İslâmi hareketler ve yönetime talip olmak

Siyasal İslâm düşüncesi ile ilgili Milli Gazete’de (19.01.2012) Dr. Ebubekir Sifil hocanın “İslâmi Hareketler ve devleti yönetme” konulu bir yazısı yayınlandı. Yazıyı birkaç defa okudum. Üzerinde ciddi kafa yorulması gereken tarihi derinliği ve önemi olan bir konudur. Muhterem Dr. Ebubekir Sifil hocayı sadece televizyon programlarından izlediğim/dinlediğim kadar tanıyorum. Dini konularda derin vukufiyeti olan ciddi bir âlim olduğu kanaati ile kendileri hakkında pozitif ön yargıya sahibim.

 

Bahse konu yazısında bir kısım tespitlerine katılmakla birlikte öneri olarak sunduğu yaklaşımlarına açıklamaya çalışacağım gerekçelerle katılmadığımı öncelikle belirtmek isterim.

 

Milli Gazete bilindiği üzere Milli Görüş hareketinin yayın organıdır. Yaklaşımları idareyi ele alıp devlet imkânları ile hizmet etmektir. Mevcut siyasi iktidarın lider ve çekirdek kadrosu da bu hareketin içinden çıkmıştır. Bu hareketin çıkışından bu güne geçirdiği evrimler, değişimler, ayrışmalar, bu gün geldiği konum yazar Mustafa Akyol’un gerek kitaplarında, gerekse Star gazetesindeki yazılarında, özellikle Risale Haber’e verdiği röportajda epey gündemde kaldı. Bu arada Stratejik Düşünce Enstitüsü başkanı sayın Prof. Dr. Yasin Aktay Mustafa Akyol’un tespitlerine karşıt değerlendirmeler yapmış ve tartışmalara sebep olmuştu.

 

Mustafa Akyol tespitinde Milli Görüş hareketinin başlangıç dönemlerinde “demokrasi küfür rejimi” yaklaşımından bugünkü demokrasiyi kabullenmiş ve iktidardaki uygulamaları ile ispatlamıştır. Bu eksene gelişinde Risale-i Nur hareketinin etkisi olduğu görüşüdür.

 

Yasin Aktay ise konu o kadar basit değil daha başka nedenleri de var, Nurcuların tezini zamanın teyit etmesini (duran saatin günde iki kez doğruyu gösterdiği) şeklinde bir ifadesi olmuştu. Nurcuların görüşlerindeki isabeti sabit görüşlülükle Milli Görüş hareketindeki değişime toz kondurmaması talihsiz bir değerlendirmedir.

Evet bugün mevcut iktidarın siyasi başarısının kaba analizinde çıkan sonuç; Birçok konjonktürel nedenleri vardır. 28 Şubat süreci, 2001 krizi, 367 gibi hem siyasi hem hukuk cinayetine bulaşmışlara milletin tokadı vardır. Bugünkü iktidarın lider kadrosunun keskin bir değişim ve dönüşüm iradesi ortaya koymalarına bağlanabilir.

 

Hiç eveleme geveleme ve kıvırmanın âlemi yok. Gelinen nokta yanlıştan dönme faziletidir. Sayın Başbakanın İstanbul İl Başkanlığı yaptığı dönemde “Din eşittir siyaset değildir” şeklindeki beyanı uç veren ve ilerleyen zaman içinde Abdullah Gül’ün Recai Kutan karşısında genel başkanlık seçimini kaybetmesi ile başlayan kırılma sürecin bugüne gelen başlangıcıdır.

 

Ebubekir Sifil hocanın durum tespitinden çıkarılan öneri konusunda ayrışma başlıyor.

İslami hareketin teorik bilgilerinin uygulama için yeterli olmadığını, başa geçince deneyimleri olmadığından devleti yönetmeye hazır olmadıklarının görüldüğünü Gannuşi’ye atıfla ifade etmişler. Dünya genelinde İslâmi hareketlere fırsat verilmediğini, dolayısıyla deneyimli kadrolar yetişemediğinden bahsediyorlar. Bu meyanda İngiltere ve Pakistan’da araştırmalar yapılmasını önermişler.

 

Ebubekir Sifil hocanın makalesinden çıkan veya benim anladığım sonuç şudur:

Eğer dini gruplar/İslâmi hareketler/dini cemaatler deneyimli kadroları olursa devlet yönetimine talip olabilirler ve olmalıdırlar. Din adına siyaset yapabilir ve idareye talip olmaları gayet normaldir olarak anlaşılabilir.

 

İşte bu yaklaşımla Risale-i Nur hareketinin yaklaşımı ile yolu ayrılıyor. Velev ki, yeterli deneyimli kadroları olsa dahi din adına, cemaat adına, grup adına siyasete idareye talip olmaları külliyen yanlıştır.”Dini siyasete alet etmek mecburiyetinde kalırlar” diyor Bediüzzaman.

 

Din adına siyaset, dini grupların idareye talip olup inisiyatif alması, tasarrufta bulunması siyaset topuzu yüzünden insanların bir kısmını riyakâr yapar. Başka bir deyimle Allah muhafaza münafıklığa olmaya sürükler.

İster cemaat iste tarikat, ister hareket her ne isim altında olursa olsun, dini eksenli grupların şahs-ı mânevi (tüzel kişilikleri) adına idareyi ele almaları, başa geçmeleri dine en büyük zarara neden olur.

 

İman meselesi insanların hür iradeleriyle cüz’i ihtiyarları ile tercih etmelerini gerektiren safi bir kulluğu iktiza eder. İmanın halis oluşu hiçbir menfaat ve korku mülahazası olmadan sırf “Lillah için” olması şarttır. Dini cemaatlerin sosyolojik bir gerçek olarak toplumda her sosyal grup ve kesimler gibi idareden talepleri olabilir. Olmalıdır. İdareye her konuda teklifleri olabilir. Bu talepler demokratik kurallar ve prosedür içinde değerlendirilir karar vericiler gereğini getirebilirler. Veya uygun görmeyebilir.

 

Siyasi iradenin ve idarenin asli görevi, temel haklar, din, vicdan, düşünce, ifade, teşebbüs, seyahat vb. özgürlükleri sağlamak ve teminat altına almaktır. Yönetenin kim olduğundan önce nasıl yönetilmesi önemlidir. Bugün medyaya yansıyan cemaat ve siyasi irade arasında anlaşma/ayrışma/çatışma/uzlaşma vb… gibi spekülasyonların gündeme gelmesi aslında her şeyden önce cemaate zarar verecektir. Bir kesim tarafından negatif ön yargı ile algılanacaklardır. Samimi mensupları ile menfaat mülahazası ile içine girenleri ayırt etmek zorlaşacaktır. Bazı şahısların kendi arzularını cemaat mensubu imtiyazı ile yanlış tasarrufları, icraatları cemaate fatura edilecektir.

 

Hangi cemaat/grup/düşünce mensubu, kim olursa olsun bu ülkenin insanıdır. Kriterleri ve şartları taşıdığında kamuda her kademede görev yapmasından normal bir şey olamaz.

Görev tanımındaki işlerini yapar özel hayatında gönüllü olarak istediği sivil toplum kuruluşlarına destek verebilir, cemaatin hizmetlerine katkıda bulunabilir, kültür-sanat veya sportif etkinliklerine katılabilir. Yalnız her kim olursa olsun grup şovenizmini ihsas ettirecek ayrıcalıklı muamele, adalet duygusunu zedeleyecek kayırmacı uygulamalara tevessül etmemeleri davasına hizmet etmiş olur.

 

Sonuç olarak;

İslami hareketlerin grup adına idareye, siyasete talip olmaları külliyen yanlıştır.

Siyasete fikir, görüş, proje önerisi, sosyal taleplerin kamuoyu ile paylaşılarak idareye, siyasi iradeye iletmeleri gayet normaldir.

Hangi gruba mensup olursa olsun kişiler şahsı adına siyasete de idareye de talip olabilir. Grubu adına değil.

Geçmiş dönemlerde belki bugün feodal yapın bir çeşidi olarak siyasilerin perde arkası pazarlıkla işaret edilen bazı temsilcileri mebus yapmaları dün de yanlıştı bugün de yarın da yanlış olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum