‘İslamcı’lık doğru bir tanımlama mı?

Cumartesi günkü Yeni Şafak gazetesinde, Yasin Aktay, ‘Kürtler, İslamcılar ve Özeleştiri Temrinleri’ başlıklı bir yazı yazdı. Öncelikle, haksızlara karşı alçak gönüllü davranmanın, zalimin zulmünü artıracağı yönündeki açıklamasını paylaştığımı belirtmek istiyorum. Ve bu konuda, arkadaşları ile birlikte, Tezkire dergisinde  28 Şubat sonrası dönem için, ‘öz eleştiriyi tamamen askıya alma ve hayasız iktidarı eleştirme’ gibi bir söylem değişikliğine girmeleri anlaşılır bir durumdur ve doğru bir duruştur. Ancak, bu, Kürt sorununa doğru bir bakışa sahip oldukları anlamına gelmiyor.

‘İslamcı’ bir bakışla, ‘milliyetçi’ bir bakış arasında da elbette ki bir farklılık vardır. Ancak bu farklılık, benzerlikleri olmadığı anlamına da gelmiyor. ‘İslamcı’ bir bakışla ‘milliyetçi’ bir bakışın en önemli temel benzerliği, ikisinin de ideolojik duruşudur. Birisi, ‘milliyet’i eksene alırken, diğeri, ‘din’i eksene alıyor. Her iki kesimin eksene aldığı kavramlar, zahiren farklı olmasına rağmen içinde ‘biz’i barındırdığından, her ikisi de ‘biz’in egosunu tatmine dönüktür. Bu yüzden biri ‘milliyetçi’ sıfatına layık görülürken, diğeri ‘dinci’ sıfatına layık görülmektedir.

Kuşkusuz ‘dinci’ tavsifi, laik elitlerin ve hakim medya güçlerinin bir yakıştırmasıydı. Ancak, ‘dinci’liğin, özünde ‘islamcı’lıktan pek de bir farkı bulunmuyor. Bu yüzden, ‘islamcı’lar, kendilerine ‘dinci’ denmesinden rahatsız görünse de ‘islamcı’ denmesinden pek de rahatsız değiller. Oysa ki, ‘dinci’ nitelemesi, nasıl ki ‘dindar’ olmayanların bir nitelemesi ise, ‘islamcı’ nitelemesi de yine aynı çevrelerin (ilk defa T.Zafer Tunaya kullanmıştı) bir nitelemesi idi. Tunaya bu nitelemeyi, Mısır’daki ondokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başlarından itibaren var olan, islami yeniden uyanış hareketinde rol alan başta Cemalettin Afgani olmak üzere, o dönem islami hassasiyeti olan bütün aydın takımının duruşundaki ideolojik yönü vurgulamak üzere yapmıştı. Kendilerine ‘islamcı’ denen kesimin, ‘Dinci’ bir nitelemeden duydukları rahatsızlığın, ‘islamcı’ nitelemesine de duymamalarının altındaki fikri altyapı, üzerinde durulmayı hak ediyor.

‘İslamcı’ nitelemesi, batı emperyalizminin, üzerinde yükseldiği Müslüman ve doğu halklarının, sömürgeciliğe karşı tepkisine, sonradan yapılan bir adlandırmadır. Gerek Efgani gerekse ondan ilham alarak ortaya çıkan çeşitli ekol mensuplarının hiç birisi, kendisini ‘islamcı’ olarak tarif etmemiştir. Bu Tunaya tarafından dikilen bu kisvenin, sonradan hiçbir sorgulanmaya tabi tutulmadan giyildiğini görüyoruz.

XIX. yüzyılda, Batı emperyal güçlerin, doğu toplumlarını sömürgeleştirmeleri karşısında,islam ülkelerinde ve doğu toplumlarında bir fikri ve eylemsel hareketlilik söz konusuydu. Bu hareketlilikte XIX. Yüzyılın şüphesiz en önemli figürü Cemalettin Efgani idi. Ancak şüphesiz bu hareketlilik, sadece Efganiden ibaret değildi. Geniş bir islami coğrafyada, batının ‘yükselişi’ne karşı, fikri tartışmalar başlamıştı. İran’da, Mısır’da ve Osmanlı’nın başkenti olan İstanbul’da yoğun tartışmalar yaşanıyordu.
Tartışmaların odağında, batı neden ilerledi? Doğu toplumları neden geri kaldı? Dini değerler aşındığı için mi bizler geri kalmıştık? Yoksa dini değerler mi bizi geri bırakmıştı? Batı top tüfek diye diye mi ilerlemişti? Batının tasallutuna karşı nasıl durulurdu? Batının ileri gitmesi, gerçek bir ‘ilerleme’ miydi? Maddeten terakki, manevi terakkiyi de sağlar mıydı? Medreseler, nasıl hurafelerden arındırılırdı? Tekke-medrese-mektep üçlüsünün ittihadı nasıl sağlanırdı? Batıda başlayan ulus-devletleşme süreci bizi nasıl etkilerdi? Her devletin bir ulusu olmalı mıydı? İslamın, yeni gelişmelere karşı tavrı nasıl olmalıydı? gibi sorular bulunmaktaydı. Bu ve buna benzer sorular, din-devlet ilişkilerinden din-medeniyet ilişkilerine kadar geniş bir yelpazede yoğun bir şekilde tartışılıyordu.

Bu tartışmaların derinliği  göz önüne alındığında, bu geniş yelpazedeki hareketliliği, ‘islamcılık’ şeklinde nitelemede ciddi bir problem görülmektedir. Bu problem, İslamcılığın kavramsal olarak içinde bir ideolojik proje barındırmasıdır. Proje, dini anlayışı ideolojik anlayışa evirirken, aynı zamanda iktidar eksenli bir islami düşünce biçimini de miras bırakmıştır.

İktidar eksenli bir islami düşünce, modern ulus-devletin ‘islami’ formunu üretebilecek kapasiteye sahip olmalıydı. Bu formül, aynı zamanda bir islam medeniyeti oluşturmanın da öncülü olarak düşünülüyordu. Böylece, modern devlete islami bir kisve giydirilince, devletin islam devleti olabileceğine dair naif bir düşünce hasıl oluyordu. 1960’lı yıllardan sonra, bir siyasi parti ekseninde şekillenen İslamcı düşünce, uzunca bir süre, demokrasi karşıtı, devlet karşıtı bir duruş sergilemişti.
Ancak uzun yıllar boyu, bu düşüncenin iktidara gelebileceğine dair inanç zayıflamıştı ki, 28 Şubattan çok kısa bir zaman önce, iktidar deneyimi yaşadı. 28 Şubat sürecine yol açan bu deneyim, İslamcılığın, kendi düşünce dinamiklerini gözden geçirmek zorunda kalmasına yol açmıştı. Ve iktidardan önce, istibdat sorununu çözmesi gerektiğini öğrenmiş oldu.
Bir sonraki yazımda, İslamcılığın kavramsal çelişkilerine değinmeye devam edeceğim inşallah.

Not: Van’daki depremde, hayatını kaybedenlere Allahtan rahmet, kalanlara sabr-ı cemil niyaz ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.