İslamcılık yerli bir hareket midir?

Bayramdan önceki yazımızda İslamcılığın beşeri halleri üzerine bir değerlendirmeye girişmiştik. Araya giren bayram ve hac yazıları dolayısıyla biraz ara verdik. Ama o konu açılmışken, noktayı koyup tamamlamak değil belki ama, hak ettiği ölçüde ilerletmek gerekiyor. Tamamlamak mümkün değil, çünkü bu tartışma daha çok laf kaldırır.

İslamcılığın eleştirisinde genellikle kıstas alınan temalardan biri de yerlilik niteliğidir. Tematik olarak yerlilik sorgusu belli bir düşünce veya hareketi bir yere yabancılaştırarak geçersizleştirmenin sıradan taktiklerinden biri. Çoğu kez bu taktik işler, bu yerlere yabancı olduğu kantılanabilenlerin bir daha iflah olamayacak şekilde dağılması sözkonusu.

Çoğu kez de sözkonusu düşünce veya hareketlerin bir yerin insanına hiç bir şey söyleyemeyecek kadar yabancı olması da sözkonusu. Düşüncelerin toprakla, gelenekle, tarihle, bağlamla kurduğu veya kurmak durumunda olduğu münasebet azımsanacak bir şey değil elbet. Türkiye'nin toplumsal tahayyülünü, kültürünü, toplumsal yapısını yok sayıp gelip burada herşeyi sınıf çatışması üzerinden okumaya kalkarsanız en hafif deyimiyle münasebeti de elden kaçırmış olursunuz, mesela.

Diğer yandan yerlilik, bütün düşünceler için baz alınacak tek kıstas olamaz, öyle olması insan tabiatına aykırıdır. İnsan, doğası gereği bir yere mahkum olmayan bir varlık. Bir yerde doğar, bir yerde ruhu ve bilinci şekillenir, ama bu yeri aşabilecek bir istidadı vardır, aksi takdirde düşünceler arasında hiç bir geçişlilik bekleyemezdik. Oysa bir yerde doğan bir düşünce başka yerlerde çok daha iyi bir değer bulabiliyor. Baştan itibaren yerlilik geçerli ve mutlak bir sorun olarak telakki edilmiş olsaydı ne Anadolu Müslüman olurdu, ne de Avupa Hıristiyan. Bu son örneğin Hıristiyanlığa yaptığı nihai etkiye bakarak düşüncelerin yolculuklarında uğradıkları değişim de sorun olarak zikredilebilir elbet. Tabii ki düşünceler, inançlar, her yerde aynı etkilerle, aynı biçim ve etkilerle tezahür etmez.

Bunlar düşüncelerin coğrafi seyriyle ilgili çok temel kurallar.

İslamcılığın yerliliğini bir sorun olarak akla getiren veya getirmeye yarayan şey özellikle altmışlı yıllardan itibaren yoğun olarak bir tercüme hareketinden beslenmiş olması. Başta Mısır İhvanı ile Hindistan-Pakistan Cemaati İslami önderlerinin kitaplarının tercümesi İslamcılığı Türkiye'de bir bakıma "ihya" etmiştir.

"İhya etmiştir" diyoruz, çünkü Osmanlının son zamanlarında bir devlet refleksi dolayısıyla bir elit hareketi olan İslamcılık, Cumhuriyetin tasfiyesine maruz kalınca meşruiyet sorunuyla birlikte kendini entelektüel anlamda besleyebilme imkanlarından uzak bir halk hareketine dönüştmüştü.

Bu, tabi dört başı mamur olmaktan çok uzak halk dindarlığından ibaret, muhafazakar bir iç direniş düzeyinde bir hareket olarak kaldı. İslamcılık bir anlamda bu çeviri hareketlerine kadar, milliyetçi mukaddesatçı muğlak bir edebiyatın dışında kendini ifade kanallarından büyük ölçüde yoksun kaldı.

Bu açıdan çeviri dalgalarıyla tetiklenen yeni dönem İslamcılığın Osmanlı'daki veya Türkiye'deki İslamcı geçmişle buluşup tanışmadan, oradaki gelenekle bir rabıta kurmadan önce tabiri caizse enternasyonel bir ufukla tanışması ve onu Türkiye'ye taşıması mukadder oldu. Bunu yaparken Türkiye'de, yani "bu yerde" bir şey vardı da bununla bir çatışmaya girmiş değildi. Bu yerdeki İslamcılığın geleneksel anlamda bir sürekliliği yoktu. Ona dair bilinecek şeyler de geleneksel bir süreklilik içinde değil, ancak uzun bir kopukluk ve unutmadan sonra ya yeniden okunacak veya bulunacak şeylerdi. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tevhid yorumlarıyla Seyyid Kutub ve Mevdudi'nin yorumları arasında, İslamcılık tasavvuru açısından çok az fark bulunabilirdi ve bir süre sonra yeni dönem İslamcılığının literatürü Mehmet Akif'ten Babanzade Ahmet Naim'e, Namık Kemal'den Eşref Edib'e kadar, İmam Birgivi'den Said Nursi'ye kadar uzanan geniş bir referans listesiyle birleştirildi.

İslamcılık Türkiye'nin düşünce geleneği içinden daha önce pek dikkat veya rağbet çekmemiş İbn Teymiyye, İbn Kayyım el-Cevzi, İmam Şatıbi gibi alimleri dikkatlere sundu. Bu isimlerin Türkiye'nin sonradan gelişen İslam düşünce tarzına hiç etki etmemiş olduğunu veya bu etkinin zorlama olduğunu söylemek mümkün değil. Aksine bu isimler Türkiye'deki İslami düşünce için çok anlamlar ifade etti, çok şeyler öğretti. Bir farkla ki, İslamcılığın en önemli temalarından biri olarak, hiç bir düşüncenin eleştiriden muaf olmamasından bunlar da nasibini aldılar. Sağlıklı olan da buydu.

Yerlilik suçlaması, işin garibi, Osmanlı'nın son dönemlerinde muhafazakarların İslamcılara yönelttiği klasik bir eleştiri. Yahya Kemal ile Babanzade Ahmed Naim arasındaki bazı diyaloglardan Yahya Kemal'in Babanzade'nin İslam anlayışını bu memlekete yabancı, buna mukabil türbe dindarlığını bu yerlerin öz-yerli kültürü olarak nitelediğini hatırlayalım. Orada yerlilik iddiası veya söyleminin basit bir iktidar taktiği olmaktan öte bir anlamı yok.

Kaldı ki bir düşünce sadece yerli olmaktan dolayı bir üstünlüğe sahip değil. Yerliliğin bir avantaja dönüştüğü yer ancak yabancılara karşı dışlayıcı-baskıcı faşizan duyguların iyi bir pazara sahip olduğu yerlerdir ki, İslamcılığın bu pazarlarda işi yok zaten.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.