HAŞİYE8 Zira hürriyet, mürâât-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvünemâ bulur. ’’ (2)

Maalesef, demokrasiyi, hak ve hürriyetleri bu vatan evlatlarına çok gören ve kökü devletin derinliklerinde yaşamaya devam eden zihniyetler, hem Osmanlı devleti ve hem de Türkiye Cumhuriyetinin tarihi boyunca, yönetime çeşitli hile ve tuzaklarla el koyarak, en dehşetli zulümlerin yaşanmasının yolunu her vesile ile açmaya çalışmışlar ve bu ülke ile birlikte bütün insanlarımıza çok büyük zararlar vermişlerdir. Ülkemizde 27 Mayıs1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 yıllarında yaşanan darbeler bu durumu net bir şekilde göstermektedir.

Bu çerçevede Hürriyet ve Meşrutiyet ile ilgili olarak Şark vilayetlerinde yaşayan Kürtleri aydınlatmak, bilgilendirmek ve bazı yanlış propagandaların tesirini kırmak için de 1910 yılının bahar aylarında İstanbul’dan ayrılır ve Van’a hareket eder. Aylar süren seyahatlerde bulunur, çok sayıda aşireti ve yerleşim yerini ziyaret eder. Hürriyet ve Meşrutiyet ile ilgili görüş ve düşüncelerini aktarır. Bu çerçevede çok sayıda soruya cevap verir ve çetin münazaralar yaşanır.

Hürriyet ile ilgili olarak sohbetin başlarında muhatap olduğu soru çok ilginçtir. Sual şu şekildedir:

‘’Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hatta âdetâ hürriyette insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla bir şey denilmez, diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?’’

Bu soruya verilen cevap, mümin olarak meseleye bakışımızı gayet net ve çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir. Mümince bir hayat ile nefsin esaret ve tasallutu altında geçen bir hayat arasında farklılık arz eden ‘’Hürriyet’’ düşüncesini, bu cevap ile birbirinden ayırmak son derece kolaydır:

Cevap: Öyleleri hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira nâzenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır. Nefs-i emmâreye esir olmaktır. Hürriyet-i umumî, efrâdın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şeni odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın. (3)

Hürriyette sınır tanımayan, aklına her estiğini, canının her çektiğini yapan insanlarla ilgili olarak her vesile ile gündeme gelen ve yukarıda aktarılan soru, günümüz insanı için de aynen geçerlidir. Seküler bir yaklaşımla, İlahi nizam ve vahiy anlayışından yoksun bir şekilde meseleye bakan insanların; hürriyetin sınırlarını ifade etmek için bugün sürekli olarak ‘’başkalarına zarar vermemek’’ düşüncesini ifade etmeye devam ettikleri görülmektedir.

Bu düşünce çerçevesinde hürriyet tartışmaları bugüne kadar devam etmektedir. Çağdaş toplumun ve seküler yaklaşımın getirdiği hürriyet tarifi, başkalarına zarar vermemek düşüncesi üzerine bina edilmektedir. Aslında bu suale verilen kısa cevap, bir mümin için meseleyi bütünü ile hal edecek açıklık ve berraklıktadır.

Bediüzzaman Hazretleri, ‘’İnsaniyet-i Kübra’’ olan İslamiyet’in meseleyi izah için, insanların arzu ve istekleri ile İlahi emir ve yasak dengesini gayet güzel bir şekilde kurarak, aynı zamanda tabi kılındığımız imtihanı da nazarlara vermektedir. Bu vücut ve yaşadığımız bu hayat, belirli sınırlar çerçevesinde bize verilmiştir. Emanet olarak verilen ve bize ait olmayan bu vücut üzerindeki tasarruf yetkimiz, emanetin asıl sahibinin ancak bizlere izin verdiği çerçeve içinde olabilir.

Bu soru ve cevap çerçevesinde şunları ifade etmemiz mümkündür:

*Hürriyet; manasız bir isim ve resimden ibaret değildir.

*Hürriyet; Rabbimizin insanların fıtratına yerleştirdiği ve beşeriyet ile özdeşleşen en güzel zenginliklerden birisidir.

*Hürriyet; Allah’ın insanlara bahşettiği en güzel hediyelerin başında gelir.

*Hürriyet; İslamiyet ile gerçek mecrasına oturur.

*Hürriyet; ahlak, edep ve iffet ile gerçek mahiyetine kavuşur.

*Hürriyet; Allah’a ibadet ile olgunlaşır ve yücelerek en üstün mertebelere yükselir.

*Hürriyet; sabır, hoşgörü ve tahammül ile toplumda barış, huzur ve sükûnete vesile olur.

*Hürriyet; din ve vicdan hürriyetinin en kâmil manada uygulanması ile bütün insanlığı ve dünyayı kucaklayan bir genişliğe ulaşır.

*Hürriyet; insanların kabiliyetlerini geliştirir ve tekâmül ettirir.

*Hürriyet; insanlar için nefis muhasebesinin yollarını açarak, en güzel ve en doğruyu seçmek için önemli kapılar açar.

*Hürriyet; hayır ve şer arasında bir tercih yapma imkânı verdiğinden dolayı, insanların yaptıklarının neticesine katlanması gerektiğini ihsas eder.

*Hürriyet, insanların başkaca hiçbir insana kul olmamaları ve yalnızca bizleri yaratan Allah’a secde etmemiz gerektiğini de kuvvetli bir şekilde hatırlatır.

 

1-      Divan-ı Harbi Örfi, 73
2-      Divan-ı Harbi Örfi, 77
3-      Münazarat, 55

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum